Ana SayfaYazarlarElend AydınKara delikler – Elend Aydın

Kara delikler – Elend Aydın


Elend Aydın


Derler ki insan gözü de bir tür “kara delik”tir, aldığı hiçbir şeyi geri vermez. Böyleyse bakışlarımızın kaydettiği binlerce şey nedir ve nerede kürek sallamaktadır, zamanın hangi katmanında? Bu iki “kara delik” bir gün sahiplerini de yutmaz mı? Yoksa varoluşun sırlarından biri, iki “kara delik”le başlamak ve zamanı geldiğinde onlarda yitmek midir? Peki, “zamanı geldiğinde” derken kastedilen nedir? Gelen, gelecek olan öylesi bir “zaman” var mıdır?

Adını hatırlamadığım bir filmde kadın, seri katil olan eşinden; çocuklarını da alarak okyanusun öbür tarafına kaçmış, otuz yıl önce terk ettiği tenha bir eve yerleşmişti. Ama bu yetmemişti ki kadın, yere bir çizgi çekmiş ve çocuklarına; “Öykümüz, çizginin bu tarafında başlıyor, yeni başlıyor, kötü anılar yok, geçmiş yok!” demişti. Törensel bir edayla çizginin öbür yanına, annelerinin yanına geçen çocuklar da o yeni öyküye başlamış, mutlu olmuş ama sonra onun bir “illüzyon” olduğunu anlamışlardı. Neden illüzyon? Bir çizgi çekip ardına geçerek yeni bir öyküye başlayamıyor, insan kızı ve oğlu? Çünkü ile başlayan “düz”, “doğrucu” bir cevap vermek istemiyorum ama belki geçmişe çekilemeyen “sünger” ve “çizgilerde” gözlerimiz olan kara deliklerin de rolü vardır. Her şeyi, kaçmak ya da yakalamak istediğimiz her şeyi kaydettikleri için; çekmek istediğimiz çizgilere de, başlamak istediğimiz yeni öykülere de sinsice mani oluyorlar. Belki de gözlerimiz, uzay ve zamanın iki gizli kapısıdır ve her şey “oradan” hem belleğimize hem de geçmiş ve gelecek denen illüzyona giriş yapmaktadır. Bu durumda gözlerimiz, bizden bağımsız yaşayan bir “medeniyet”, bir şato, bir masal ya da bir komşu mudur? Bu iki “gizli kapı” bize hiç sormadan her şeyi ama her şeyi görüp kaydederek ve içselleştirerek, aslında bir “yabancılaşma” da yaratmıyor mu? Mesela “gözlerimizin önüne gelmesini”, belleğimizde canlanmasını istediğimiz sayısız sahne ve görüntünün, silinmek bir yana, zaman geçtikçe daha fazla parlayarak var olması; iki kapılı zaman şatosu için bir yabancıdan öte bir şey olmadığımızı göstermez mi? Üstelik bu yabancılık bazen, tüm diktatörlerin bıyıklarını, katil sürüsünden başka bir şey olmayan ordularının; hırs, ırkçılık ve erillikten çatlayan seslerinin, kırılan insanlıklarının komedilerini bile ayrıntılarına dek kaydetmiş olmaya kadar giderek oldukça can sıkıcı olmuyor mu?

Acaba bir gün birer “yabancı” olarak bu “tanıdık şatonun” iki kapısını birden çalarak tanışmak istediğimizi ya da şimdiye biz çizgi çekmek istediğimizi söylesek “içeri” alınır mıyız? Alınırsak orada, o gotik şatoda nelerle karşılaşır, zaman ve görüntünün hangi perdesi, illüzyonun hangi veçhesiyle karşılaşırız?

Evet arkadaşlar, boşuna uzayın derinliklerindeki “kara delikler” NASA’lı ya da NASA’sız teleskoplarla “iştirak etme” düşlerini kurmayalım. Esas kara delikler bizde! Ya da Kara Delikler Alemi gözlerimizden başlayarak uzayın sonsuzluğuna doğru gittiği için bu farkındalıkla ilişkiye geçelim söz konusu alemle…

Derken bir ses duyuyorum o Alem’den: “Bir faşistin, talancı ve yalancının kara delikleri olanın vay haline!” Öyle ya, gözlerinde sevilesi ve saygı duyulası olmak istemeye hakları var.

Şatonun kapılarını çalmaya var mıyız? Belki orada da rahatsız edecek birileri vardır.