Ana SayfaÇeviriİşçiler kapitalizmin “mezar kazıcısı” mıdır? – Matt Vidal

İşçiler kapitalizmin “mezar kazıcısı” mıdır? – Matt Vidal

Karl Marx, işçi sınıfının kapitalizme otomatik olarak son vereceğine inanmıyordu. Sınıf mücadelesine aktif olarak katılmanın işçilerin bilincini değiştireceğine ve nihayetinde dünyayı değiştirebileceğine inanıyordu.


Matt Vidal

Çeviri: Barış Yıldırım*


Yaygın görüşe göre, Marx’ın işçi sınıfı teorisi tarih tarafından yanlışlanmıştır. Bu iddia, Marx’taki ‘mezar kazıcılar’ argümanını esas alır.

Önde gelen endüstri ilişkileri uzmanı Paul Edwards’a kalırsa, Marx’ın işçi sınıfı teorisinin merkezindeki öngörü, “işçi sınıfında, kendi özgül sınıf çıkarlarını belirlemek ve bunlar uğruna, bilhassa da kapitalizmin yıkılması uğruna, mücadele etmek yönünde içkin bir eğilim olduğudur.” Edwards’a göre, “adına yakışır bir Marksist akım” bu tezi savunmak durumundadır.

Benzer şekilde, iş ve istihdam üzerine yaptığı yenilikçi araştırmalarda Marx’ın kavram ve kategorilerinden yoğun olarak yararlanan sosyolog Paul Thompson’ın, kendi teorisinin Marksist olmadığında ısrar etmesinin nedeni, “proletaryanın üretim sistemindeki nesnel konumunun, onu sınıflı topluma karşı çıkmaya ve onu dönüştürmeye iteceği” fikrini benimsememesidir.

Ve tanınmış Marksist sosyolog Michael Burawoy’a göre, “Marx, kapitalizme içkin belirli eğilimlerin, işçilere görüntülerin ardındaki gerçek hareketi göstereceğini iddia etti.” Burawoy’un vardığı sonuçsa, “Tarih, Marx’ın bu öngörüsünün yetersiz olduğunu gösterdi,” şeklindedir.

Şüphesiz, Marx ve Engels Komünist Manifesto‘da şöyle yazar: “Dolayısıyla burjuvazinin yarattığı şey, en başta, kendi mezar kazıcılarıdır. Burjuvazinin çöküşü de, proletaryanın zaferi de, aynı ölçüde kaçınılmazdır.” Ancak Marx’ın eserlerini daha geniş bir perspektiften okuduğumuzda, bu sözlerin retorik amaçlı olduğunu, niyetin bilimsel bir öngörüde bulunmak değil de işçi sınıfını eyleme çağırmak olduğu anlaşılır.

Manifesto politik bir broşürdür -ki ilk baskısı sadece yirmi üç sayfaydı- ve aleni amacı da işçi sınıfını eğitmek ve ajite etmekti. Bizzat Manifesto‘nun varlığı, devrimci sınıf bilincinin gelişmesinin kaçınılmaz olmadığına işaret eder; eğer hal öyle olsaydı, bu tür bir politik manifestoya da gerek olmazdı!

Mezar kazıcılar argümanı Manifesto‘nun, sadece on sayfada antik Roma’dan başlayıp on dokuzuncu yüzyıla kadar varan bir tarihsel eskiz sunduğu kısmında geçer! Kapitalizm tartışması ve kapitalizmde “kaçınılmaz” olarak yaklaşan devrim fikriyse, sadece altı sayfada aktarılır.

Marx’ın olgun dönem yazılarında mezar kazıcılar argümanı bulunmaz

Mezar kazıcılar tezi, Marx’ın olgun dönemindeki bilimsel yazılarında neredeyse hiç geçmez. İki bin küsur sayfadan oluşan, üç ciltlik Kapital‘de, Marx bu fikri sadece 1. Cilt‘in üç sayfalık bir bölümünde ele alır ve Manifesto‘da altı sayfada işlediği bu eskizi tekrar zikreder.

On Sekiz Brumaire ve Fransa’da Sınıf Mücadeleleri gibi gazetecilik eserlerindeyse, Marx gerek sınıfların iç çatlaklarını, gerekse de yapısal sınıfların birer sınıf bilinçli toplumsal harekete dönüşmesi için gerekli olan karmaşık politik ve ideolojik süreçleri derinlemesine ele alır.

