Ana SayfaYazarlarEmre Tansu KetenAna akım medya? – Emre Tansu Keten

Ana akım medya? – Emre Tansu Keten


Emre Tansu Keten


Türkiye’nin mevcut medya ortamını değerlendirirken ve safları belirlerken bir zorlukla karşılaşıyoruz. Direkt olarak saraya bağlı olarak çalışan medya ile AKP’ye muhalif medyanın safları çok net. Burada bir tartışmaya gerek yok. Ancak geçmişin ana akım medyasını bugün nasıl tanımlayacağız?

Türkiye’de bir ana akım medyanın varlığından söz edebilir miyiz hâlâ? Ana akım medyanın başat özelliklerinden birisi, kendisini tarafsız ve bağımsızmış gibi göstermesidir. Bütün partilere politik olarak aynı uzaklıkta olduğu algısını yaratarak ve yazarlarını çeşitli siyasi konumlanmalardan seçerek, ülkenin ortalama insanının sözcülüğünü üstlenme iddiasındadır ana akım. Bu bir yandan patronun ekonomik ilişkileri için bir hareket alanı sağlarken, diğer yandan yaptığı yayıncılığın ideolojik arka planını gözlerden saklamasına yardımcı olur.

Tarafsızlık ve bağımsızlık, tam da üretilen içeriğin ideolojik etkisini güçlendiren söylemler olarak karşımıza çıkar. Oysa ana akım, müesses nizamın, kapitalist hegemonyanın temsilcisidir. Hakim sınıfların uzun erimli çıkarları, ana akımın ürettiği içeriğin temel çerçevesidir. Bunun yanında ana akım medya kâr odaklı çalışır.

Ürünlerin satışından ve reklamdan en yüksek geliri almak için, en geniş kitleye hitap etmek zorundadır. Bunun için de tarafsızlık söylemi işe koşulur. Ayrıca, ürünün alıcı bulabilmesi için, nitelikli içerikler, kaliteli haberler de bu yayınlarda yer almalıdır (bunlar genel ideolojik çerçeveyi değiştiremez tabii ki).

Bu anlamda, ana akım medya, kültür endüstrisinin, üretim ve dağıtım noktasında, en temel direğidir. Bunlar, Batı medyası için doğru olsa da, Türkiye medyası için kısmen doğrudur. Çünkü Türkiye’nin büyük medya patronları, kâr etmeyi değil, elinde tuttuğu medya kuruluşlarıyla yatırım yaptığı diğer sektörlerde elini güçlendirmeyi seçmiştir genel olarak. Ancak, ana akımın işlevi noktasında, kategorik bir fark yoktur.

Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’de ana akım medyanın varlığının oldukça tartışmalı olduğunu söyleyebiliriz. AKP’nin iktidarının ilk dönemi, 90’ların iki büyük medya patronunun alandan silindiği bir dönemdir. Dinç Bilgin, şirketlerinin batması nedeniyle, Cem Uzan ise AKP eliyle oyun dışı bırakılmıştır.

Dönemin diğer büyük medya patronu Karamehmet ise daha geç bir tarihte, yine TMSF aracılığıyla diskalifiye edilmiştir. Bu üç grubun elinde bulunan medya kuruluşlarının ezici bir çoğunluğu havuz medyasına dahil olurken, bir kısmı iktidara yakın patronlara sunulmuştur. Bu süreçte Ciner ve Doğuş grupları, ellerindeki kanal ve gazetelere AKP komiseri yerleştirecek kadar teslim olmuştur. Hal böyle olunca, AKP’nin karşısında ana akım medya gücü olarak sadece Aydın Doğan kalmış, vergi cezaları vb. sindirme yöntemlerinin sonunda, (2015’te son bir atak yapsa da) Doğan da medya alanındaki bütün varlığını Demirören’e satıp kenara çekilmek zorunda kalmıştır.

Bu, AKP’nin ana akım medyayı ehlileştirme projesinden, ana akımı çökertme projesine geçişi olmuştur aynı zamanda. Geldiğimiz noktaya baktığımızda, ana akım olarak anılabilecek bir medya ortamının olmadığını söyleyebiliriz. Demirören, bir medya patronundan çok, bu kurumların başına nöbetçi olarak dikilmiş bir sermaye grubudur.

2011 senesinde satın aldıkları Milliyet ve Vatan gazetelerinin, o tarihten bugüne olan performansları ile Hürriyet’in şu anki haline bakıldığında, Demirören’in amacının eline geçen medya kuruluşlarını olduğu gibi ya da olduğundan daha iyi bir şekilde yaşatmaya çalışmaktan ziyade, bitkisel hayata sokarak etkisizleştirmek olduğu görülmektedir.

Öyle ki, Hürriyet’in iki sene önceye göre 80 bin tiraj kaybetmesi ve daha da kaybedecek olması onu hiç rahatsız etmemektedir. Demirören, diğer sektörlerdeki yatırımlarını güçlendirmek için medya alanına girmemiş, diğer sektörlerdeki yatırımları nedeniyle medya patronu olmak zorunda kalmıştır. Erdoğan Demirören’in “Nerden girdim bu işlere, kimin için” diyerek ağlaması herkesin hatırındadır. Sonuç olarak, AKP ana akım medyayı ehlileştirmekle yetinmemiş, ehlileşmiş bir medya ortamına dahi güvenmemiş, çareyi ana akımı çökertmekte bulmuştur. O nedenle mevcut medya ortamını iktidar medyası, iktidar tarafından kontrol edilen medya ve muhalif medya olarak sınıflandırmak en akla yatanı sanırım.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Kağıt krizi: 300'e yakın gazete ve matbaa kapandı
Sonraki Haber
Henri Lefebvre'den 'Diyalektik Materyalizm'