Ana SayfaKitapJineoloji: Önerdiğimiz bir iyi ve güzel yaşam formu var

Jineoloji: Önerdiğimiz bir iyi ve güzel yaşam formu var

HABER MERKEZİ – Jineoloji Dergisi’nin “Etik Estetik” dosya konulu 10. sayısı çıktı. Bu son sayı, “Toplumsal Tarihte İyi ve Güzelin Direnişi” başlıklı bir önceki dosyanın devamı niteliğinde, merceğe alınan şeyse “İyi ve Güzelin Dili, Eylemi ve Kuramı.”  Dergiden Rojda Yıldız’la derginin son sayısı üzerinden jineolojiyi, “iyi” ve “güzel” kavramlarının jineolojideki yeri ve önemini konuştuk. Kadınlar dünyaya nasıl bir etik-estetik kaygı ile yaklaştılar ve yaklaşıyorlar? Direnmek ve yeni bir yaşamı örmek midir iyi ve güzel olan? “İyi” ve “güzel” kavramlarının dışladığı “çirkin” nedir, kimdir? İşte Karınca’nın Jineoloji ile röportajı.


Röportaj: Karınca


Öncelikle bilmeyenler için; derginin de adını aldığı “jineoloji” nedir? Bu kavramı kısaca anlatır mısınız?

“Jin” Kürtçede kadın ve aynı kelime kökünü paylaştığı yaşam (Kürtçe “jîyan”) anlamına gelmektedir. “Loji” ise Latince bir kelime olarak hepimizin bildiği bilim anlamına gelmektedir. “Kadın/yaşam bilimi” olarak kavramsallaştırıyoruz jineolojiyi.

Uzun bir süredir Kürt kadınlarının gündeminde olan bu kavramı bir anlamda bilme biçimlerinin ve içeriklerinin yeniden inşası ve anlamlandırması olarak tanımlayabiliriz. Bireysel/toplumsal bilgilerimizin yöntem ve içerik olarak bir erkek/devlet aklı ürünü olarak ortaya çıktığının eleştirisi üzerinden yola çıkar ve yeni bir yaşam formunda kadın ve doğa değerlerini baz alarak bilgimizin yeniden yorumlanması ve hayata geçmesini hedefler.

Derginin son sayısı etik-estetik ile ilgili, bir devam sayısı aslında. Dosya konusu ise “iyi ve güzelin dili, eylemi ve kuramı”. Neden bu konu?

Estik-estetik jineolojinin ekonomi, tarih, ekoloji, politika gibi ana meselelerinden biri. Fiziki ve görsel bir alandan ziyade yaşam kaygısının nasıl örgütlendiği, nasıl örgütlemek istediğimiz ile ilgili bir kaygımız var. Bu kaygının ana hatlarından birinin etik değerler ve estetik istemler olduğunu düşünüyoruz. “Kötü”nün karşısında var etmeye çalıştığımız “iyi”nin, yani aslında nefretin, kinin ve düşmanlığın olmadığı, daha yaşanılabilir bir toplumun, hangi nomoslar üzerinden olabileceği ve hem bireysel hem toplumsal kaygıları göz önüne alarak kapitalist sisteme karşı alternatif bir sitemi nasıl oluşturabiliriz düşüncesinin sonucu. Elbette ki bu öneriler bir kalıba ya da belli başlı statik düşünce sistemlerine bağlı olmadan gelişebilmeli. Kendimizden yola çıkarak ne istediğimizi soruyoruz ve sorunun cevabını hep birlikte aramak gibi bir derdimiz var. Bu anlamda evet, önerdiğimiz bir iyi ve güzel yaşam formu var. Ve bu formun örgütlenişinde neleri düşündüğümüz, neleri baz aldığımız ve hangi düzlemde tartıştığımız gibi soruları tartışıyoruz. Bu başta bahsettiğimiz gibi salt bir “duruş” hali değil, etik-estetik kaygılarımızın yaşamsallaştırılmadığı sürece yaşama dokunmayacağı ve eksik kalacağı aşikar.

Bu nedenle eylem ve kuram başlıklarını birlikte ele almayı önemsiyoruz. En nihayetinde salt bir tartışma platformundan ziyade daha kapsamlı bir düşünce ve eylem dünyası öneriyor jineoloji. Söylediklerini pratikleştirme ve sistemi değiştirme gibi bir hedefi var. Bu değişim isteminin sebeplerinin temelinde hayatlarımızdan memnun olmamamız var. Var olan patriyarkal/kapitalist sistemin önerdiği “etik” değerlerin her geçen gün kadınlar-toplumlar aleyhine devinen bir hali var. Bu halin sürdürülebilir olmadığını,  etik değerlerin bir toplumsal iyi olma halini inşa etmeye yönelik bir devinime geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Şüphesiz bunu düşünen tek mecra değiliz, birçok toplumsal hareketin çıkışları da bu yönde.

