Ana SayfaÖzelÖcalan’ın mesajları nasıl okunmalı? – Reha Önal

Öcalan’ın mesajları nasıl okunmalı? – Reha Önal

Öcalan’ın mesajlarını seçimle bağdaştırmak sığlık, güncel siyaseti aşan bir tavrı var. Ortadoğu ve dünya sorunu haline gelmiş Kürt meselesini ve genel demokratikleşme problemini iç içe geçirirken, bugüne kadar iflas etmiş diğer yaklaşımların da eleştirisini yapıyor. Çözümü ve onurlu barışı sadece iktidarlar üzerinden ele almayan, toplumu ve demokrasi güçlerini Kürt sorununun çözümünde muhatap kılmaya çalışan bir siyaset tarzını hakim kılmaya çalışıyor.


Reha Önal


22 Mayıs’ta İmralı’ya giderek PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşen avukatları, müvekkillerinin mesajını kamuoyu ile paylaştı.

Öcalan bu mesajında açlık grevi ve ölüm orucunda olanlara ‘eylemi sonlandırın’ çağrısı yaptı. Çağrı sonuç da verdi, açlık grevleri sonlandırıldı.

Ancak 22 Mayıs görüşmesinde PKK liderinin öne çıkan tek mesajı bu değildi.

2 Mayıs’taki görüşmede, çözüme kapı aralayan 2013 Newrozu’ndaki tutumuna işaret eden Öcalan, “demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç olduğu” vurgusunda bulunmuştu. 22 Mayıs görüşmesinde de bunun altını çizdiği görülüyor.

Avukatlarının aktardığına göre Öcalan, ‘2013 yaklaşımı ve duruşunun Türkiye’de yarattığı ortamı ve umudu herkesin bildiğini ve bu mesajının daha fazla tartışılması gerektiğini’ ifade etti.

“Daha önce paylaştığım 7 maddelik metin önemli. Bunların Türkiye siyasetinin temel değerleri haline gelmesi için üzerime düşeni yaparım. Toplumsal uzlaşı, demokratik siyaset, demokratik müzakere ve onurlu barışın tartışılması Türkiye’nin temel ihtiyacı. 2013 yaklaşımı ve duruşunun Türkiye’de yarattığı umudu herkes biliyor. Bu mesaj daha fazla tartışılmalı.”

Mesajının tüm demokrasi güçlerine, Türkiye’nin her yelpazesindeki siyasi yapılarına ve devlete olduğunu söyleyen Öcalan’ın, “Tüm çevrelerden nasıl bir karşılık verileceğini 30-40 gün sonra anlarız” dediği, şu an hiçbir çevrenin tutumu için herhangi bir yorum yapmadığı da aktarıldı.

Güncel siyasete sıkışmıyor

Öcalan’ın “30-40 gün” vurgusuyla işaret ettiği şey, tarihsel ve derin sorunlara güncel siyasetin zirve yaptığı dönemlerde kalıcı çözümler üretilemeyeceği gerçeğidir. Elbette ki ülkede olası demokratik nüvelenmeler ve çıkışlar bağlamında seçim, hele hele İstanbul seçimi tarihsel önemdedir. Ancak belirtmek gerekir ki iktidarı ve muhalefeti ile Türkiye’deki hakim siyasal gelenek, seçim dönemlerinde daha çok oy endeksli ve o günün başarısına odaklandığından, temel sorunların çözümüne dönük stratejik yaklaşımları da fazlasıyla sakatlayan bir durum oluşturuyor. Örneğin bırakalım ülke sorununu, bir bölge ve dünya sorunu haline gelmiş Kürt sorununun çözümüne seçim süreçlerinde iktidar ya da muhalefet partilerinin köklü çözüm ürettikleri görülmüş müdür? Ya da bu konuda ezberleri bozan söylem ve eylem geliştirdikleri? O nedenle kendisinin kamuoyu ile paylaştığı metinleri, sığ ve palyatif çözüm üreten siyasetten kurtulma ve stratejik olarak demokratik siyaseti toplumsallaştırma ve bunun politik, ahlaki, zihni ve kültürel çözümünü dayatan bir derinliğe davet etme olarak yorumlamak gerektiğini düşünüyorum.

