Ana SayfaYazarlarEmre CakaBir devrin ilhamı: Paul Scholes – Emre Caka

Bir devrin ilhamı: Paul Scholes – Emre Caka


Emre Caka


Muhabir: Dünya’nın en iyi orta sahası olmak nasıl bir duygu?

Zinedine Zidane: Bilmem. Bunu Paul Scholes’a sorun…

Hikayemizin daha ilk bölümünde başrol oyuncusunu açıklayıp, onu en net tarif eden diyaloğu sunmamız sonraki bölümlerin merakını kesmesin. Çünkü hikaye Paul Scholes ise söylenecek çok daha fazla söz var.

16 Kasım 1974’de dünyaya gözlerini açan Scholes, henüz 7 yaşındayken futbol topu ile hünerlerini göstermeye başlar. Ancak doğuştan astım hastalığı ile doğması, dizindeki hastalık onun akranlarından geri kalmasına neden olur.

Futbola kısa vakit ayırmasına rağmen henüz o yaşında dikkat çekmeyi başaran oyuncular arasına girmeyi başarır Scholes.

Ailesinin Manchester kentine taşınması ise onun için milat olur. Elbette hiç kimse gibi kendisi de neler olabileceğini, 11 Premier Lig şampiyonluğu kazanacağını, Şampiyonlar Ligi finali oynayacağını, sayısız başarılar ve istatistikler yakalayacağını tahmin edemez.

1993 yılında Manchester United ile kariyerinin ilk profesyonel sözleşmesine imza atan Scholes, dönemin altın kuşağı ile 94 yılında ilk kez A takım formasıyla sahaya çıktığında kendisinden bekleneni yapmakla kalmaz, üstüne attığı iki gol ile Kırmızı Şeytanlar’ın galip gelmesinde büyük önem oynar.

Ardından takip eden Norwich karşılaşması ile Scholes takımın önemli isimlerinden biri olacağını kanıtlar.

Devam eden yıllarda 11 Premier Lig şampiyonluğu, 2 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, 4 İngiliz Kupa şampiyonluğu, 3 İngiliz Lig Kupa şampiyonluğu, 1 FIFA Kulüpler Kupası, 1 Dünya Kupa Galipleri Kupası ve 4 İngiliz Süper Kupa şampiyonluğuna imza atar.

19 yıllık Manchester kariyeri büyük kupalar, bireysel başarılar ile dolu olur. Peki Scholes neden hiçbir zaman bir Beckham, Zidane, Henry, Xavi, Del Piero ve ya Totti olmaz?

“Aslında golü Scholes’a yazacaksın”

Premier Lig her daim yüksek tempo, seri oyun, sert mücadele, yoğun fikstür üzerinden kendisini kurmuştur. Hatta birçok genç oyuncu için “Premier Lig’de yaptıysa X yerde de yapar” veya “İlk Premier değil de İspanya, Almanya yapsaydı sonra Premier’e transfer olsaydı daha farklı olabilirdi” yorumlarıyla karşılaşırız.

Oyunun uzun mesafede oynanmasının yanı sıra küme düşme potasındaki takımın lider takımı yenmesi, küme düşme potasındaki kulüp tribünlerinin full çekmesiyle de her daim karşılaşırız.

İşte o yoğun tempo, kaos ve sert mücadelenin olduğu ligde Scholes’u maç boyunca 5 defa ekranda görüyor olmamız onu Zidane, Beckham, Xavi olmasına engel olur. Çünkü o, metrelerce top sürmek, topa defalarca dokunmak yerine en hızlı şekilde topu ayağından çıkartıp takım arkadaşına ulaştırır ve ekrandan kaybolur.

Onun rakibe çalım attığı videoları toparlayıp bir kolaj yapsak belki de 10 dakikayı geçmeyecek görüntülere ulaşırız.

Ekranlar, sponsorlar ve medya elbette daha çok topla oynayan, güzel hareketler izleten, geçtiği rakibi bir kez daha geçmekten keyif alan futbolcuların üzerine gidecektir. Çünkü seyir zevki orada, dikkat çeken hareketler onlardadır; saç tarzında, futbolcunun karıştığı olaylarda, birliktelikleri ve verdiği demeçlerdedir… Oysa Scholes için bunlara dair yine bir şeyler toplamaya çalışsak yine pek veri geçmeyecektir elimize.

TV8’in Premier Lig maçlarını verdiği dönem. O dönemler birkaç tane de olsa bazı ligler şifresiz veriliyor, bir şeyler izleme imkanımız oluyordu. Şimdi öyle mi? NBA için ayrı, Türkiye ligi ayrı, Almanya ayrı… Özetle hepsi için ayrı fiyat seçenekleri var “futbol ülkesi” Türkiye’de.

Ömer Üründül’ün yanlış hatırlamıyorsam Blackburn maçında 60 metre uzun top attıktan sonra hücumun golle bitmesinin ardından “Aslında golü Scholes’a yazacaksın” demesi hala hafızamda. Tam da öyle bir goldü. Asist başka, gol başka isimden ancak golün hakkı tam da Scholes’a aitti.

