Ana SayfaKitapUygarlığın harabelerinde dalgalanan kaos bayrağı – Ramazan Kaya

Uygarlığın harabelerinde dalgalanan kaos bayrağı – Ramazan Kaya


Ramazan Kaya


“Bütün büyük yapıtlar kaostan fışkırır ve bütün küçük yapıtlar düzenden doğar, varlığın hiçbir volkanizmasını üretmeyişleri de bu yüzdendir.”

Antoni Casas Ros, “Karanlığı Arşınlayanlar” (Sel Yayıncılık, 2019) romanında, bizi yine varoluşun karanlık sularında yüzdürüyor, tekinsiz diyarlarda yalnız ruhlarla yoldaş kılıyor, aşkın ve arzunun ateşini durmadan harlıyor, kanlı bir nekropole dönüşen uygarlığa karşı karanlığı arşınlayanların, duvarları tırmananların isyan bayrağını neşeyle dalgalandırıyor.

“Estetik Araştırmalar Bürosu” isminde bir kuruluşun, umutsuz bir yazar olan Antoni’yi işe almasıyla başlayan roman, yüksek ritmini hep koruyarak isyanın ve erotizmin dalgaları arasında meçhul limanlara ve topraklara yelken açıyor.

“Estetik Araştırmalar Bürosu”nun temel amacı da bir hayli ilginç. Bir yıl boyunca finanse ettiği genç yazarlardan dünyayı salt estetik bir ölçüte göre betimlemelerini talep etmektedir. Hiçbir düzen ya da ahlak kavramını dayatmayan bu kuruluş, temel amacını şöyle özetliyor: “İç dünyayı anlatan bir serüven bu. Biz gelecek kuşaklara bir iz bırakmak istiyoruz sadece: Sizin algıladığınız biçimiyle dünyanın bir dizi fotoğrafı ya da röntgeni, hiç kimseye yazılan uzun bir mektup” (syf,12).

Antoni bu serüven dolu yolculuğa yalnız başına değil, özel araştırmalar sonucunda izini bulduğu Anca ile birlikte çıkar. Anca, Amerikan püriten ahlakına duyduğu nefretten ötürü geceleyin vajinasına kırmızı boya sürerek ip ve halkalı kancalar yardımıyla New York caddelerindeki duvarlara tırmanıp organının baskısını duvarlara çıkaran ve bu eserlerini numaralandırarak imzalayan bir street sanatçısıdır. Anca’yla yollarının çakışması, hem tutkulu bir aşka vesile olur hem de kaosun estetiğini konu alan hikayeleri birlikte yazmalarını kolaylaştırır. Anca’nın bu yolculuğa dahil olmasının asıl amaçlarından biri de uzun zamandır kayıplara karışmış, görünmezliği seçmiş ve Meksika’da yaşadığı tahmin edilen Tòma Emin adında bir yazarla bir televizyon kanalı için kapsamlı bir röportaj yapmaktır.

Yolculuk tam anlamıyla bir sefahat âlemine dönüşüyor veya göğün maviliğine bir tür pike. Arzu dalgalarında yankılanan esrik bir çığlık. Sözcüklerin müziğinde dans ediyorlar, bedenleri gelecekteki bir yapıta gebe kalacakmışçasına her yerde uzun uzun sevişiyorlar. Şeytanın ve cinselliğin inine giriyorlar. Düşlerinde dünyayı havaya uçuruyorlar. Gecenin koynunda, okyanus kıyısında uzun yolculuklara çıkıyorlar, hazzın verdiği nefis duyumla daktilo başına geçip, uygarlığa musallat olan olaylardan, mitolojilerden, canavarlardan ve insanlardan hikayeler devşiriyorlar. Amerika toprağını aidiyet hissettikleri bir ülke olarak değil, birbirlerine karıştırdıkları yaratımların efsanevi mekanı olarak deneyimliyorlar. “Riayet zehrinin ve istila paranoyasının panzehiri olarak!”

Hindistan’da bir halk ezgisinde şöyle bir dize geçer: “Uçmak istiyorum, ama kader kanat vermiyor bana.” Ross, her romanında olduğu gibi bu romanında da karakterlerine kanatlar veriyor, sonsuzluğun göğünde uçmalarını sağlıyor, kaderin soldurduğu hayatlarına çalım atmalarını coşkuyla selamlıyor.

