Ana SayfaYazarlarElend AydınTurna ayaklarımız ve Adonis – Elend Aydın

Turna ayaklarımız ve Adonis – Elend Aydın


Elend Aydın


“Ey vatanım / yok senin vatanın” diyerek başladık işte bu ruhsal yolculuğa. Adonis’teyiz şimdi; ya Tanrı misafirleri ya da ansızın peşine takılmış haylaz çocuklarız. Peki bir şair, Adonis ne yapar bizimle? Beyrut’un labirentlerine mi kilitler yoksa mısra mısra su mu verir, bizler sessiz soluksuz güller olmuşken?

Bir Beyrut gecesinde yıldızlar uyandırıyor, sorguya çıkmak için beni
Gündüzle mi birliktesin, geceyle mi?
Rüzgarın öfkeyle gelip sana
akrabası olduğun ağacı sorduğu doğru mu?
Sen neden Beyrut’ta şüphe yeşil bir topraktır diyorsun
(…)
Ve neden sustun
Gül ağacı geldiğinde
elini senin üzerine koyduğunda
ve sana sorduğunda; Bu koku nereden geldi sana?

Adonis Adonis! Bizim de vatanımızın vatanı yok! Sallanıp duruyoruz oynak bir sarkacın gövdesinde onunla. Vatanımızın vatanı yok, vatanımızın da vatanı yok, vatanımızın bile vatanı yok! Ama senin Beyrut’un var, doğunun ışıklar içindeki bahçesi. Bizim Beyrut’umuz yok. Sedir ağaçlarında yuva kurmuş masallarımız, sahillerde kum olmuş şarkılarımız yok.

Bir varmış bir yokmuş artık bir peri masalının başlangıcı değil; şimdiki zamanımızın tek gerçeği; bir vardı bir yoktu, şimdi var ama az sonra yok olacak diye tik tak yapan saatimizin boğaz ağrılı sesi.

İşte onlar maddeyi deşiyorlar
Ses duvarını aşıyorlar
aya ayak basıyorlar
galaksilerle konuşuyorlar
Sense tek başına ey şiir
yaratışın döşeğine yerleşerek
sırrı tanıyorsun
ama, ama
ay şimdi neden tambur şeklinde görünüyor
düşün evinin balkonunda?
Feleğin takvimi mi o, bu yıl?
Ağacın gözyaşlarıyla dolmuş testilerin yanına gidelim
bu geceyi sabaha dek beraber geçireceğiz

Diyorsun ey şair! Ama testiler kırıldı, gece bitti, sabah artık yok. Gecesizliğin bu zifiri karanlığında turnalardan ödünç aldığımız ayaklarla (kanatlarla değil!) yürüyor, hep kaçıracağımız trenlere doğru acele ediyoruz. Bu trenler ey şair, kaçırılası trenler çünkü, ne ki yakalamak istediğimiz trenler de kifayetsiz. Yakaladığımızda çünkü, ne onlar artık “onlar”dır ne de biz kendimiz! Ve bu turna ayakları ey Beyrut, çakıllı, dikenli yolları kan revan içinde bırakıyor!

Kimse cesaret edemez bu suya dokunmaya
anlam ormanlarının tutuştuğu bir su
Dediler ki: suyun her noktasına bir kelime ektik
Dediler ki: acılarımızı ve düşlerimizi
testilere koyduk ve yıllanmaya bıraktık
Dediler ki: göğün kapıları isteyene mahsus
bizim işimizse yerde
Dediler ki: uyurken haykırıyorduk biz
kirpiklerimize kazımak için
gerçeğin adımlarımızdan başka bir şey olmadığını
Dediler ki: işte kelimeler ayaklarına gözcü oturuyorlar

İşte böyle diyordun Suriye’de doğup Lübnanlı olmuş şair. Şiirlerini severken kendimizi bulduğumuzu, kendimizi severken şiirlerini bulduğumuzu görüyor musun? Ve hiç kimsenin olmayan vatansız vatanların kaotik vatansızları olarak hangi çatallı yola az sonra ve her zaman dolacağımızı biliyor musun? Bizi labirentlere kilitle ey şair, ama anahtarları da ver ki, bulalım bir kez daha yollarımızı, bu labirentbilir turna ayaklarıyla.

Ve “Bornozlarının eteklerini sürükle ey Gırnata / zamanın bundan dolayı tökezlemesi hoş olur” deme artık…


Adonis, “Kör Kâhin”, Çev: İbrahim Demirci, YKY



Önceki Haber
KEPSUT NOTLARI 1 | Kaybolan postalar herkesin bildiği sır – Lütfiye Bozdağ
Sonraki Haber
UKM* ve kimlik sorunu – Nejat Uğraş