Ana SayfaÇalışma YaşamıKamu Emekçileri Hareketi ve Kürt emekçiler – II

Kamu Emekçileri Hareketi ve Kürt emekçiler – II


Nejat Uğraş*


Kürt Emekçilerin Örgütlenmesi

“90 yılların zorunlu göç dalgası sonucunda Kürt göçmenlerin kentlerdeki kapitalist üretim ilişkilerinin çarklarına daha fazla dahil olunması ve böylelikle de aynı kent mekanında kapitalizmin sonuçlarını en ağır bir şekilde deneyimlemeye başlaması” yoksul kır ve kent emekçilerinin toplumsal adalet taleplerinin Kürt sorunu ekseninde ortaklaşması yeni bir rasyonalitenin oluşumunu zorunlu kılıyordu. Bu rasyonalite kendini Kamu Emekçileri Hareketi içerisinde örgütleyecek, anlamlandıracak ve kendi mücadelesine içeriden kişilik kazandıracak özgün bir platform oluşturmaya denk düşüyordu. Doksanlı yıllardaki hak arama bilincinin sokağa kattığı dinamizmin de önemli bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.

Zaman-zemin

Doksanlı yıllar, kendisini karakterize eden ve devrimci hareketin sokağa çıktığı İşçi sınıfının bahar eylemleri; Zonguldak, Paşabahçe işgali ve Kürt gerilla hareketinin beslendiği ana damar olan yoksul köylülük ile kent emekçilerinin serihıldanları; öğrenci hareketleri; antifaşist hareketin örgütlenme çabaları aynı zamanda yeni sınıf ilişkilerinin zamansal aralığına da tekabül ediyordu. İşçi sınıfı ve yoksul köylülük, emekçi memurlar ve kent yoksulları gibi yakın ittifakların ağırlık merkezini oluşturduğu yeni bir mücadele zemini uç veriyordu. Bu zemin devrimci müdahalelere fırsat veren, devrimci güçlerin güçlerini birleştirebilecekleri yeni oluşumlara olanak sağlayan ve sürecin öznesi olabilme potansiyeli taşıyan parametreler barındırıyordu.

İşte sözü edilen bu zemin üzerinde öncelikle Kürt illerinde görev yapan Kürt kamu emekçilerinin sendikal mücadeleye olan ilgileri, yakınlıkları ve sendikalar içerisindeki örgütlenme heveskârlıkları yeni bir mücadele kapısı açıyor, yeni buluşmalara imkân hazırlıyordu. Kürt emekçilerin başlangıçta kendi içerisinde daha çok duygudaşlık üzerinden bir araya gelme prensibi, örgütlenmeyle birlikte güçlü nesnel bir zemine kavuşuyordu. Kürt emekçiler, bu zeminde platform biçiminde örgütlenme kararı alarak önemli bir eşiği aşmış oluyordular.

Bu platformun oluşturulması Kamu Emekçileri Hareketi için de hayati bir öneme sahipti. Özellikle Türkiye illerinde yükselen mücadelenin Kürdistan’da da yansımasını bulması hareketin eksik ayağını tamamlaması açısından da elzemdi. Devletin bütün baskı, zor ve tedhiş politikalarına karşın, Kürt emekçilerin sendikal mücadele konusundaki kararlılığının dirençlenerek sürüyor olması herkesi umutvar kılıyordu. 70’li yıllardan beridir ulusal bilinçlenme konusunda önemli bir duyarlılığa sahip olan emekçilerin, kendi ulusal kimliklerine sahip çıkmaları tek başına yeterli olmuyordu. Mücadelenin diğer ayağını oluşturan emekçi kimliklerini sınıf düzleminde bir bütünlük içinde ele almak ve bu eksen üzerinden mücadeleyi geliştirmek acil bir ihtiyaç olarak kendini dayatıyordu. Nitekim bu ihtiyaç pratikte karşılığını buldu. Kürt coğrafyasında sendikaların bütün iş kollarında örgütlenmesi, şube ve temsilcilik düzeyinde açılışların yapılması, açılan sendikaların tabelalarının asılması, Kürt emekçilerin sürece iradi müdahalesinin somut halleri olarak kayıtlara geçiyordu.

Örgütlü müdahale

Bölgede çatışmaların ivmesinin artması ve kent merkezlerine doğru yayılım gösteren bir satıh izlemesi, kent yoksulları ve emekçilerinin ulusal bilinçlenmeye olan tevessüllerine de tetik vazifesi görüyordu. Bir yanda gelişen ulusal bilinçlenme diğer yanda sınıf bilincini bileyecek sendikal bir mücadele hattının örgütlenmesi ve örülmesi çabalarının da aynı döneme denk gelmesi kolaylaştırıcı bir faktör görevi görüyordu.