İşte tam da bu yüzden “Dünyanın en iyisi” (kendi jenerasyonunda) diye hiçbir zaman atfedilmedi. Çünkü o Cantona gibi medyatik değil, Beckham kadar yakışıklı değil, Zidane kadar topa aşık değildi. O tamamen topu 1 saniye içerisinde arkadaşına yollamanın derdine girmiş bir ‘dünyanın en iyisi’ idi.

https://www.youtube.com/watch?v=v5wKcwzcKxw

Henüz 9 yaşında ülkesinden ayrılarak Barcelona kentine gelen Messi, Scholes hakkında, “La Masia’dayken ismi pek çok kez geçerdi. O sürekli rol model olarak gösterilir, ilham almamız gerektiği söylenirdi” diyor.

Üstün “tiki taka” sisteminin yegane örneğiydi o dönem Scholes. Tiki taka demişken Xavi ve İniesta kendisi hakkında neler demiş onlara da bakmakta fayda var.

Iniesta: Yaşayan efsane.

Xavi: Son 15-20 yılda gördüğüm en iyi oyuncu. Her şeye sahip tam bir takım oyuncusu. Takımını gole götüren final pasları verebiliyor, skora direkt katkıda bulunuyor, güçlü ve en önemlisi topu hiçbir zaman kaybetmiyor.

Vefasının karşılığı ödenemez

36 yaşında emekliliğini açıklayıp Old Trafford’dan uzaklaşırken sessiz sedasız el sallaması onu sevenlerin içerisine sinmemişti. Kim bilir, belki Scholes da Kırmızı Şeytan yönetiminden ve taraftarından çok daha fazlasını bekliyordu. Ama konuşulacak veya sitem edilecek bir durum değildi bu Scholes için.

Yaşamını zaten sade bir hayata adamış, gösterişten uzak bir aile hayatını tercih etmiş, mütevaziliği de buna onay vermiş olabilir. Hem artık ailesiyle daha fazla zaman geçirebilecek bir Scholes olacaktır. İrlanda genlerinin verdiği kriket merakı ile oyuna dalan çocuğu ile idman yapma, biniciliğe merak saran biricik kızı ile atların kulağına fısıldama şansı doğmuştur artık onun için. Otizmden muzdarip evin en küçüğü ile en sevdiği havuzun tadını çıkartabilme imkanı da ayağına gelmiştir.

Ancak işler Paul’un istediği gibi olmaz, en azından hayal ettiği gibi gitmez diyebiliriz. Manchester orta sahası sakatlıklara kolunu kaptırırken bir türlü omurgasını toparlayamaz. Peş peşe gelen sakatlıkların ardından Ferguson’un ısrarına kayıtsız kalamayan Scholes, “Kendimi hazır hissediyorum” açıklaması ile tekrardan yeşil sahalara döner, hem de 6 ay futbol oynamamasına rağmen. Bu, tüm rakiplere bir başkaldırıdır.

Yarım sezon oynadıktan sonra takip eden sezonu (2013/14) şampiyon tamamlamayı başaran Ferguson’un öğrencileri bu sefer sessiz sedasız Scholes’a el sallamamaya emindirler.

Saha içerisinde çok da görülmediği için gidişinin önemini fark edemeyen United taraftarı Scholes’un ikinci emeklilik kararında ona duyulması gereken saygının gösterilmediğini ve bunların dahi yetersiz olduğunu ispatlar.

Şimdi Scholes 45 yaşına girdi. Kim bilir “Hadi evlat” desen belki yine kalkar koltuğundan. Onu izleme şansı tekrar doğar belki de bizler için. Hem bu konuyu yazarken hem de izlerken sürekli aklıma gelir ve sorarım kendi kendime, sizlere de sormuş olayım: Sizce de biraz Kante’yi andırmıyor mu?

Kim ne dedi?

İngiltere futbolunun önemli golcülerinden Alan Sherar: “Birlikte çok uzun zaman geçirdik gördüğüm en istikrarlı ve yetenekli oyuncu.”

Manchester efsanesi ve birlikte büyüdükleri Ryan Giggs: “United’ta birçok oyuncu ile oynadım. Ancak Scholes onların arasında en iyisiydi.”

Altın jenerasyonun en popüler çocuğu David Beckham: “Madrid’de oynadığım dönemde bana birçok isim, “Scholes neler yapıyor, nasıl hazırlanıyor” diye bana Paul’u sorarlardı.”

Ve ona forma şansı veren, gelişiminde çok önemli yeri olan efsane hoca Sir Alex Ferguson: “Daha önce söylemediğim ne söyleyebilirim ki? Manchester United’ın gelmiş geçmiş en büyük beyni.”




Önceki Haber
Antik Yunan'ın ilk kadın filozoflarından Miletli Aspasia
Sonraki Haber
Yönetmen Maysaloun Hamoud ile "Bar Bahar" üzerine