Marx’ın olgun dönem bilimsel yazıları, birleşik, sınıf bilinçli bir proletaryanın oluşumu önündeki engellere vurgu yapar – işçi sınıfının vasıf ve otorite gibi eksenler boyunca bölünmesi, kapitalist kurumların sınıf ilişkilerinin üzerini örtmesi, ücrete olan maddi bağımlılık ve yaşam standartlarının artması gibi.

Madem öyle, Marx’ın işçi sınıfı teorisi nedir?

Eğer mezar kazıcılar tezi Marx’ın işçi sınıfı teorisinde merkezi bir konuma sahip değilse, o zaman onun işçi sınıfı teorisinin özü nedir?

Hal Draper’ın işaret ettiği gibi proletaryaya devrimci sınıf demek, kapitalizmin mezar kazıcısı demek, “mevcut durumun tasviri” değildi; proletaryanın “tarihsel olarak devrim yapma potansiyeline sahip bir sınıf” olarak nitelendirilmesiydi. Burjuva devrimi iktidarı azınlıktaki bir sınıfın elinde toplamıştı, proleter devrimiyse iktidarı çoğunluğu temsil eden bir sınıfa aktaracaktı.

Marx kapitalizmin sınıf yapısının, küçük bir kapitalist sınıftan ve nüfusun büyük çoğunluğunu kapsayan geniş bir işçi sınıfından menkul olduğunu öne sürüyordu. Sık sık ona atfedilen argümanın aksine, Marx, evrensel bir vasıfsızlaşma süreci sonucunda homojen, vasıfsız bir işçi sınıfı oluşacağını düşünmüyordu; kapitalizmin, vasıfsız işçiler, vasıflı işçiler ve bunların hepsini koordine edecek bir yönetici hiyerarşisi dahil olmak üzere, karmaşık bir işbölümü gerektirdiğini savunuyordu.

Grundrisse‘de Marx, işbölümü koşullarında dahi “emek-güçleri arasında bir hiyerarşi baki kalır, buna tekabül eden bir ücretler skalası da bulunur. … Bu hiyerarşinin kademeleri boyunca giderek işçilerin vasıflı ve vasıfsız işçiler olarak ayrımı ortaya çıkar.”

Kapital 3. Cilt‘te, Marx, ayrıntılı işbölümünün nasıl karmaşık bir yönetim hiyerarşisi gerektireceğini kuramsallaştırır: “Bir kapitalistin komutası altındaki işçilerden oluşan endüstri ordusu, aynen gerçek bir ordu gibi, subaylar (yöneticiler) ve astsubaylar (formenler, ustalar) gerektirir; bu insanlar sermaye adına emek sürecine komuta eder.”

Sosyolog Erik Olin Wright, Şekil 1’deki gibi, vasıf (uzman, vasıflı, vasıfsız) ve otorite (yönetici, gözetmen, otoritesiz) eksenleri temelinde dokuz ayrı kategori içeren bir sınıf yapısı modeli geliştirmiştir.

Bu modele göre, asıl kapitalist sınıf, on ya da daha fazla işçisi bulunan, kendi hesabına çalışan kişileri içerir. Bütün bir uzmanlar ve yöneticiler kategorisi, maaşlı profesyonelleri [salariat] oluşturur: Yüksek gelire sahip maaşlı çalışanlar. Maaşlı profesyoneller, asıl kapitalist sınıfla olan sıkı bağları nedeniyle, geniş anlamdaki kapitalist sınıfın parçasıdır: onlar da ücretli işçiler üzerinde otoriteye sahiptir, kurumsal politikaların belirlenmesine katılırlar ve kapitalist sistemde köklü finansal çıkarları vardır.

Geri kalan sınıf fragmanları, saatlik ücret alan işçilerden oluşur. Gözetmenler (gerek vasıflı gerek vasıfsız) genelde işçilerin (gerek vasıflı gerek vasıfsız) arasından seçilip bu konuma terfi ettirildiği için, emek piyasasında bu dört konum arasında yakın bir ilişki bulunur. Dolayısıyla da işçi sınıfını teşkil ederler.

Yukarıdaki tanımı esas alırsak, toplam işgücüne oranla işçi sınıfı İsveç’te yüzde 76, İngiltere’de yüzde 71, ABD’de yüzde 67, Kanada ve Norveç’teyse yüzde 66’ya denk gelir. Ayrıksı bir örnek teşkil eden Japonya’da, nüfusun yüzde 23’ü kendi hesabına çalışır, yüzde 53’ü işçi sınıfıdır.