Bu bağlamda 1993 yılı Kürt emekçilerin kritik bir dönüşüm geçirdikleri bir yıl oldu. Kamu emekçileri hareketi içerisinde daha çok bireysel çabalarla oluşturulan yerel örgütlenmelerin ortak bir platform çevresinde merkezileştirilmesi kararı alındı. Uzun zamandır yürütülen tartışmaların “örgütlü bir güç yaratarak sendikal sürece ve sınıf mücadelesine iradi müdahalede bulunma” perspektifinin özerkleşmiş, kendi iç işleyişi olan, devrimci ilke ve ahlak formlarını temel alan, ulusal kimlik mücadelesine “yakın ve bağlaşık” politik bir gruba evrilmesiyle önemli bir dönüşüm gerçekleştirildi.

Bu dönüşüm kendisini kısa sürede hissettirdi. Sendikal eylem ve etkinliklerdeki duruş, tavır ve disiplin algısı örgütsel tedbirlerle bir yenileşme yaşadı. Ortak bir dilin oluşturulması, ideolojik ve politik beslenmeyi sağlayacak yazınsal faaliyetlerin düzenli ve süreli yayınlarla desteklenmesi, Kürt emekçilerini kamu emekçileri hareketi içerisinde önemli bir aktör haline getirdi.

Kürt kamu emekçileri, Kamu Emekçileri Hareketi içerisinde başlayan ve “demokratik bir platform” etrafında başta Amed olmak üzere bütün Kürt illerinde örgütlenme seferberliği başlattılar. Özellikle Kürt sorunu ve bu sorunun sınıf bağlamı içerisindeki mücadelesinde doğru bir siyasal konumlanmayı inşa etmenin temel unsurları Kürt emekçiler tarafından beş ana ilke ile özetlendi;

  1. Kendi öz örgütlülüğünü ilkeleri ve amaçları olan legal bir platform etrafında ama türdeş bir etnik grup olmanın ötesine geçerek kendilerini görünür kılarak, örgütlenme ihtiyaçlarını karşılamak
  2. Kentlerde ve kırlarda yaşayan Kürt emekçilerinin ve mülksüzlerinin Türkiyeli bütün işçi, emekçi ve mülksüzleriyle buluşturup ortak mücadele mevzileri oluşturmak
  3. Hem ulusal sorun hem de sınıf mücadelesi konusunda bütüncül bir kavrayışa ulaşmak konusunda kendi tarihselliği ve özgüllüğünü barındıran bir bakış açısı oluşturarak işçi ve emekçileri Kürt sorunu konusunda duyarlı kılmak
  4. İnsan hakları, demokrasi ve barış mücadelesi arasındaki kopmaz bağa işaret ederek mücadeledeki toplumsal adalet taleplerini ortaklaştırmak
  5. Ortak bir gelecek ve toplumsal kurtuluş perspektifi ile hareket etmek

Beş temel ilke etrafında bir araya gelen Kürt kamu emekçileri başından itibaren içerisinde yer aldıkları Kamu Emekçileri Hareketi içerisinde birlikte ve bir arada mücadelenin kaçınılmaz olduğunu; ideolojik olarak demokratik sosyalizmi benimsediklerini ve yaşamı bu perspektifle kurguladıklarını açıklayarak, ilkelerini demokratik kamuoyunun ilgisine sundular. Bu ilanı takiben, mücadele anlayış ve perspektiflerinin ikili bir hat üzerinden yürüyeceğini belirterek, örgütlülüklerini bir adım öteye taşıdılar.

Buna göre;

Memurların grevli ve toplu sözleşmeli sendika kurma ve siyaset yapma hakkı,

Kürt sorununda onurlu ve adil bir barışın sağlanması için emekçilerin mücadelesinin ortaklaştırılması.

