Ana SayfaÇeviriKökeni ararken: Marley, müzik ve futbol – Alan Feehely

Kökeni ararken: Marley, müzik ve futbol – Alan Feehely


Alan Feehely

Çeviri: Özgenur Aydın / Çeviri Gazetesi*


Bu sabah sokağa çıkma yasağıyla uyandım / Tanrım, esirdim de, evet / Etrafımdaki yüzleri tanıyamadım / Hepsi gaddarlık üniformalarını giymişti / Yemeğimi ver ve büyüt beni / Kök adamın atışını yapmasına izin ver / Bütün o ilaçlar seni yavaşlatacak şimdi / Varoşların müziği değil çalan / Bu gece yakacağız ve talan edeceğiz…

Bu sözlerin genel Bob Marley algısıyla alakası yok. Sadece keyiflendiren, esrar içerken dinlenecek müzik yapan ve bunlar dışında hiçbir şeye yaramayan gülümseyen bir aptal görüntüsüyle uyuşmuyor.

Çoğu kişi, bir zamanlar bu adamın The Wailers’in geri kalanının yanında ama esasen yalnız bir şekilde sakince ritimle sallandığı bir zaman olduğuna inanmazdı. Tüm gözler sahnenin ortasındaki ufak, çılgın saçlı erkeğin üzerinde olurdu, her ruh odaya dolup taşan unutulmaz baslarla birlikte adım adım hareket eder, uğursuz ritme ve onu kontrol eden sıkıca sarılı ruha saygı gösterirlerdi.

Mihaly Csikszentmihalyi akış kuramını tanımlayan psikologdur. Akış, yoğun bir şekilde odaklanmış zihinsel öğrenme halinde gerçekleştirilen eylemle bütünleşme, birey için söz konusu eylemden başka hiçbir şeyin önem teşkil etmemesi durumudur – zaman aynı hızda hareket etmez, açlık konu dışıdır. Bu bilinç akışına erişebilenler, ototelik olarak tanımlanır. Bu kelime Yunanca αὐτοτελής kelimesinden türemiştir, bu kelime de αὐτός, ‘kendi’ ve τέλος, ‘amaç’ kelimelerinden türetilmiştir.

Csikszentmihalyi açıklıyor: “Ototelik bir insanın az miktarda maddi mal varlığına ve çok az eğlenceye, rahatlığa, güce ya da üne ihtiyacı vardır çünkü yaptığı şey zaten onun ödülüdür. Başkalarının rutin bir yaşam sürme motivasyonunu koruyan dış ödüllere daha az bağımlıdırlar. Otonom ve bağımsızdırlar çünkü dışarıdan gelen tehdit ve ödüller ile kolayca manipüle edilemezler.’’

1973’te, küresel bir güç haline gelmeden önce Sly ve Family Stone, Birleşik Devletler ’in 17 günlük turunda The Wailers’ı davet etti. Ön grup olarak sahne alacaklardı ama beş gün kala Las Vegas’ın dışındaki bir yolun kenarına taşıdıkları küçük bagajlarla terk edildiler. Her gece sahne aldılar ve ev sahiplerinin yanlışlığını göstererek kalabalığı yerinden oynattılar. Marley öncülüğünde, gereksizi kesip atan ve kökü bulan bir müzikle hayret uyandırdılar – hiçbir şatafat ve büyü yoktu; karın boşluğundan gelen özgün sanat, ezoterik ruhun akıl almaz bir dalga boyunda gibi görünen bir grup tarafından gerçekleştirilirdi.

Marley, otoletiğin tanımına tam olarak uyuyor. Maddi bir fayda fikriyle değil sadece hak ettiği mükemmellik standardına göre sanat üretmesiyle, aşırı yoğunluğuyla ustalığını sürdürerek ünlendi. Çok az kişi onun ustalığını böylesine bir münzevi fedakârlıkla yaşadığının farkına varır ve hatta daha azı müziğin onun tek sevdiği şey olmadığının bilir. Bu Jamaikalı için futbol, eşit şekilde önemliydi.

Baş sanat yönetmeni Neville Garrick bunun ne kadar olduğunu şöyle açıkladı: ‘’Bob futbolu dibine kadar sevdi, eğer yeterince iyi olsaydı, müzik yerine ona ağırlık verirdi. İri bir adam değildi fakat çok agresifti. Topa her hamlesinde sertçe mücadele ederdi ve güçlü ayağına yığınla top kaybederdik. Hope Road [Marley’in Kingston’daki merkezi] bir zamanlar esasen bir stadyumdu. Saha büyük değildi ama üçe üç ve dörde dört oynadık, hatta bazen önemli milli sporcularla birlikte bile oynardık ve büyük kalabalıklar çekerdik. Oyuncu olarak zayıflığı da onun gücüydü. Çok agresif ve rekabetçiydi ve bazen aşırı rekabetçi olabilirsiniz. Fakat adam günlerce koşabilirdi.”

