Ana SayfaManşetAnneni bu işe karıştırmayaydın…

Anneni bu işe karıştırmayaydın…


Arif Mostarlı


 “Seçim hakkım olsa böyle bir şey yapmaktan yine çekinmezdim, onları silip süpürürdüm. Evet, masum insanları da öldürürsünüz fakat dünya üzerinde masum insanların ölmediği bir savaş yok. Gazeteler ‘çok fazla masum insanı öldürdünüz’ diye zırvalayabilirler. Bu, ölen insanların orada bulunma şanssızlıklarından kaynaklanır.”

87 yaşındaki adam, 2002’de, yani ölmeden dört-beş yıl önce Guardian muhabiri Studs Terkel’e böyle söylüyordu. İnternet dünyasında hakkında “pişman oldu”, “ah ben ne yaptım diye ağladı” gibilerden bir sürü efsane üretilen adam, Paul Tibbets’in dedikleri buydu. Hiç de pişmanlık duymadı zaten; büyük bir oyunun zavallı piyonu filan da değildi hem. İşin ta en başından beri, Hiroşima ve Nagazaki’yi planlayan ekibin içindeydi. Hevesliydi de üstelik! Bombayı atacak uçağına annesinin adını (Enola Gay) verebilecek kadar hevesli ve gururluydu. Gerisi, o gün Hiroşima’da bulunma talihsizliğine uğrayan 140 bine yakın insanın sorunuydu!

Gözü yukarıda bir çocuk

Aynı röportajda, Terkel’in “Doktor olmayı mı düşünüyordun?” sorusuna şöyle cevap vermişti Tibbets, “Bu babamın fikriydi. ‘Sen bir doktor olacaksın’ dedi ve başımı salladım. Hepsi o kadar.”

“Hepsi o kadar” gerçekten… Paul Tibbets’te baba sözü dinleyip de doktor olacak göz yoktu zaten! Hayat söndürmenin hayat kurtarmaktan daha iyi olduğuna karar vermişti belki de. Daha 12 yaşındayken uçaklarla tanıştı ve o günden başlayarak insanların çok yüksekten insan gibi görünmediği bir dünyaya katıldı. Erişkin olduğunda artık ordudaydı ve tabii ki pilottu.

1944 yılına kadar B-29 bombardıman uçaklarını geliştirme programında test pilotluğu yapıyordu. 1944 Eylül’ünde Hava Kuvvetleri Komutanlığından çağrıldı ve generaller ile nükleer fizikçilerin bulunduğu bir toplantıya katıldı. Atom bombası projesi anlatıldı ona ve “kullanıcı olarak seni seçtik” denildi. Böylece Tibbets’in liderliğinde ekip oluşturuldu; bütün uçuş çalışmalarından Tibbets sorumluydu. Neyin ne olacağını da biliyordu. 20 bin ton TNT’lik bir patlamanın anlamını bilmeyecek kadar cahil değildi.

Cehennem günü!

5 Ağustos’ta hareket emrini aldı. 6 Ağustos’ta oradaydı. Saat sabah 8.20 sularında hedefe yaklaşıldı. Tam 09.00’da Tibbets, Hiroşima’yı gördü. Kentin üzerinde bir tur atarak hedefin her yöne eşit uzaklıkta olacağı noktayı saptadı. Bu şekilde azami katliamı garanti etmiş oluyordu. Düğmeye bastığında ise saat 9.15’ti.

Bomba şehrin 580 metre üzerinde patladı. Kuyruk topçusu Bob Caron, bir an kör olduğunu sandı. “İki dakika önce, altımızda upuzun yayılan koca kent adeta buharlaştı!” diye çığlık attı. İlk anda 70 binden fazla kişi öldü. İki ay içinde radyasyon, ölü sayısını 140 bine çıkardı. Daha sonraki yıllarda da mutasyona uğrayan binlerce kişi hayatını yitirecekti. Ve sonra da Nagazaki geldi. İki kentte ölenlerin sayısı yarım milyona yakındı.

O sıralarda Tibbets, Oval Ofis’te, Başkan Truman’ın tebriklerini kabul ediyordu. Ona ayrılan sandalye Başkan’ın hemen yanıydı. O anı şöyle anlatıyor Tibbets: “On saniye boyunca hiçbir şey söylemeden bana baktı ve sonunda ne düşündüğümü sordu. Ona ‘Sayın başkan, bana söyleneni yaptığımı düşünüyorum’ dedim. Elini masaya vurdu ve şunu söyledi: ‘Evet tam sana söylenenleri yaptın ve ben seni oraya gönderen kişiyim. Birileri sana zorluk çıkaracak olursa onları bana bildir’ dedi.”

Ah şu madalyalar…

Zorluk çıkaran filan olmadı hiç. Daha o gün, ‘Seçkin Hizmet Madalyası’nı göğsüne taktılar. Tibbets’in fotoğrafı, bugün bile hala ABD Ulusal Havacılık onur holünde asılı duruyor. Eh, kendi vicdanı da zorluk çıkarmadı zaten. 57 yıl sonra bile sorulduğunda, geceleri rahat uyuduğunu söylüyor ve “Doğru şeyi yaptığımızı biliyordum ve evet, birçok insanı öldürecektik ancak Tanrı’nın yardımıyla birçok insanın hayatını da kurtaracaktık” demeyi sürdürüyordu. Gazetelerin yazdıkları ise zırvadan ibaretti!

İnsanın bir ölüm makinesine annesinin adını vermesi size belki patolojik bir durum gibi görünebilir ama isterseniz 2002’de söylediği şu cümleleri de düşünün: “Babamın dediğine göre Miami’deki evimizde telefon çaldığında annem sakinmiş. Fakat radyoda kendi ismini (Enola Gay) duyunca sevinçten havalara uçmuş!”

Ne denebilir ki? Her anne çocuğunun ünlü olmasını ister!

Hiroşima’dakiler dahil…


İlkin Yeni Yaşam’da yayınlanan bu yazı gazetenin “Tarihin Belleği” köşesinden alınmıştır.