Ana SayfaGüncelKarışık zamanlarda yaşamak – M. Ender Öndeş

Karışık zamanlarda yaşamak – M. Ender Öndeş

Yönetmen Christian Petzold’un, Anna Seghers’in 1942 tarihli aynı adlı romanından uyarladığı son filmi ‘Transit’, Nazi Almanyası’nın baskı ve şiddetinden kaçışı, göçmenlik kavramı üzerine yoğunlaşıyor.


M. Ender Öndeş


Sinema salonuna girmeden önce, ‘neymiş bu Transit filminin mevzusu’ diye internet sitelerindeki tanıtım yazılarına baktıysanız eğer, eh, biraz şoka uğrayacağınız kesin. Orada size filmin Anna Seghers’in 1944 tarihli romanından uyarlandığı ve Almanların Fransa’yı işgal ettiği 1940’larda sıkışmış bir adamın hikâyesini anlattığı yazıyor olabilir ama daha ilk dakikalarda bile ortada bir tuhaflık olduğunu sezmemeniz mümkün değil. 1940’lar filan yok ortada; o bildiğiniz eski arabalar, eski mekânlar, koca miğferli Alman askerleri… Hiçbiri yok! Hatta filmin her sahnesinde işgalin adım adım filmin kahramanı Georg’un sıkıştığı kente doğru yaklaştığı söylense de aslında bir Alman işgali de yok ortada. Bir şey var, işgalden öte bir şey belki ama Seghers’in anlattığı şey değil o; başka türden, günümüze özgü bir işgal.Alman sinemasının önemli isimlerinden Christian Petzold’un yaptığı şey, tartışılabilir belki; kimileri filmin savruk ve merkezsiz olduğunu düşünebilir, kimileri de bir edebiyat uyarlamasının bu kadar özgür yapılamayacağını söyleyebilir ama Petzold’un başka bir şey denediği kesin. Seghers’in kendi özyaşamından bir kesiti de anlattığı romandan yola çıkmış Petzold ama zaman mekân ne varsa tuz buz ederek yapmış bunu. Almanların, kentleri işgal ederek yaklaştığı ikide birde söylense de mesela, her sahnede gördüğümüz polisler bildiğimiz robocop türü günümüz polisinden başkası değil ve kovaladıkları da bildiğimiz günümüz mültecileri. Bir kapıyı açtığınızda mesela, kalabalık ve yüzleri korku dolu Suriyeli ya da Afgan, vb. göçmenleri görebiliyorsunuz; pek tuhaf ama gördüğünüz manzara, neredeyse Anne Frank’ın defterindeki çatı katı gibi…

Belki de onlar her yerde

Tersinden bir Godot gibi işgalci Almanlar, gelmiyorlar ama geliyorlar, yok gibiler de varlar ya da belki olmaları da gerekmiyor; belki de artık her yerin Nazi işgali altında olduğunu, kenara itilenlerin ya da savaştan ötürü yaşamları parçalanmış insanların tümünün de ‘temizlenmesi’ gereken şeyler haline dönüştüğünü anlatıyor bize Petzold. Avrupa’nın son dönemdeki seçim sonuçlarına ve ırkçıların yükselişine, İtalya’ya, Macaristan’a, Avusturya’ya filan baktığınızda hakikaten de yaşlı kıtanın haritasında gamalı haç işaretli yerlerin gitgide arttığını görüyorsunuz ve bu anlamda Petzold, 1940’ları bugüne dek uzatıp bize aslında çok da bir şeyin değişmediğini söylüyor. (Yanılıyor olabilirim ama film boyunca bütün herkesin şakır şakır Almanca konuşması da bize bir şeyler anlatıyor sanki!) Film, intihar eden bir başka yazarın kimliğine (ve biletleriyle Meksika vizesine) sahip çıkarak ‘yaklaşan’ Almanlardan kurtulmaya çalışan Georg’un (Franz Rogowski) hikâyesine odaklanıyor ama bu arada, intihar eden yazarın eşi Maria (Paula Beer), kaçan bindikleri trende ölen bir arkadaşının çocuğu ve Afrikalı eşi Driss ve diğer karakterler de sürece dâhil oluyor. Böylece hikâye aslında birkaç katmandan oluşarak ilerliyor ve bildiğimiz kolay anlaşılır düz anlatımdan uzaklaşarak psikiyatrinin sınırlarına doğru ulaşıyor. Bir süre sonra, kimin nereden geldiği ve nereye, kimden kaçmak istediği bile karışıyor ve ortak özelliği köksüzlük olan insanların savruluşlarını izliyoruz.

Zorlayan bir anlatım

Neredeyse Kafka atmosferi… Marsilya bile adeta bir liman ve birkaç sokaktan ibaret, savaş, işgalciler, kaçaklar ve diğer karakterler… Hepsi ama hepsi, adeta zamansız bir ortamda soluk alıp veriyorlar. O kadar kaymış zamanlardan geçiyor ki kareler, bir an zodiak botun birinde Libyalıları filan görseniz şaşırmazsınız. Sonuçta, seyirciyi zorlayan, kafaları karıştıran ve bildiğimiz algılarımızı zora sokan, katman üstüne katman bindirerek her adımda bize bulmaca çözdüren bir film Transit. Bir yönetmenin özellikle edebiyat uyarlamalarında bu kadarına hakkı var mıdır diye sorulabilir ama bu sorunun kesin bir yanıtı yok aslında. Daha doğrusu var: Evet bir yönetmen bunu yapabilir. Özcesi, gidip izlemek lazım; karar verebilmek için tek yol bu.


Bu yazı Yeni Yaşam gazetesinde yayımlanmıştır.
Previous post
İzmir'de iş cinayeti: İki işçi yaşamını yitirdi, dört gözaltı var
Next post
Ödüllü Ermeni şair Peter Balakyan'ın Diyarbakır'dan ABD'ye uzanan hikayesi