Ana SayfaGüncelKriz ve sınıf savaşlarının sisi – Foti Benlisoy

Kriz ve sınıf savaşlarının sisi – Foti Benlisoy


Foti Benlisoy


Daha ilk perdesine şahit olduğumuz kriz, sınıflar arası güç dengelerinin yeniden şekilleneceği bir belirsizlik sürecinin kapısını aralıyor. İktisadi buhran aşağıda radikalleşme ve bir yeni mücadele dalgasına yol açabileceği gibi tersine, herkesin başkasının üzerine basarak kendini kurtarmaya çalıştığı, emekçiler arasında rekabetin kızıştığı bir sosyal paniğin de sebebi olabilir. Sınıf mücadelesinin yoğunlaşmış bir biçimi olan kriz neticesinde nasıl bir sosyal ve siyasal topoğrafyanın şekilleneceği, ancak yatay (hakim sınıf fraksiyonları arasındaki) ve dikey (temel toplumsal sınıflar arasındaki) sınıf savaşları neticesinde belli olacaktır. Bu bakımdan Clausewitz’in muharebe meydanındaki belirsizliği tarif etmek için kullandığı “harp sisi” yakıştırmasını, müstakbel sınıf savaşları için de kullanmak mümkün.

Bu “sise”, yani mevcut belirsizliğe karşın kimi varsayımlarda bulunmaktan kaçınmamalı. Öncelikle siyasal iktidarın, derinleşen kriz karşısında giderek daha dağınık ve tutarsız bir görünüm sergilemeye başladığı not edilmelidir. İktidarın bizzat kendi “ekonomik savaş” söylemini ofsayta düşüren McKinsey “kayyumluğu”, enflasyon rakamlarının çiçeği burnunda OVP’yi tekzip etmesi, mevcut dağınıklık ve yönsüzlüğün birer ifadesidir. Krizin siyasal iktidarın manevra alanında bir daralmayı gündeme getirmesi kaçınılmazdır: İktidar “yukarıda” sermaye fraksiyonları arasındaki çelişki ve çatışmaları yönetme kapasitesinde zaaflarla karşılaşacaktır. “Aşağıda”da emeğiyle geçinenlerin rızasını seferber etmekte güçlük yaşayacaktır. Mevcut kafa karışıklığı ve yönsüzlük iktidarın hareket sahasındaki bu daralmanın bir ifadesidir ve krizin sermaye fraksiyonları arasında kışkırttığı ihtilafların yönetilemez hale gelmesi, dolayısıyla da Bonapartizmin alameti farikası olan “hakemlik” işlevlerinin yerine getirilememesi olasıdır.

Dolayısıyla ilk varsayım, iktidarın sınıflar arası güç ilişkilerinde yeni bir dengeyi stabilize edecek konumda olmadığı, bütünlük ve stratejik tutarlılığa sahip olmadığıdır. Bununla bağlantılı ikinci varsayım, krizin daha da derinleşmesi halinde iktidar saflarında henüz şekilsiz halde olan “siyasal akıl” ile “teknokrat akıl” arasındaki çelişkilerin iyice kızışıp mevcut yönsüzlüğü bir kontrolsüzlüğe doğru evriltme olasılığıdır.

Böyle bir durumda de facto koalisyonun küçük partneri MHP’nin etkisinin daha da artması muhtemeldir. MHP daha şimdiden hem iktidarda hem muhalefette olmanın, yani iktidar nimetlerinden faydalanırken iktidarın olumsuz icraatlarının sorumluluğunu taşımıyor olmanın avantajlarını kullanmaktadır. “Merkez sağ” postunu bir kenara bırakıp giderek soy faşist geleneğine sarıldığı görülen MHP’nin devlet katındaki gücünü pekiştirirken paramiliter ağını canlandırma hevesine kapılması, kriz konjonktüründe beklenir bir gelişmedir. Aynı şekilde, AKP’nin “ağır çekim erozyonu”, tabanındaki çelik çekirdeğin sağa doğru daha da radikalleşmesine yol açabilir. Dolayısıyla üçüncü varsayım, krizin soldan önce evvela sağa doğru bir radikalleşmeye yol açması ihtimalidir.

Kriz alt sınıfların mevcut siyasal tutum alışlarını istikrarsızlaştırıp keskin dönüşümlere yol açacaktır. İktidarın hayat pahalılığını “vurgunculara, istifçilere” fatura etme girişimi, krizin yol açacağı öfkeyi kendi denetiminde tutma, onun siyasal bir boyut kazanmasını önlemek içindir. İşçi direnişlerinde daha şimdiden görünür olan kısmi artış, çok olumsuz ahval ve şeraite karşın aşağıdan kolektif bir reaksiyonun hiç de olasılık dışı olmadığını ortaya koymaktadır. Sınıf savaşlarıyla alakalı harp sisinin belki de en kesif olduğu alan, aşağıda şekillenecek bu tepkinin kapsam ve içeriğiyle alakalıdır. Bu başlıkta varsayım değil de ancak kehanette bulunulabilir: Siyasal solun ve sendikal hareketin mevcut dağınıklığında aşağıdan gelişecek tepkinin spontan bir karakter taşıması, “sosyal patlama” şeklinde tezahür etmesi ciddi bir olasılıktır. Bu durumda aşağıdan bir yeniden siyasallaşma Gezi’den ziyade 2001 “esnaf eylemlerini” andıracak ve esas itibariyle mevcut iktidarın tabanında çatırdamalara yol açacak, siyasal bir mecraya akamayacağı içinse hızla sorulabilecektir.

Rosa Luxemburg da 1904’te, Rusya’da proletaryanın “atomize” koşullarının otokratik rejimin ömrünü uzattığını yazıyordu. Yüz küsur yıl sonra benzer bir durumla karşı karşıyayız…


Foti Benlisoy’un bu yazısı, Yeni Yaşam gazetesinin 6 Ekim 2018 tarihli nüshasında yayımlanmıştır.



Önceki Haber
Cumartesi Anneleri eyleminde HDP'li Hüda Kaya darp edildi
Sonraki Haber
Opera sanatçısı Montserrat Caballe hayatını kaybetti