Ancak bu roman alışık olduğumuz anlatı tekniklerinin dışına çıkarak, anlatının doğrusallığını ve yapay süreklilikleri bertaraf ediyor. Belli bir olay örgüsü veya bazı karakterler doğrultusunda takip edilmesi mümkün olmayan zor bir metin. Metinlerarasılığa, dadacılığa ve gerçeküstücülüğe kanat çırpan, gerçekle hayallerin iç içe devindiği, yamyamların, zombilerin, tanrıçaların ve modern uygarlığa nefret kusan kimi yazarların, devrimcilerin, manifestoların yardıma çağırıldığı, sahne aldığı, yapıtlarından kısa alıntılarla ışık saçtıkları çok katmanlı bir metinle karşı karşıyayız. Yazarın zaten “gerçekçi” olmak gibi bir derdi olmadığı gibi, onun için “gerçeklik, sözcüğün gölgesidir. Bu çağda gerçekle kurmaca arasında artık bir sınır kalmamıştır. Hakikat yoktur, uydurduğumuz her şey gerçektir. Hakikat, defalarca tekrarlanmış Yalan’dır.”

Yolculuk tüm görkemiyle devam ederken kendilerini “Görünmezler” veya “Kozmik Yıkım Merkezinin Görevlileri” olarak nitelendiren anarşist bir hareketin şiirsel terörizm eylemleri de dünyayı her gün sarsmakta, soluğu kesik uygarlığı bir kan tufanına boğmaktadır. Bu hareketin somut bir yeri, adresi olmadığı gibi, uygarlığın tüm yapıları ve uyuşturduğu kitleler hedef kapsamındadır. “Büyük Devrim” hedefine bağlı olan bu hareketin pek çok ülkede temsilciliği vardır. Ana hedefi bütün yapıların nihai patlamasını hızlandırmak, uluslararası para sistemini çökertmek, küresel finans mekanizmasını yerle bir etmek. Devrimci yapılar görünmez nitelikte, iletişim sadece sözlü ve doğrudan yapılmaktadır. “Akıl yürütmezler, eyleme dönüktürler. Kalabalık fikrinden hareket etmezler. Çünkü kalabalık reflekslerine hâkim değildir. Gösterdiği tepkiler cesurca ya da canice, kahramanca ya da korkakça olabilir ama her zaman buyurucu niteliktedir. Kalabalık önceden tasarlamaz. Tepkilerin hoyratlığı ve beklenmedik niteliği ile önderlerin elinde tehlikeli bir silaha dönüşür. Kalabalık psikolojisi, bilinçdışı bir kişilik lehine bireyin bilinçli kişiliğinin geçici olarak silinmesidir.” Hareketin çağrısı ve uyarıları keskin bir vahiy niteliğindedir: “Katılacağınız yıkım kozmostan geriye sadece kömürleşmiş bir atom bırakacak. Tanıdığınız dünya sözcüklerden beslenen Iarvamsı varlıklarla dolu. Cesaretin, yalnızlığın ve sessizliğin yokluğunda icat ettiniz iyi ile kötüyü. Doğan, hareket eden ve mutlak olana ulaşmadan ölen kuklalarsınız sadece. Boşluk içinize işlediğinde yıkım gerçekleşecek. Her şeyden vazgeçin, son dem yaklaşacak. Zihinleriniz çok geçmeden deliliğin hücrelerini tanıyacak.” Öldürülen yüzbinlerce insan, yıkımın habercisi, yaklaşmakta olan kaotik dünyanın kıyamet alametleri olarak görülmektedir.

Peşine düşülen gizemli yazar Tòma Emin, aslında yıllardır görünmezlik perdesine sarılı şekilde yaşayan, dolaşımda tek bir fotoğrafı bile bulunamayan, cilalı uygarlık çağını, gösteri dünyasını reddeden Antoni Casas Ross’un bizzat kendisidir. Haliyle mülakat süresince söylediği her şey yazarımızın da anarşist fikirlerinin kristalleşmiş bir halidir. Emin, uzun bir zamandır gömüldüğü yalnızlıktan korkmamaktadır. Onu korkutan şey, insanların taktığı maskeler, bu sahte tebessümler ve ikiyüzlülüktür. Bu çağda anlaşılmanın zorluğundan, yazınsal ve toplumsal kalıplardan, insanlar arası ilişkileri idare eden egoizmden, her şeye bulaşan BEN kirliliğinden kaçıp kendi iktidarını kurduğu küçük dünyasında yaşaması bir gönüllü tercihtir.

Vakti zamanında ABD’deki akademik dünyaya dahil olma isteğinin sebebini, öğrencilerine kaosun güzelliğini, sonsuz mayalanmalarını, organik kuvvetini keşfettirmek olarak açıklar. Ona göre, “Kaos korkusu Amerika’da kültürün öyle bir parçası ki her şey kaostan sakınmak üzere yapılmıştır.” Çünkü “başkalarının topraklarını çalanlar istilacıdan daima korkar.” Etkisiz dogmatik sol hareket de yazarın keskin dilinden nasibini alır. “Her türden gelecek hayalinin hezeyan ya da sahtekârlık gibi göründüğü, dermansız kalmış çağların ortasında dogmaların borazanlığını yapmak pespayeliktir. Yakaya bir çiçek takıp hikâyenin sonuna doğru yol almak zamanın akışında tek onurlu davranıştır.”

