Ana SayfaYazarlarİbrahim AslanYaşam ve ölüm diyalektiği – İbrahim Aslan

Yaşam ve ölüm diyalektiği – İbrahim Aslan


İbrahim Aslan


“Ölüm tecrübesine kendini çok erken açmış olan, bir daha kapayamayacak, içinde yara gibi açılan akciğeri gibi, onunla nefes alacaktır.” – Elias Canetti

“Ceset, kendisinin imgesidir. Görünürlüğe geldiği bu dünyayla sadece bir imge ilişkisi içindedir; karanlık olasılık, mevcut gölgelerin canlı biçimlerinin arkasında; şimdi, bu biçimden kopacağına, onu gölgeye dönüştüren.” – Maurice Blanchot

Yaşamın kutsallığı, sadece insana ait bir durum ya da dini çerçeveden baktığım bir olgu değil. Tüm canlıların yaşamının bir anlamı vardır. Kutsal olan özellikle insan açısından bu yaşamın nasıl yaşandığı ve nasıl sonuçlandığıdır. Yaşamı kutsal kılacak olan nasıl yaşadığımız ile doğrudan ilgili bir gerçekliktir.

Yaşam kadar ölüm de özellikle bizim coğrafyamızda büyük değer atfedilen bir son ya da başlangıçtır. Yaşanılanın sonucu olan ölüm, birçok kültürde çeşitli biçimlerde yüceltilir. Ancak asıl yüce olan ölüm, bireyin geleceğe bir yaşam imgesi olarak kalmasıyla ilgili bir durumdur.

Elias Canetti’nin belirttiği gibi, ‘Ölüm tecrübesine kendini erken açmış olan’ bir coğrafyanın ve kültürün insanlarıyız. Bazen değil çoğu zaman özellikle politik mücadele yürütürken ya da kendi kültürümüzü yaşatmaya çalışırken, bunun için yaşamını verenlerin ölüm imgeleri üzerinden hareket ediyoruz. Nefes alıp verirken, bu ölümleri düşünerek bir yaşam gerekçesi oluşturuyoruz.

Geçmişten bizim zamanımıza bizim zamanımızdan geleceğe aktaracağımız bu ölüm imgesi, yaşamımızın esaslı bir parçası olarak hayat buluyor.

İçerisinde geçtiğimiz günler de, ölümleri geleceğe imge olarak aktarılacak olan insanların yaşamlarıyla şekilleniyor. Yaşamlarını kendi bireysel dünyalarından çıkarıp, yaşarken ‘ölüm tecrübesine açanlar’ gelecekte bir imge olarak yaşamaya ve yeni yaşamlara nefes olmaya devam edecekler.

Bunun içindir ki, yaşamları sadece yaşadıkları ile sınırlı olanlar, kişisel çıkarlarından ötesini düşünmeyenler ve iktidar olanlar, en çok ölümleriyle gelecekte bir yaşam imgesi yaratacak, bir nefes olacak olanlara saldırıyor. Mezarlarını tahrip ediyor, cenazelerini topraktan çıkarıyor, cesetlerini yerlerde sürüklüyor. Bu ölümleri günü birlik düşünerek, gelecekte yaratacağı imgeyi sonlandıracağını düşünüyor.

Ancak bunun nafile bir çaba olduğunu tarih defalarca ispatladı. Milyarlarca yıllık yaşam, diyalektik olarak birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır. Ölüm ve yaşam diyalektiği, birbirini var eden zıtların birliğinin en güzel örneğidir.

Yaşama tutunmanın nedeni ölüm, ölümü var eden ise yaşamdır. Yaşamlarını sadece ölüme karşı korumaya çalışanlar ile ölürken geleceği var etmeye çalışanların arasında büyük bir uçurum vardır.

Yaşamı var etmeye çalışanlar, gelecekte yeni yaşamlara nefes olan bir imge olarak var olacaklardır. Yaşamlarını sadece ölüme karşı korumaya çalışanlar ise, yaşam ve ölüm diyalektiğini kavramadıkları için bir ceset olarak toprağa karışıp çürüyeceklerdir.