Marx’ın, kapitalizmin nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkı olmayan, giderek genişleyen bir işçi sınıfı yaratacağı öngörüsü doğru çıktı. Bununla birlikte söz konusu işçi sınıfı, vasıf, otorite, kimlik ve politik yönelim gibi eksenler boyunca ayrışır. Bu, sınıf analizi ve sınıf politikaları açısından merkezi bir meseledir.

Sınıf bilinci

Marx’ın sınıf üzerine yazıları parçalıdır, ancak düzenli olarak, işçi sınıfı bilincinin ancak aktif mücadeleyle (yani aktif bir işçi hareketi ve parti örgütlenmesiyle) yayılacağını iddia eder.

Alman İdeolojisi’nde Marx ve Engels şöyle yazar: “Gerek bu komünist bilincin kitlesel düzeyde oluşumu gerekse de davanın başarıya ulaşması için, insanların kitlesel düzeyde dönüşümü gereklidir; bu dönüşümse ancak pratik hareketin içinde, yani devrimde gerçekleşebilir.”

Felsefenin Sefaleti‘nde Marx, sınıf bilincinin gelişimi için salt ortak çıkarın yeterli olmadığını savunur:

Ekonomik koşullar önce taşradaki insan kitlesini işçilere dönüştürdü. Sermayenin oluşumu, bu kitle açısından ortak bir durum, ortak çıkarlar yarattı. Dolayısıyla bu kitle halihazırda sermaye karşısında bir sınıftı, ancak henüz kendisi için bir sınıf değildi. Burada sadece birkaç aşamasına değindiğimiz mücadeleler içinde, bu kitle birleşir ve kendisi için sınıf olarak kurar kendisini.

Nihayet, Kapital 1. Cilt‘te Marx, yeniden üretimi kapitalist üretimin dışında gerçekleşen hakim ideoloji ile işçilerin ücrete maddi bağımlılığının birleşip, işçi sınıfı bilincinin oluşumunu engellediğini vurgular:

Kapitalist üretimin gelişimiye beraber oluşan işçi sınıfı, gerek eğitim, gerek gelenek, gerekse de alışkanlıklar itibariyle, söz konusu üretim tarzının zaruretlerini kendinden menkul, doğal yasalar gibi görür… Hayatın normal akışında, işçi “üretimin doğal yasaları”na teslim edilebilir, yani işçinin sermaye bağımlılığına yaslanmak mümkündür; söz konusu bağımlılık, bizzat üretim koşullarından kaynaklanır ve bu koşullar tarafından garanti edilip sürdürülür.

Marx’ın meta fetişizmi teorisine göre, kapitalist kurumlar, gerek piyasa ekonomisinin işleyişini gerekse de kârın gerçek kaynağının işçilerin emeği olduğunu gizler.

Sonuç

Özetle, Marx düzenli olarak, yalnızca aktif sınıf mücadelesinin (sendikal örgütlenme ve parti siyasetinin) işçi bilincini değiştirebileceğini iddia etti; bunlar olmadığında, işçi sınıfının büyük çoğunluğunun yaşantıladığı çalışma koşulları devrimci bir işçi sınıfı bilincinin gelişmesini sağlamak için yeterli olmaz.

Dahası Marx’a göre toplumsal kurumlar kapitalizmi doğal ve kaçınılmazmış gibi sunar, işçiler geçim için ücretlere bağımlıdır ve de kapitalizm altında işçi sınıfının bile yaşam standartları artar (ancak verimlilik artışından ve sermaye birikiminden çok daha yavaş bir tempoda).

Marx’ın ortaya attığı sorular ve geliştirdiği analitik kategoriler bugün de kapitalizmi anlamak için en iyi kaynak olmaya devam ediyor.


Tablo: Josef Mánes, Gravedigger, 1843. Ablakok / Wikimedia


Marxist Sociology‘de yayımlanan bu yazı, Başlangıç Kolektifi’nden Barış Yıldırım tarafından Türkçeleştirildi. Biz de bu yazıyı Başlangıç‘tan aldık.



Önceki Haber
Brezilya: 'Bolsonaro'nun hedefinde hafızasızlaştırma var'
Sonraki Haber
Araştırma: Muğla’daki üç termik santral 45 bin erken ölüme neden oldu