Trenchtown’dan yakın arkadaşı olan Dessie Smith de hemfikir olup Miami’de geçirilen zaman boyunca tipik bir günü tanımladı: ‘’Uyanır ve nane çayını alır. Esrarlı sigarasını yakabilir, İncil’i okuyabilir, yüksek bir sesli mezmur okuyabilir ya da bizimle tartışabilirdi. Ondan sonra gitarı alırdı ve ne hissettiğine bağlı olarak bir şarkı yazabilirdi. Bundan sonra biraz top oynayabilir, daha fazla gitar çalabilir, yemek yiyip gitara geri dönebilirdi. Açık havada ve bazen içerde, mutfağın içinde top oynardık. Bayan Booker [Marley’in annesi] genellikle bağırırdı: “Neden her şeyi deviriyorsunuz? Dışarıda top oynayın!”

Futbol dünyada gerçekten küresel kabul edilebilecek tek spor. Basit ve ucuzdur, Lagos’un gecekondu mahallelerinin kuytu köşelerinde de Buenos Aires mahallelerinin kalbinde ya da dar Marsilya banliyölerinde oynanabilir. Marley’in müziği benzer şekilde evrenseldir. Bu, gettonun, sokak çocuğunun mülksüzleştirilmesinin kıtaları ve ırkları aşan, asla sona ermeyen hayatta kalma savaşının ta kendisidir.

Futbol oyunu doğaldır ve Rastaman dünya görüşüne de çok iyi uyar. Onlar için Babil’in boğucu cezaların hükmüne değil doğanın kanunlarına uymak zorunludur. Hayat basit ve temiz olduğunda, temel parçalarının ital yemek ve zanaat ürünlerinin olduğu bir arena olduğunda en tatlıdır. Müzik ve futbolun her ikisi de zanaat, rekabet ve becerinin nadir ritmik araçlarından olarak nitelendirir.

Marley’e yakın olan başka kişi de Hope Road şefi Gilly Gilbert idi. Arkadaşının hayatında egzersizin hayati rolünü özetledi: “Bob egzersiz yapmayı çok severdi, bizimle antrenman yapmayı severdi. Serttik, Cane Nehri ve Seven Mile Plajı’nın her yerine koşardık. Biz on kilometre koşarsak Bob da on kilometre koşardı. Bitirdiğimizde, Gabby Dread isimli bir rasta ile birlikte balığın iyisini yerdik. O bizim için ilham kaynağıydı çünkü plajda kızarmış balık ve balık çayının yanı sıra bong şişesi de hazır olan tek adamdı. Şu anda Bob’un yerini doldurabilecek bir gösterici görmüyorum. Bu şeyi ciddiye aldı, şakacı-tiryaki değildi. Eşi benzeri olmayan özel bir şeydi.’’

İrlanda’nın Cork kentinde doğup büyürken bu radikal yaşam tarzını, temiz yaşam ve rüstik mükemmelliğin birleşimini deneyimlemeye hevesliydim, ne ortaya çıkarabileceğimi görmek için her şeyi köküne kadar irdelerdim. Üniversitede peş peşe yaz tatillerinde Atlantik Okyanusu’nun öbür tarafına, Karayipler’e seyahat edip organik tarım işçisi olarak çalışırdım. Trinidad ve Tobago’da, birçok Rastafaryanın olduğu Afrikalı çoğunluklu bir toplulukta yaşadım. Vücut öldürücü tropikal ısıya ve yoğun el işine alıştıktan sonra işi oyundan ayırmak zorlaşır. Her şey güzel bir nüans verecek şekilde birlikte akar.

Zihin, gelişmiş dünyadaki yaşamın baskılarından kurtulunca farklı bir ritme doğru hareket etmeyi öğrenirsiniz. Pala kullanarak* bambu kesmek, açıya göre darbe vurmayı öğrendiğinizde bir sanat haline gelir. Zaman içinde tropikal yağmurda kayganlaşmış çalıların içinden geçmeye çalışırken omzunuzda yer elması, yani ölü bir ağırlık taşımanın mükemmel yöntemini anlıyorsunuz. Bu engelleri aşmanın verdiği tüm başarmışlık hissi ise on yaşındaki bir çocuğun tek bir rahat darbe ile bambu kestiğini gördüğünüzde ya da yetmişlerinde bir rastanın ormanda iki kat fazla ağırlıkla kolaylıkla ilerlemesini izlediğinizde uçup gidiyor.