Kürt emekçiler, demokrasi ve barış arasındaki kopmaz bağın hayati bir öneme haiz olduğunu ve bunun için mücadele etmenin gerekliliği üzerinden geliştirilecek ortak mevzilenmenin sınıf mücadelesine içkin olduğunu ve bunun aynı zamanda bir sınıf bakış açısına ve tavrına da içkin olduğu yüksek sesle dile getirildi. Temel mantık şöyle işliyordu:

Memurların grevli ve toplu sözleşmeli sendika ve siyaset yapma hakkı ve Kürt halkının ulus olmaktan kaynaklı haklarının tanınması ve çözüme kavuşturulması son kertede anayasal bir sorundur. Temel siyasi hakların kazanılması konusunda emekçilerin mücadele etmesi ve bunu savunmasından daha doğal bir şey olamaz. Kendi ekonomik, sosyal ve siyasal hakları için mücadele ederken ülkenin önemli sorunları hususunda söz söyleyen, çözüm öneren bir perspektife sahip olmak emekçiler için elzem bir durumdur. Özellikle Kürt sorunun çözümünde hakların kardeşliğini esas alan bir yaklaşım olamazsa olmazdır. Gönüllü ve eşit bir birlikteliğin bu yaklaşımın üzerine bina edilmesi emekçilerin esas muradı ve görevidir. Demokratik bir ülke olmanın asgari koşulu “herkes için hak, herkes için hukuk” şiarının ateşli savunucusu olmak durumundadır emekçiler. Bunun için devletten bağımsız düşünmek ve bu konudaki zihni kalıpları yıkmakta ayrıca gereklidir. Bütün bunlar için mücadele ederken benimsenecek esas yöntem tamamen yasal ve hukuki yollar olacaktır. Ancak yasal ve hukuki mücadelede temel bir istisnai durum olan hukukun ve yasaların tıkandığı yerde meşru tavır geliştirip, fiili durumlar oluşturma esası da vazgeçilmez bir yöntem olarak kullanılmalıdır.

Baskı-zor ve politik denetim

Kürt kamu emekçileri artık kendi mücadele tarihlerinin kayıtlarını tutmaya başlamıştılar. Kendilerini başka platform ve siyasi yapılar içerisinde değil bizzat kendilerinin oluşturduğu bir siyasi yapının içerisinde ifade etmenin özgün ve özgür bir yanının olduğu kesindi. Ancak kayıt tek taraflı işlemiyordu. Olup bitenleri devlette kendi kaydına geçiriyor ve bu kayıtları günü geldiğinde kullanacağı bir şekilde elinin altında tutuyordu. Tutulan kayıtların ilk dönütü baskı ve zor politikalarının dozunun artmasıyla kendini gösterdi. Mutat uygulamalara eşlik edecek tarihsel ceza yöntemleri olan sürgün ve ölüm yöntemleri de süreç içerisinde devreye girmekte gecikmeyecekti.

Nitekim Eğit-sen üyesi beş öğretmenin Siverek’ten sürgünüyle başlayan psikolojik harekât Dersim ve Amed illerindeki emekçilerin sürgünleriyle devam edecekti. Daha sonraları sürgün politikası kitlesel bir hal alarak bütün Kürt coğrafyasının sathına yayılacaktı. Çünkü Kürt emekçilerin gösterdiği direnç, devlet katında önemli gerilimlere neden oluyordu. Kamusal alanında açılan ve henüz yeni olan bir mevziinin toplumsal muhalefet potansiyeli oldukça güçlü görünüyordu. Bu potansiyel Gramsci’nin deyişiyle “yakın ve bağlaşık olan toplumsal bir gruba” evrilme istidadı devlet tarafından ciddi bir tehdit olarak algılandı. Bu tehdit algısı devleti harekete geçirecek ve bütün dünyadaki egemen güçlerin, bütün dünya halklarını ve muhaliflerini ezme deneyiminden geçirilmiş, belirli bir konsept temelinde uygulanagelen yeni politik kontrol yöntemleri devreye girecekti.

Özellikle 1991-92 dönemi kapsayan dönemde SHP-DYP koalisyonunun çıkardığı Terörle Mücadele Yasası’na dayanılarak yoğunlaştırılan kirli savaş, üniversitelerin polis işgaline açılması, iller idaresi yasasının çıkarılması, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, esnekleştirme ve Kamu Sen’in kurdurulması, SS kararnameleri bir çırpıda sayabileceğimiz saldırı ve tasfiye yasa ve uygulamaları olarak göze çarpıyordu. 91-92 dönemi aynı zamanda “93 konsepti” dönemi diye anılacak yeni bir “özel savaş” yöntemlerinin de ön hazırlığını ve alt yapısını oluşturacaktı.

