Ana SayfaKitapKürt siyasetinin küçük kara balıkları – Adnan Çelik

Kürt siyasetinin küçük kara balıkları – Adnan Çelik


Adnan Çelik


Kürt kadınlarının siyasal alandaki mücadele deneyimleri, erkek egemen sistemin karmaşık ittifakını görünür kıldığı gibi, kadınların azmini ve kararlılığını da gözler önüne sermektedir.”

Bu cümle, Ekim 2016’dan beri tutuklu bulunan Amed Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın hazırladığı Kürt Siyasetinin Mor Rengi başlıklı kitabın önsözünden. Yerel ve genel siyasette temsiliyet görevi almış, kitabın yazıldığı dönemde (Ağustos 2017-Subat 2018) cezaevinde olan ve kısıtlı imkanlarla ulaşabildiği 21 kadının yazılarından oluşan bu “deneyim aktarımı kitabı”nın içeriğini en iyi özetlediğini düşündüğüm bir cümle olduğu için alıntılamak istedim.

Kitabın girişinde “Adım Adım Yükselen Kadın Özgürlük Mücadelesi” başlıklı uzun bölümde Gültan Kışanak Kürt kadın hareketinin legal alandaki mücadelesinin kısa bir tarihçesini muazzam bir gazetecilik yeteneği ve deneyimle sınanmış bir samimiyet duygulanımı ile sunuyor. Kışanak, “Kürt kadın hareketinin zorlu yolculuğunun ilk çıkışı Diyarbakır Cezaevi’ndeki zulümle sınanmıştı” diyerek başlayan bölümde “kadınların siyasetin öznesi olamadığı gibi, konusu bile olmadıkları” 90’ların başından kadın kotasının parti tüzüğünde yer aldığı, eşbaşkanlık sisteminin yerel seçimlere bile uygulandığı ve kadın hareketinin özerk örgütlenmesinin gerçekleştiği günümüze kadarki süreçte kadınların yürüttüğü destansı mücadelenin hem bir tanığı hem de bir öznesi olarak anlatıyor.  Kendi mücadele deneyiminden hareketle Kürt kadın hareketinin siyasal alandaki deneyimini dört ana döneme ayırıyor: Partide, kadın örgütünün kurulduğu dönem (1991-2003), cins bilincinin olgunlaşma dönemi (2000-2009), yerel yönetimlerin ön plana çıktığı dönem (2004-2016) ve temsiliyetin güçlendiği dönem (2007-2015).

Bu dönemselleştirmenin 2015’te durmasının (hatta donmasının) nedeni ise belki de bu kitabın yazılma gerekçesinin ana motivasyonu. Kitaba kendi kişisel tanıklık ve deneyimleri ile ortak olan 22 kadının tamamının halkın onlara verdiği temsiliyet hakkının hiçe sayılarak “esir alındığı” bir karanlık dönemin başlangıcı çünkü 2015 ve sonrası. Planlı bir mizansen ile çoğu eşzamanlı olarak gözaltına alınan, hızlı bir şekilde tutuklama kararı çıkartılan ve neredeyse hepsi de haftalarca süren tek hücrede tecride maruz bırakılan bu kadın siyasetçilerin halen tutuklu bulundukları farklı cezaevlerinden mektuplarla Gültan Kışanak’a ulaştırdıkları bu yazılar, aslında izleri silinmeye çalışılan bir hakikat deneyiminin birer hafıza kaydı olarak duruyorlar karşımızda. 2015’den beri artan baskı ve şiddet ile beraber devletin despotik iktidarının can kırım siyasetine eşlik eden hafıza-kırım siyasetinin farkındalığı ile yazılmış olan bu metinler, kadınların gözüyle şerh düşülen üç hakikate dair tarih yazımını yeniden ele alıyorlar: Devlet, Yasa ve Erkeklik.

Kitabın yazarlarının anlatılarında ortaya çıkan en çıplak gerçekliklerden birisi devlet şiddetinin sürekliliği, kadınları öncelikli hedef olarak görmesi ve kendini her kuşağa yeniden ve yeniden göstermesi. Bütün kadın yazarların kişisel deneyimleri bize devlet şiddetinin Kürt kadınlarının legal alandaki siyasal mücadelesine yönelik “pozitif ayrımcılığı”nı gösteriyor. 2016’da gözaltına alındıktan sonra tutuklanan ve halen cezaevinde olan HDP milletvekili Çağlar Demirel’in şu cümlelerinden daha iyi bu durumu anlatan bir şey yoktur herhalde:

1980 darbesi döneminde çocuktum, evimize baskın düzenleyen askerler üzerime silah doğrultmuştu. 1991’de HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın cenaze töreninde aynı durumu yaşamıştım. 2011’de Belediye Başkanı, 2016’da da milletvekili olarak üzerime silah doğrultuldu.”