Güneş ufuğun altına düştüğünde bir futbol topu getirilir ve gerçek rekabet başlar. Sokakta, bahçede, boş bir alanda çıplak ayakla oynarsınız. Fiziksel olarak yerlilerle rekabet etmeyi düşünemezdim; hem güç hem tempo konusunda ciddi anlamda eksikliklerim vardı. Fakat başarılı olduğum alan geniş pas mesafesiydi. Savunmanın derinliklerinden topu alır ve oyun alanını genişletirdim, takım arkadaşlarım güçlü olmayan ama ne yapacağını bilen beyaz çocuğa kahkaha atardı.

Reggae, köke yakın olduğu kadar iyidir. Çoğu kişi türün modern, yüzeysel halinin asıl şekli olduğunu, Reggae’nin pozitif olumlamaların boş tekrarıyla karakterize edilen bir müzik okulu olduğunu varsayar. Aynı şey modern futbolla alay edenler, onun fazla para alan divaların oynadığı kurgulu bir pembe dizi ve paranın mahvettiği bir oyun olduğunu düşünenler için de söylenebilir. Fakat reggae gibi futbol da köke ne kadar yakınsa o kadar iyidir, bu güzel oyunun ruhu da o kadar saf bir hal alır.

Futbol, nefes kesici ölçüde basit spor olabilirdi ve Marley bunu anlardı. Bu damarı buldu, köken reggae’nin dünyevi titreşimleri ile iyi oynanmış futbolda yaratıcılık ve azmin evliliği arasındaki ilkel bağlantıyı kavradı. Bunu, tarihin en büyük akıllarının ortaya çıkarmakta zorlandığı duyguları düzgünce ifade eden usta bir dokunuşla sergiledi.

“Seni sevmek istiyorum / Ve sana karşı iyi olmak / Seni sevmek istiyorum / Her gece ve gündüz / Beraber olacağız / Başımızın üzerindeki çatının altında / Sığınağını paylaşacağız / Tek kişilik yatağımın / Bu aşk mı? / Bu aşk mı? / Bu aşk mı? / Bu hissettiğim aşk mı?”
–‘Is This Love?’, Bob Marley ve The Wailers, 1978

Bunların hepsi Csikszentmihalyi’nin akış, başka hiçbir şeyin öneminin olmadığı bir yeri bulma algısını doğruluyor. Marley zorlu yetiştirilme tarzı nedeniyle bu halet-i ruhiyeye kapılmakta uzmandı. Yarı siyah ve yarı beyaz bir genç olarak iki topluluk tarafından da tam olarak benimsenmedi, çoğunlukla evsiz ve aç halde Kingston’ın batı yakasında Trenchtown’da büyüdü. Terk edilmiş ve karanlık sefil bir hayattan kaçmasının tek yolu yoğun odaklanma ve boyun eğmez iradenin güçlü bir birleşimiydi, bu onun kendi ototelik kişiliğini belli etmesini ve 20. yüzyılın gerçek bir simgesi olmasını sağlayan etkili bir kokteyldi.

Müziği bu kişiliğinin bir yansımasıydı. Bir zamanlar kalbinin taş kadar sert ve su kadar yumuşak olabileceğini söylemişti ve bu, 1977’deki başyapıtı olan Exodus’da en belirgin şekilde görülüyordu Marley bir suikast girişiminden sonra Jamaika’dan kaçmış ve albümü Londra’da kaydetmişti. A tarafı yöneten kesime karşı sert bir meydan okuma; aşırılık, açgözlülük ve yozlaşmışlıklarının öfkeli bir soyutlamasıydı. Guiltiness, The Heathen ve albümün isim parçası Exodus’da, suçlayıcı bakışları isabetliydi ve affetmezdi.

Ama B tarafında direniş yolunun ana hatlarını çiziyordu. Jamming, Waiting in Vain ve Turn Your Lights Down Low, yakın arkadaşınızla ve sevgilinizin kucağında soluk ve özgürlük arayacak gücü bulmaya, kendinizi bedeninize ve zihninize bakmaya adamaya, ruhunuzu besleyen ve hayatı yaşamayı değerli kılan eylemler peşinde zaman harcamaya yönelik ebedi övgülerdi. Onun için söz konusu bu eylemler müzik ve futboldu.

Bu doğrudan basitlik, Marley’in müziğinin hepimizden daha uzun yaşamasını sağlıyor ve üniversite öğrencileri kadar gecekondu sakinlerinde de yankı uyandırıyor. Eserleri, insan varoluşunun özüne dair işitsel bir tezdir. Antoine de Saint-Exupéry’nin sözüne dikkat edersek: “Mükemmelliğe, eklenecek bir şey kalmadığında değil, çıkarılacak bir şey bulunamadığında ulaşılır.” Bu tavır onun futbol sevgisinden, FIFA 18 oynayıp koltukta oturarak değil, fiziksel olarak; zihnen, bedenen ve ruhen bağlanarak gösterilen sevgiden ayrı görülemez.


[IBWM’deki İngilizce orijinalinden Özgenur Aydın tarafından cevirigazetesi.org için çevrilmiştir.]