Amerikan edebiyatını uzun bir gevezelikten ibaret gören ve yazarların televizyona çıkmasını da büyük bir utanç olarak değerlendiren gizemli yazarımız için tek istisna heybetinden ve saygınlığından hiçbir şey kaybetmeyen Cortàzar’dır. Cortàzar’’ın yapıtlarının bugün hâlâ bizi etkileyen özelliği, “dili sonsuzluğun bir tezahürü olarak gören ve kişiyi kendini keşfe götüren bitimsiz bir mücadele” olarak ele almasıdır. Daha bir çok konuda yazarın ışıldayan zekasından, keskin gözlemlerinden fışkıran çarpıcı analizler okumak mümkün. Bu röportaj, romana hayat veren, yazarın önemli konulara ilişkin fikirlerini (iktidar, medya, piyasa, edebiyat, yalnızlık) özetleyen çok keyifli bir parantez oluşturmaktadır. Ayrıca roman, yazarın etkilendiği, varlığına şükranlarını sunduğu yazarların ve yapıtların heybetli bir edebi geçidi gibidir.

Milan Kundera “Roman Sanatı” isimli (Can Yayınları, 2002) deneme kitabında: ”Romancı ne tarihçidir, ne de peygamber: O varoluşun kaşifidir” der. Antoni Casas Ros, günümüzde bu tanımın en lâyık karşılıklarından biridir şüphesiz. Onun eserleri (Almodovar Teoremi, Enigma, Son Devrimin Güncesi, Karanlığı Arşınlayanlar) bir benlik genişletme deneyimidir, farklı tanıma biçimlerine davettir. Kendimize farklı bir ışık altında bakmamızı sağlar, çoğul kimlikler arasındaki sürtünmesiz, pürüzsüz yüzeyi aşındırır, kurmaca karakterleriyle bir-oluş, güçlü bir bilişsel yeniden düzenlenmenin eşlik ettiği bir yakınlaşmayı mümkün kılar. Benliğin diyalojik ve ilişkisel bir tarzda kurulduğunu, herhangi bir kimliğe değişmez bir öz atfetmenin temelsiz olduğunu, o coşkuyla ötekiliğe teslim oluş deneyimleriyle serimler. Çünkü tanımak sadece bilmek değildir; aynı zamanda bilme ve bilinebilirliğin sınırlarıyla, kendini algılamanın nasıl ötekinin dolayımıyla gerçekleştiğiyle ve ötekiliğin benlik tarafından algılanışıyla da ilişkilidir. Ayrıca siyaset teorisyenlerinin de dikkat çektiği gibi, tanıma salt kamusal düzeyde bir kabul edilmekten ibaret değildir, aynı zamanda bir varoluşun değerinin onaylanmasıdır. Kadınlar, azınlıklar, LGBTİ hareket, zorbalık ve marjinalleşme tarihine karşı çıkarken, kendi ayrısılıklarını olumlama ve bunun başkaları tarafından olumlanmasını sağlama amacı da güderler. Tanınmak, bu anlamda, kişinin kendi farklılıklarının fark edilmesini sağlamak anlamına değil (zira bunlar daima fark edilmiştir), bu farklılıkların arzu edilir ve değerli addedilmesini sağlamak anlamına gelir.

Edebiyatın sihirli güçlerinden biri de, bütünüyle yalnız olmadığımızı, bizim gibi düşünen, hisseden ve yaşayan başkalarının da olduğunu doğrulayarak, belki de başka hiçbir yerde bulunamayacak bir teselli ve dinginlik sunmasıdır. Bu yakın ilişki kurma deneyimiyle kendimizi kabul görmüş hissederiz, görünmezlik korkusundan, görünmüyor olmanın dehşetinden kurtuluruz.

Ros’un romanlarının temel özelliği, “Ben”in o ana kadar olduğundan başka bir şeye dönüştüğü ve daha önce düşünebildiğinden başka düşünceler içine girdiği kendine has bir töz-değişimidir.

Casas Ros’u okumak, ihlal edici bir ürperiştir.

Previous post
Çin'de fabrikada patlama: 40'ı aşkın kişi yaşamını yitirdi
Next post
Karınca öneriyor: İstanbul Film Festivali’nde hangi filmleri izlemeli?