İyi bir yaşam nasıl, hangi değerler üzerine kurulabilir? Kurulabilir mi? Batı açısından Antik Yunandan beri, bizim de içinde olduğumuz coğrafyalarda çok öncesinden beri insanların en çok sorduğu sorulardan biri olmuş bu. Fakat maalesef ki cevaplar ve düşüncelerin bize ulaşabilenlerinin çoğunun erkek düşünürler tarafından konulduğunu görüyoruz… Dolayısıyla bugün sahip olduğumuz, tartıştığımız değerlerin de bu erkek düşünürlerin çerçevesini çizdiği, yönünü verdiği, içeriğini doldurduğu akıldan bağımsız olduğunu söyleyemeyiz. Belki kadınların tarihsel serüven içerisinde konuşmasına, anlatmasına alan açılsaydı farklı bir şekilleniş içinde olacaktık. Kadınlar nasıl bir etik-estetik kaygı ile yaklaştılar, yaklaşıyorlar dünyaya? Bu aslında temel çıkış noktamız oldu.

Jineoloji’nin 10. sayısında yer alan makaleler.

Bu dosyadaki makaleler göz önüne alındığında “iyi” ve “güzel”in tanımı nedir? ‘Direnmenin ve yeni bir yaşamı örmenin güzelliği’ midir ortaya koyduğunuz tanım?

Aslında bir kısmı ile evet. Direnmek ve yeni bir yaşam örgütlemenin iyi ve güzel değerlerle yakından alakası var. Neye karşı direniyorsun mesela? Nasıl direniyorsun? Bir erkek aklı ürünü olarak pozitivizmin önerdiği “her yol mubah” düsturuyla mı yürüyorsunuz, yoksa kendinize ait bir değer yargınız var mı direnirken? Fakat bunlardan bağımsız tekillikler üzerine de düşünmek gerekiyor elbette ki. İyi ve güzelin sabit ve değişmez bir içeriğe sahip olduğunu söylemek ters düşecektir. Fakat iyinin, insan ve toplumsal yaşayış için bir hakikati temsil ettiği olgusu ile yaklaşıyoruz. Var olan sistem içerisinde değişen dönüşen insanda ve toplumsal yapıda kötünün bu denli yaygınlaşması ve aslında yaşamlara zarar verdiği halde bu kadar yaygınlaşması tartışmaya açık bir konu. Bir toplumsal güzel olarak iyilik halini neden tartışmayalım? Toplumların buna dair bir tarihleri var. Şimdi vazgeçilmez olarak görülen savaşların, devlet aklının, erkek iktidarının bir tarihi var. Tıpkı şu an akan zaman dilimi içerisinde inşa edilen ve toplumların, doğallığında bireylerin inşa ettiği bir gerçeklik. Bu gerçekliğin kendisi her ne kadar kök salmış olsa da yaşayan güzellikleri ve iyilikleri bir noktada yaşadığımız kapitalist sisteme adapte olmamış ve toplumsal değerleri yaşatan bir gerçeklikten bahsedebiliyorsak hala, neden yaşadıklarını ve neden yaygınlaşamayacağını, değiştiremeyeceğini düşünelim? Bir anlamda iyi ve güzel bu, evet. Yani başka bir yaşamın, eşit-özgürlükçü-demokratik bir yaşamın mümkünlüğü üzerine düşünmek ve değerlerini buna göre belirlemek.

Sayının sunuşunda yarısı yılan yarısı kadın, mitolojik bir varlık olan Şahmaran’ın hikayesi var. Onun, özgür ama ihanete uğramış, katledilmiş bir kadın ‘hatırası’ olduğunu söylüyorsunuz. Ve Şahmaran’ın her şeye rağmen ‘direnen güzelliğine’ dikkat çekiyorsunuz. “Güzelliği” bunun üzerinden mi kuruyorsunuz?

