Ana SayfaYazarlarElend AydınKararan bir yaz’ın kara yazısı – Elend Aydın

Kararan bir yaz’ın kara yazısı – Elend Aydın


Elend Aydın


Hangi tarafa baksam Nietzsche’nin şu sözüyle karşılaşıyorum: “Varolmanın sarılamaz yarası”. Üstelik altın harflerle yazılmış ve kaçacak yer yok! Dahası, kaçası da yok kimsenin. Zira hayat denen aldanış devasa bir “yara” olarak sereserpe yatıyor ve ben kayıp bir polen olarak savruluyorum etrafında. Tutunacak bir yer yok. Tutunmak isteyen de yok. Polen polen (Suruç şehidi Polen Ünlü’ye selam olsun) toprağa, polen polen rüzgara, polen polen her şeyin öncesindeki ve sonundaki hiçliğe; neşeli kuzey ışıklarının milyarda biri kadar kısacık olan o ışıldamaya karışarak yok olmak istiyorum. Hiçbir zerreye gerek yok, hiçbir kimliğe, isim ve adrese lüzum yok.

“Varolmanın sarılamaz yarası” (daha önce de değinmiş olmalıyım bu ‘kitâbeye’) işte, derin derin ve için için kanıyor. Hiçbir teori ve hiçbir şarkı durduramıyor, dudaklarımızda keder gülleri açıyor. Nietzsche’nin onulmaz başağrıları henüz toprağa karışmamış başlarımızı mesken tutuyor. Her şey acılaşıyor, arılar artık bal üretmiyor. “Ne acı, ne acı!” diyor tüm bayram şekerleri. Milletçe oynayan mutluluk oyunu kar etmiyor. Her şey apacılaşıyor. Nietzsche’nin uykusuz gece ve günleri bir pelerin gibi ruhu sarıyor, kaçacak yer yok! Kaçası da yok kimsenin. Deli Bilgemizin “korkunç baş ağrılarının” başımızdan başka mesken tutacak yeri yok şimdi, huzursuzluktur çanlarını çalan ruhumuzda.

Mardinli bir antik kadının eliyle alnımıza çizilmiş: “Varolmanın sarılamaz yarası”. Nereye firar edebiliriz ey gözleri karanlıklarda ışıldayan Deli Bilge! Aklın hapishanesini, hayatın kilitli mahzenini nasıl sonlandırabilir, “sarılamaz bir yara olan” bu varoluştan nasıl bir Allegro (İtalyancada ‘neşeli, mutlu’ anlamındadır ve aynı zamanda bu içerikte olan klasik müzik eserinin adıdır) yaratabiliriz.

“Uçurum uçurumu çağırır” deyip kanatsız baş ağrılarına gark ettin bizi. “Uçurum uçurumu çağırır” deyip bir çocuk papucunun altına sığabilen bir hayat’la yapayalnız bıraktın bizi. Heyhat, hayat ışıklı deliliğinden çok uzakta şimdi.

Hücrelerimizde dolaşan kemirgen karıncaların ayakları ruhumuzun delilik çiçeklerine takılıyor; yeğenim Dijle’nin duvarda asılı olan, dili dışarıda, başı noel külahlı, mutlu şaheseri; “bu yazı çok kasvetli, bu yazı çok karanlık, bu yazı çok kederli” diyor tepesinin sağ yanında çocuk aklının tanımlanamaz dehasının bir işareti olan bulutumsu, ufomsu, hayaletimsi “varlık”; olmayan yüzüyle sinsice bakıyor. Sevgili Filozofun ebedi başağrıları buluttan pelerinlere sarıyor “sarılamaz yarayı”. Duvarda asılı Allegrovari çocuk şaheseri, dışarı süzülerek nizam’a meydan okuyan diliyle, huzursuzluk karıncalarını uyandırıyor, “Huzursuzluğunuz bol olsun” dercesine.

Deli Bilge ile akıl hastanesine kapatıyorlar bizi, neşeli yazlar kilit altına alınıyor. Perde iniyor. Çılgın filozofun huzurbozan pelerini hepimizi karanlıklara saklıyor. Ama kemirgen karıncalar orada da buluyor bizi; ki bulunmak istemeyen de yok gibi.

Perde iniyor.