Kitaptaki her deneyim, üzerine çokça düşünmeye davet eden muazzam bir zenginlikte. Özellikle farklı kentlerden deneyimler adeta “farklı” gibi görünen ama temelde kadınlara yaklaşımda birbirine yaklaşan Kürt erkekliklerinin de bir tomografisini çekiyor aslında. Fakat özellikle Serhat bölgesinde siyaset yapan kadınların deneyimleri beni ayrıca etkiledi. Geleneksel muhafazakârlığın gücünü dinsel ve aşiretsel bağlardan aldığı ve kadının siyasete katılımının Kürt siyasal hareketi açısından da en geç ve en zor başladığı bir bölge olması ve burada siyasete dahil olan kadınların adeta tırnaklarıyla kazıyarak biriktirdiği mücadele deneyimi hayranlık ve mahcubiyet karışımı bir minnettarlık duygusu yaratıyor. Özellikle Van Erciş Belediye Eşbaşkanı iken 13 Ekim 2015’te gözaltına alınan ve ardından tutuklanan Diba Keskin’in deneyimleri beni en çarpan hikâye oldu. “Maalesef, gelenekler ve inanç, erkek egemen zihniyet tarafından kadınları karanlığa mahkûm etmek için kullanılıyor” diyen Keskin, can sıkıcı tarafın “bunların içinde bizi destekleyen, seçimlerde bize oy verenlerin de olmasıydı. Maalesef duygu olarak bize yakın olan gruplar zihniyet olarak bizden uzaktı” diyerek durumu muhteşem bir şekilde özetliyor.

Yine özellikle Leyla Güven, Selma Irmak ve Sabahat Tuncel gibi kadın siyasetçilerin kadının siyasete katılımını sağlayacak araçların geliştirilmesi ve onların örgütlenmesi sürecine dair paylaştıkları deneyimlerin inanılmaz derecede kıymetli olduğunu, aslında tam da bugünlerde bu deneyimin yeniden yaygınlaştırılmasına ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. Bu deneyimler bizi kadın mücadelesinin mutfağa hapsedilen kadınlardan başlayarak, oradan sokağa, mahalleye, şehre genişletilen örgütlenme çabasının birikimi üzerine yükseldiğini açıkça gösteriyor.

Son olarak Kürt Siyasetinin Mor Rengi, bize devlet şiddetine, süreklileşmiş istisna haline, egemenin ve ona bağlı işleyen yasanın kadına yönelik tahammülsüzlüğüne ve bütün bunlara karşı kadınların ortaya koyduğu özgürleşme mücadelesine dair çok fazla şey söylüyor. Fakat bir “Kürt erkeği” olarak kendi adıma bana en fazla söylediği ve öğrettiği şeyin Kürt erkek siyasetçiler başta olmak üzere erkeklik dairesindeki herkesin duyguda ortak ama pratikte eril zihniyete ne kadar bağlı olduğunu yaşanmış deneyimler üzerinden apaçık göstermiş olması.

Kışanak bu durumu anlatırken günümüzde artık kadına yönelik “kaba-dışlayıcı yaklaşımların yerini daha inceltilmiş, kamufle edilmiş bir egemenlik yaklaşımına bıraktığını” belirtiyor ve klasik siyaset tarzına uyum sağlayarak “birey olarak güç biriktirme yoluna giden” erkeklerin aksine kadınlar “çalışmalara ‘görev’ yaklaşımlıyla katılıyor, bu da parti içi demokratik yarışta kadınları zorluyordu” demektedir. Selma Irmak ise “kadını küçümseyen, kadının gücüne inanmayan geleneksel erkek anlayış kadar, örgütlü kadını rakip gören, onu ekarte etmek için iktidarca oyunlarına başvuran yaklaşımlar”a dikkat çekiyor.

Kışanak, Kürt kadın hareketi içerisinde mücadele yürüten kadınların çetrefilli ve zor siyaset deneyimini anlatırken kendi deneyiminden hareketle gözlemlediği şu tuzağa dikkat çekmeyi de unutmaz:

“[Kadının] özgüveni her gün, her an yeniden test edilir; tam kabul görmüşken, bunun kendisi için bir ayrıcalığa dönüştüğünü görür; ayrıcalığın konforunu yaşamaya kalkarsa, eril zihniyete bulaşan, erkekleşmiş kadın tip ortaya çıkıverir.”

Kürt Siyasetinin Mor Rengi, hem legal alanda özgürleşme mücadelesi veren Kürt kadın hareketinin içerdeki erkekliklerle ve onları kuşatan eril zihniyetle olan kavgasının bir hikayesi, hem de devlet aklı ile kuşanmış bir iktidar coğrafyasında “Kürt”, “Alevi”, “Ezidi”, “feminist” olan ama her şeyden önemlisi özne olan, kendi özgürleşme davalarının birer neferi olarak her türlü zorluğa meydan okuyan, içine doğdukları eril ateş çemberini aşarak Selma Irmak’ın harika bir şekilde dediği üzere birer “küçük karar balık gibi” özgürlük okyanuslarına akan Kürt kadınlarının ve onların yoldaşlarının (Figen Yüksekdağ vd) hikayesi.

Bu dehşetli zamanlarda kendi mücadele deneyimlerini birer hafıza kaydı olarak bizlerle paylaşarak ufkumuzu mora boyayan, kırk yıldır ilmik ilmik örülen bir mücadelenin sadece sosyolojisini yapmakla yetinmeyen, onun duygu dünyasını, emek bağlamını ve adanmışlık hakikatini de bize sunan bu 22 kadına minnetle…


Bu yazı Yeni Yaşam Gazetesi’nde de yayınlanmıştır.