Direnmenin güzelliği üzerine konuşacaktık, evet, bunun üzerinden kuruyoruz diyebiliriz. Bu sayıda Şahmeranın hikayesine ve bulduğumuz resmine vurgu yapmamızın iki temel sebebi vardı esasında. Birincisi Şahmaran’ın hala yaşayan bir mitolojik öğe olarak bizlere anımsattığı ölmenin ve öldürmenin geçmişi ve duvarlarda, yastıklarda, çeyiz sandıklarında hala inatla yaşayan anısı. Neden Şahmaran unutulmadı? Neden binlerce mitolojik öğe arasından geçmişten bugüne korunup gelebildi ve hala kadınların çeyiz sandıklarında başköşede duruyor? Bu sorunun peşine düşüyoruz. Ve cevap olarak kadınların gizli bir hazinesi olarak bir iyilik halinin temsili olarak görüyoruz. Şahmaran farklı anlatımlara sahip olsa da genel olarak şifa dağıtan bir yılan/kadın olarak bilinir ve sonsuzluğa erişmek isteyenler tarafından bilgisini çalmak için öldürülmüştür. Bu kavramsallaştırmayı önemsiyoruz. Kadınların bin yıllar önce erkekler tarafından hegemonik baskı altında tutulmaya çalışılmasının tarihi ilk büyük hırsızlık tarihidir aynı zamanda. Ve evet güzelliğin bununla kopmaz bir bağı olduğunu düşünüyoruz. Bütün baskılara ve yok etmelere karşı kadınların, doğanın kendi değerlerine sahip çıkış hali…

Peki, “iyi” ve “güzel” kavramlarının dışladığı “çirkin” ne olacak? Size göre “çirkin” nedir?

Çirkin kavramını elbette ki var olan sistemin kurguladığı hali ile bir fiziksel hal olarak görmüyoruz. Bedenlerin ve ruhların iyiyi düşünerek güzelleştiğine inandığımızı söyleyebiliriz. Kimden ve neyden bağımsız olarak… Fakat çirkini bir toplumsal değerleri yaşatamama ve bireyciliğin getirdiği hırs, öfke, nefret dünyası olarak gördüğümüzü söyleyebiliriz. Tek bir çirkin olma halinden bahsedemeyiz belki fakat savaşların, tecavüzlerin, yıkımların olduğu böylesi bir dünyada bir yandan içimizdeki “çirkin” ile bir yandan “toplumsal çirkin” ile yüzleşmek gerektiğinin farkındayız. Ne kadar “güzel” olabiliyoruz, ne kadar “güzeli” düşünebiliyoruz kendi hayatımızda ve toplumsal hayatımızda. Başkalarını düşünebildiğimiz, başkalarıyla yaşayabildiğimiz ve farklılıkları bir şans olarak görebildiğimiz noktada çirkin olma durumundan bir güzel olma haline geçebileceğimizi düşünüyoruz. Bunun için de kadınların etik değerlerinin temel mihenk olacağını düşünüyoruz. Öldürme kültürünün kök saldığı erkeklik ile yaşatma halinin kök saldığı kadın kültürünün bin yıllardır süren çatışmasından öğrendiğimiz bir durum var. Kadınlar toplumsal yaşamın bir anlamda gelişmesi, güzelleşmesi ve herkesin kendini mutlu hissedeceği bir toplum için erkekliğe karşı verdikleri mücadelede buna çok daha “yatkın”. Temsil ettikleri değerlerle erkeklerin temsil ettikleri değerler kıyaslanınca kadınların güzel olana meyilleri kuşkusuz yöntemimiz, yolumuz oluyor.

Kimin “iyisi” kimin “güzeli” kimin “doğrusu”? Bunlar mutlak kavramlar mı jineoloji için?

Elbette ki değil. Doğanın, yaşamın kendisi sürekli bir devinim içerisindeyken böyle düşünmek yanlış olacaktır. Elbette ki teker teker hepimizin güzellik anlayışı, doğruları ve yanlışları var, olmalı da… Fakat bunları “örgütleyebiliyor muyuz”? Politik anlamda bir örgütlenmeden ziyade kendi iyi doğrularımızı neye göre, nasıl seçiyoruz-belirliyoruz sorularını kast ediyoruz. Bunları bir kalıba sığdırmaktan ziyade aşkın bir güce, bir enerjiye dönüştürerek hayatı olumlayabiliyor muyuz? Günümüzde kişiler bireysel değer yargılarının toplumsal yargılardan bağımsız olduğunu düşünebiliyor mu? Bu illa ki toplum gibi düşünmek anlamına gelmiyor fakat toplumun ortaya çıkardığı, koyduğu şeylerden etkileniyoruz bir anlamda. İyiyi de güzeli de buradan öğreniyoruz. O gücü buradan öğreniyoruz. Ve değişmeyen kavram yoktur, insan değişmediği sürece… Sadece hangi kavramı, hangi düşünceyi neye göre “örgütlüyoruz” sorusunu sormanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu anlamda toplumsal kaygıların ön planda kalması “kimin” sorusunu “hepimizin iyiliği için” sorusuna sevk ediyor…



PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
1915’ten BUGÜNE | Marianna Pogosyan'ın Erzurum'dan Japonya'ya uzanan hikayesi
Sonraki Haber
Antep'teki fabrikalarda işçi kıyımı: 'Son 10 günde bini aşkın işçi işten atıldı'