Ana SayfaGüncelCumhuriyet’in gizli Kürdü: Cemal Süreya – Hüseyin Kalkan

Cumhuriyet’in gizli Kürdü: Cemal Süreya – Hüseyin Kalkan

HABER MERKEZİ – Bugün, İkinci Yeni akımının temsilcilerinden şair Cemal Süreya’nın ölüm yıldönümü. Süreya aramızdan ayrılalı 29 yıl oldu. “Utanıyordum sürgünlüğümden. Hep gizledim” diyen şairin, Türkçe şiiri, “tıpkı Fırat’ın suyu gibi bir boydan bir boya bir gizli Kürt olarak kat ettiğini” söylüyor Yeni Yaşam’ın editör ve yazarı Hüseyin Kalkan. Ölüm yıldönümü vesilesiyle Kalkan’ın Cemal Süreya üzerine kaleme aldığı “Cumhuriyet’in gizli Kürdü” başlıklı yazısını paylaşıyoruz.


Hüseyin Kalkan


Cemal Süreya-Tomris Uyar beraberliği yaklaşık üç yıl sürer. İkili, bu üç yıla çok şey sığdırır; Papirüs Dergisi’nin yayına hazırlanması, birlikte şiir çevirileri. Süreya, en güzel aşk şiirlerinden bazılarını Tomris Uyar için yazar. Birbirleri hakkında doğal olarak çok şey bilmektedirler. Bir şey hariç. Bir şey vardır ki Cemal Süreya o güne kadar kimse ile paylaşmamıştır. Tomris Uyar’la bile.

Yalçın Yusufoğlu da bir anı, bir söyleşide anlatmıştı. 80’lı yıllarda Tomris Uyar bazı okumalara katılmak için yurt dışına çıkar.

“Bir dost toplantısında bir araya gelmiştik. Tomris’in Cemal Süreya ile birlikteliğini biliyordum. Doğal olarak Cemal üzerine konuşmaya başladık. Laf nereden geldi bilmiyorum, ben Cemal’in Kürt olduğunu söyledim. Tomris, çok şaşırdı. O güne kadar bunu bilmiyormuş.”

Bunu çocukluğundan bu yana herkesten saklamaktadır. Bir gün okul arkadaşlarından biri ile kavga eder, küsüşürler. Araya kim girdiyse barıştıramaz Cemalettin’i. Sınıfta tam bir kargaşa. Birden öğretmeninin sesini duyar: “Kürt damarı tuttu!” Olan olmuştur. Başını önüne eğer. Demek herkes biliyor! Öğretmen gönlünü alır. O söylediği, bir deyimdir yalnızca. İnadını vurgulamak istemiştir, o kadar. İnanır Cemalettin. Ama bir başka gün, oğlanın biri arkasından “Sümüklü Kürt” diye bağırınca dayanamaz artık. Koşa koşa eve gider, çantayı bir yana fırlatır, odaya kapanır, bütün gün ağlar. Okula gitmeyecektir!

Bir kez daha gönlü alınır. Arkadaşının davranışı kasıtlı değildir. Öfkesinden küfür olsun diye bağırmıştır öyle. O istediği kadar gizlesin, saklasın, adı çoktan konmuş: “Kürt Cemo”

“Utanıyordum sürgünlüğümden. Hep gizledim.” (Cemal Süreya, Günler, YKY, s.300) Üniversite yıllarında da bu tutumunu sürdürür. En yakın arkadaşlarından bile saklar Kürt ve sürgün olduğunu. İçe kapanık ve çekingendir. Özel hayatından hiç söz etmez.

Yalnız kişisel planda değil, siyasal alanda da uzak durur bu konudan. 1967’de Papirüs’ü çıkarırken Muzaffer Erdost’un bu sorunu ele alan bir yazısından rahatsız olur ve yayınlanmasını istemez. ‘Bu konuyu şimdi deşmeyelim, çok insan ölür sonra’ der. ‘İyi ama Kürtler yok mu?’ diye sorulduğunda da, Erdost’un tanımı ile ‘gelin gibi kızarır’ (Feyza Perinçek- Nursel Duruel, age s.69). Bir gizli Kürt olarak kateder bir boydan bir boya Türkçe şiiri, tıpkı Fırat’ın suyu gibi.

Fırat suyu bütün bir bölgeyi

Takma adlarla dolaşmak

Zorundadır

Gizlilikte bu ısrarı, sadece devletin Kürtlerle ilgili politikaları ile açıklanamaz. Ta çocukluk günlerinde, bilinçaltına ölüm korkusu sızmıştır. “Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi” (C. Süreya, Sevda Sözleri, 2007, s.81). Gözlerini açtığı bu yük vagonu, onları ailece bir bilinmeze götürmektedir. Bu bilinmez belki de ölümdür. “Üç gün içinde Erzincan’ı terk edin” diye emir almışlardır. İki jandarma eşliğinde bir trene bindirilirler.

Sürgünden sürgüne

1925 Şeyh Sait ve 1938 Dersim isyanlarından sonra çıkarılan Zorunlu İskan Yasası gereğince 500 bin Kürt, Orta ve Batı Anadolu’ya sürüldü. Çeşitli illere dağınık bir biçimde yerleştirdiler. Cemal Süreya’nın ailesi de bu 500 bin kişinin içindedir. Bilecik’e sürgün edilirler. Zorunlu ikamet süresi 20 yıldır. Altı ay sonra annesi ölür. Babası da sürgünde ölür. Yük vagonunda sürgün yerine doğru yol alırken, aile büyükleri öldürülmeye götürülüp götürülmediklerini tartışmaktadırlar.