Öcalan olmadan Öcalan’ı, Kürt olmadan Kürtleri fütursuzca tartışan egemen bakış açısını da gözeterek, Kürtlerin ve kendisinin bunlara malzeme edilmemesi noktasında bir farkındalığı ve uyarıyı içeriyor mesajları. Ondandır ki özellikle “bu metin bir müzakere ya da mutabakat metni değildir” deme ihtiyacını duymaktadır. Her türden toplumsal ve politik gerçeğin, siyasal ihtirasların ve emellerin malzemesi yapıldığı bu çoraklık zemininde, onurlu barışın ve demokratik çözümün toplumsallığını yeşertmeye çalışmaktadır.

Özetle Öcalan’ın yoğunlaşma düzeyi ve çözüm perspektifi, gündelik siyaseti aşan bir demokrasi programı ve bunun ilkelerini oluşturma çabası olarak anlaşılmalıdır. Elbette ki İstanbul seçimleri faşizme ve gericiliğe karşı demokratik mevzilenme-güçbirliği anlamında önemlidir. Ancak bir Ortadoğu ve dünya sorunu haline gelmiş Kürt meselesini sadece yenilenen İstanbul seçimleri bağlamında tartışmak, oldukça sığ ve pragmatist bir yaklaşım olacaktır ki, bu yaklaşım kendi içinde sorunların çözümünü ıskalar ve bu yaklaşım sahibi herkes çözümün değil çözümsüzlüğün aktörü olur.

Öcalan’ın son iki mesajını ‘seçim öncesi ve sonrası’ tarzında okumak her şeyden önce kendisine ve onun şahsında Kürt halkına haksızlık olur. Dikkat edilirse ilk mesajını ‘Kamuoyuna Duyuru’ şeklinde vermişti ve her iki açıklamasında da güncel siyasete sıkışmayan, onu aşan bir tavrın ve tarzın olduğu açıkça görülüyor.

İflas etmiş yaklaşımların eleştirisi

Burada kamuoyunca alınması gereken bir mesaj da güncel siyasetin ötesinde tarihsel deneyimden süzülegelen bir derinlik ve zihniyetle Kürt sorununun çözümüne odaklanan bir yaklaşım söz konusu olduğu. Aslında Öcalan Kürt sorununu ve genel demokratikleşme sorununu iç içe geçirirken, bugüne kadar iflas etmiş diğer yaklaşımların da eleştirisini yapıyor.

Çözümü ve onurlu barışı sadece iktidarlar üzerinden ele almayan, toplumu ve demokrasi güçlerini Kürt sorununun çözümünde muhatap kılmaya çalışan bir siyaset tarzını hakim kılmaya çalışıyor.

Tarihsel deneyimlerimizden de bilmekteyiz ki Kürt sorununun çözümsüzlüğü, günümüz Türkiye’sinde görüldüğü üzere siyasal ve ekonomik krizin temel nedeni olurken, bu kriz hali, ilgili devletleri kapitalist hegemonik güçlere sürekli bağımlı kılıyor. Bu sorunun çözümsüzlüğü üzerinden bölge ulus-devletlerini kendisine bağımlı kılmak isteyen küresel güçlerin her çözüm sürecine müdahalesini de “darbe mekaniği” olarak değerlendirmişti yıllar önce.

Aslında Öcalan çözüm diyalektiğiyle, zayıf karnı Kürt Sorunu olan devletleri bağımlılıktan kurtarmayı amaçlıyor. Her iki açıklamasında da kamuoyundan ve demokrasi güçlerinden beklentilerini ifade etmesinin bir nedeni de budur.

Ülkenin halkları, inanç grupları, üreten emekçileri, ekolojistler, kadınlar, gençler vs. toplumsal katmanlar, Kürt sorununun demokratik çözümünden yana muhataplık geliştiremezlerse kendisini sürekli bu çözümsüzlükten üreten iç ve dış hegemonyanın değirmeninde öğütülmekten başka bir durumla karşılaşmayacaklar. Bu toplumsal öğütülme sürecine müdahale etmek istemektedir kendisi.