“Nereye götürüldüklerini bilmiyorlar. Hepsini ölüm korkusu almış. Ayten, annesinin kucağında, henüz 6 aylık. Perihan eteğine yapışmış. Cemalettin bir yere kıvrılmış, uyuyor pozunda. Aslında dikkat kesilmiş dinliyor. Büyükler, çocuklar duyup da ürkmesin diye fısıltıyla konuşuyorlar. Babasıyla amcası tartışıyor. Babası, ‘Yok canım, öldürecek olsalardı öldürürlerdi.’ diyor.” (F. Perinçek-N. Duruel, age., s.18)

Sürgünün hedefi Birecik şehridir. Bu adı hiç duymamışlardır. Aile kendilerine verilen tek odalı eve yerleşir. Okul çağına gelince, babası onu, zorunlu ikamet yerinden ayrılması yasak olmasına rağmen, okuması için İstanbul’daki akrabalarının yanına gönderir. Herhangi bir tepki gelmeyince de aile peyderpey İstanbul’a taşınır. Ancak bu uzun sürmez, bir gece evi polis basar.

Suç, zorunlu ikamet yerini izinsiz terk etmektir. Bütün aile Sansaryan Han’da geceler. Sonra?

“O sıra küçük kız kardeşim daha beş yaşında, büyük annem ise en az altmış beş. Kafese konmuş, saçı sakalı uzun dev gibi bir adam anımsıyorum. Tahta sıranın üzerinde uyumuştuk. Ertesi gün jandarma refakatinde sürgün yurdumuz olan Bilecik’e posta edildik. Ben kaç yaşındayım,? On birin içinde… Utanıyordum sürgünlüğümden. Hep gizledim.” (C. Süreya, Günler, 2002, s.300)

Kürt olduğunu gizler ama, bu yaşadıkları onun şiirini besleyen kaynaklardan biri olur. Lirizm ve mizah el ele gider. En güzel aşk şiirlerini yazma duyarlığını bu yaşadıklarından edinir. Bütün bir Türkçe ırmağını ve yekpare Cumhuriyetin tahtını gizli bir Kürt olarak geçer. Bu konudaki ketumluğu 80’lere kadar sürer. Bu yıllarda, her tarafta Kürt ve sürgün olduğunu anlatmaya başlar. “Oğlunun , nüfus kaydında adı ‘Memo’ olarak yazılan tek Kürt olmasıyla övünecek. ‘Kadıköy’ün Kürdü’ diyecek ona.” (F.Perinçek-N. Duruel, age., s.69)

1987 yılında, Ece Ayhan’la gerçekleştirdiği bir söyleşide şöyle der: “Ortaokulu bir serçe kentte okudum. Bilecik’te. Ailemiz sürgündü orada. Parasız yatılıydım. Yani hem sürgün hem parasız hem yatılı.” (Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı, s.174)

9 Ocak 1990’da “üstü kalsın” diyerek yaşama veda etti…

“Üvercinka” adı nerden gelir?

“Üvercinka” Cemal Süreya’nın ilk şiir kitabı. Şubat 1958’de Yeditepe Yayınları arasından çıktı. Cemal Süreya bu kitap için 150 lira telif ücreti aldı. “Üvercinka” büyük bir ilgiyle karşılandı, altı ay sonra ikinci baskısı yapıldı. Yılın Yeditepe Şiir Armağanı’nı Arif Damar’ın İstanbul Bulutu’yla paylaştı.

Cemal Süreya, “güvercin kanadı”ndan kısaltarak elde ettiği bu sözcükle ilgili açıklamasında, hem kitaba adını veren şiirin esin kaynağı sevgilisine -ki artık ayrılmışlardır- üstü örtülü bir mesaj gönderir hem de İkinci Yeni’nin getirdiği sözcük düzenine değinir:

“Üvercinka anılması güvercinle karışık bir ad. Bir kadın adı. Barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram. Kitaba ad olarak seçmeme gelince, bunun iki nedeni var. Birisi belli: Günümüz şiiri, bu arada benim şiirim kelimeyi zorlayan bir şiir. O adla şiirimi özetlemiş ya da bir parça belirtmiş oluyorum. Şiirimden ufak, ama anlamlı bir kesit vermiş oluyorum galiba. İşin ikinci nedeni son derece özel, salt günlük yaşama ilişkin bir şey.”

“Üvercinka”nın şiirimize öz ve biçim açısından getirdiği yeniliği ise tek sözcükle özetler: “Şok. O kitaptaki çok şiirimde şok etkisi aradım. Sonra dile büyük bir yaslanışım var. Humour var. Kusurlu şiirler, biliyorum. Kusurlu olmalarını istedim.”

İkinci Yeni Şiiri’ni anlamsız şiir olarak niteleyen Asim Bezirci bile Süreya’ya bir ayrıcalık tanır. Bezirci şunları yazar şair için:

“Bir ara Muzaffer Erdost, Cemal Süreya için ‘genç ozanlarımızın en güçlülerinden biri’ diye yazmıştı. O günlerde pek aşırı bulmuştum bu yargıyı. Gelgelelim Üvercinka’yı okuduktan sonra başka türlü düşünür oldum. Hele, Cemal’in kendisiyle tanışınca daha da değişti kanılarım. Gerçi şimdi de takıldığım yanları çok, ama gene de söylemeliyim: Erdost haklıymış! Cemal, kuşağının en güçlü şairlerinden biri, hatta en güçlüsü.” (A’dan Z’ye Cemal Süreya, Nursel Duruel [haz.] YKY)


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Dolar/TL 5.50’yi aştı
Sonraki Haber
Erdoğan: Reformlarımızla basın daha demokratik ve özgürlükçü