Suriye mesajı

Suriye’deki çözüm yöntemi olarak sunduğu yerel demokrasi perspektifi ve anayasal çözüm önermesini Türkiye için de önerdiğini ve Kürt sorununun olduğu her ülkeye bu önermelerinin bir mantık örgüsü çerçevesinde ele alındığını görmekteyiz.

Uzunca yıllardır sabır ve dirençle sürdürdüğü bu üniter bütünlük içerisindeki demokratik özerklik ya da yerel demokrasinin güçlendirilmesi perspektifi ile de ayrıştırıcı, bölücü, düşmanlaştırıcı politikaların panzehirini oluşturmaya çalışıyor. O nedenle son iki açıklaması aynı zamanda Türkiye’de düşmanlıktan, milliyetçilikten, hamasetten, kin ve nefretten beslenen siyasetlere karşıtlık içeriyor. O nedenle beklediği özellikle toplumsal reflekstir.

Toplumsal demokrasi geliştirilmezse “devlet demokrasisi” geriletilemez; bir başka deyişle devleti demokrasiye daha duyarlı bir düzeye çekmeye çalışan bir tarz-ı siyasetin sahibi olarak okumak gerekiyor. Gerçekleştirmek istediği bu hedefi, özelde Kürt sorununda normalleştirme aşaması-süreci olarak tarifleyebiliriz. Çünkü Kürt Sorunu normal düzleme çekilip tartışılmadan, bu anormal ortamlar sermayeye, savaş rantçılarına ve düşmanlıktan beslenenlere yarıyor. Aslında hedeflenene, iktidarların yönetim araçlarını ellerinden almak, halklara demokrasi hamlesi yaptırmak mücadelesi de diyebiliriz.

Ortak mühürde buluşanlar, demokrasi mücadelesini de birlikte örmeli

Elbette ki İstanbul seçimleri demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesinde tarihi önemdedir. Ancak bu tarihselliği, salt İstanbul seçim sonuçları değil, sonrasında geliştirilecek demokrasi ittifakı mücadelesi belirleyecektir. Demokrasi mücadelesini salt sandığa sıkıştırmayan, bu sonuçları süreklileşen ve kendini toplumsal düzlemde büyüten bir demokratik mücadele kültürüne tahvil edebilenler demokratik Türkiye’nin kurucu öğesi olacaklardır. Türkiye’yi demokratikleştirecek süreç de “milli” ve “cumhur” gibi devletçi-milliyetçi-egemen mahalleden değil, “üçüncü yol” olarak da tanımlayabileceğimiz “demokrasi ittifakı” gibi herkesi kucaklayacak-kapsayacak halklarımızın özgürleştirici pratiğinden ortaya çıkacaktır.

İstanbul’da 31 Mart seçimlerinde faşizme ve gericiliğe karşı mühür ortaklığı yapanlar, 23 Haziran’da da yapacaklar. 24 Haziran’dan itibaren ortak mühürde buluşanlar, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin toplumsallığını da birlikte örmek zorundadırlar. Aksi durum geçici bir yol arkadaşlığı olur ki, sonrasında “herkesin kendi evine çekildiği” bu süreçlerde kötülük, tekrardan kendini örgütleyecek ve iktidar kılacaktır.

Tekçi, iktidarcı ve toplumu gözetmeyen siyasetler de demokrasi ittifakı ortak paydasında buluşan çoklu, zengin ve eşitler arası bir toplumsal muhalefetin örülmesiyle aşılacaktır. Asıl o zaman gerçek demokrasi tesis edilmiş, özgürlükler sağlanmış olur.

Sonuç olarak Öcalan’ın mesajlarıyla açmak istediği yolun bu olduğunu görmeliyiz. Bu yolun Türkiye’de emek, kimlik, kadın, doğa sorununu çözecek tek reel yol olduğunun bilinciyle yaklaşmak ve asgari demokratik tutumun bu olduğunu tarihsel olarak tespit etmek zorundayız.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
28 Mayıs Dünya Regl Hijyeni Günü: 'Eylem Vakti'
Sonraki Haber
Öykü Arin'e annesinden yapılan ilik nakli tutmadı