93 konsepti ya da düşük yoğunluklu savaş doktrini [1]

93 konsepti, “1991 yılından itibaren, 1977-1990 arasındaki yıllara damgasını vuran ‘yıkıcı ve bölücü iç mihraklara karşı’ savaşta kullanılan politik, askersel, psikolojik tedbirlerde bir yenileşmenin stratejik ve taktik hamlesidir. Taktiksel operasyonların sivil toplum kuruluşlarına, yasal derneklere ve sendikalara uygulanması genel stratejinin en önemli parçasını oluşturmaktadır.”

“İşçi sendikaları ve radikal sol örgütler üzerinde de denenen ve oldukça başarılı olan politik kontrol operasyonları ve tekniklerindeki yenileşme ağırlıklı olarak Kürt coğrafyasında uygulanmıştır.” Uygulamaların belli başlı olanlarını-alıntılayarak-birkaç başlık altında toparlamak gerekirse;

  1. Yakalanma potansiyelinin bir kısmı ile birlikte yeni bir mutabakat yaratarak inatçı bir çekirdeği yalıtmak.
  2. Fiili meşru mücadele uygulayan sendikaların liderlerini öldürmek, hapsetmek, geride kalan yönetimlerin mali açıdan olanaklarını arttırmak, alternatif sendikalar örgütlemek.
  3. Yerel muhalif önder kişilikleri öldürmek, kamusal alanda cesetlerini bırakmak yoluyla kitlelere mesaj vermek.
  4. Radikal sol hareketleri hazır olmadıkları çatışmalara çekmek, bir ezme operasyonu ardından etkisi denetim altına alınmış siyasi faaliyet alanı açmak
  5. Muhalif yapıları devletin reform ve yeniden yapılanma projesi içerisine çekmek.
  6. Sendikalara, öğrenci örgütlerine, cemaatlere, muhalif inanç gruplarına şantaj, sistematik gözaltı, tehdit, muhbirleri parasal açıdan beslemek gibi yöntemlerle yönlendirme uygulamaktır.

“Yukarıda dile getirilen politik kontrol taktikleri doğrultusunda sivil otorite ile Genelkurmay arasında adına ‘topyekûn savaş’ denilen bir dönem 1991 de başlatılmıştır. Bu süreçte resmi vitrin özel savaş dairesi olarak kalsa bile politik muhaliflerin infazı özel grupların eylemleri ile sistematikleştirilmiştir.”

93 konsepti ve emekçiler

“93 konsepti” Kamu emekçileri hareketi içerisinde mücadele eden politik gruplar için konsept kapsamında bir değerlendirmeye tabi tutulmaz. Devletin karakterinden kaynaklanan ve Kürt coğrafyasındaki baskı ve zora dayalı olaylar dizgesi tanımlamasına daha yakın durulur. Ancak genelde Kürt halkı için özelde Kamu emekçileri hareketi içerisinde mücadele eden Kürt emekçiler için inkar ve imhanın bütün yöntem ve araçlarıyla hayata geçirildiği uzun erimli bir düzeni ifade eder.

Bu düzen, dönemin genelkurmay başkanı Doğan Güreş’ın “İngiltere bize yeşil ışık yaktı” diyerek startını verdiği, Başbakan’ı Tansu Çiller’in “PKK’ya yardım eden işadamlarının listesi elimizde” dediği meşum vecizesi ile tetiği çektiği bir düzendir. 93 konseptiyle Kürt coğrafyası, uzun yıllar sürecek bir kaosun içine itiliyordu. “ver kurtul” anlayışı yerini “vur kurtul” anlayışına terk ediyordu. Sonuçta cumhuriyet tarihinin vazgeçilmez kurgusu yeniden dolaşıma sokuluyordu: Kürtlerden kurtulmak…

Konsept gereği iş tamamen askerlere, özel harekâtçılara havale edilmişti. Siyasi irade(!) askerin “şak” emirlerini “tak” yerine getiriyordu. Maskesiz tanrılar ve çıplak krallar çağında askerler sonsuz bir yetki ve güçle donanmışlardı. Artık ülkenin gündemi yargısız infazlar, Hizbullahlar, köy boşaltmalar, köy yakmalar, korucular, örtülü ödenekler, olağanüstü hal yasaları, çeteleşmeler ve uyuşturucudan kazanılan paralarla anılıyordu.

Sonuçta Vahşi Doğu’da savaş koşullarında kanunsuzluk, fütursuzluk, aymazlık ülkenin gerçeği haline geldi. Görsel ve yazılı medyanın hatırı sayılır propagandası ile tahammülsüzlük ve linç kültürü toplumun olağan refleksi haline getirilerek vaka-ı adiyeden sayıldı. “En iyi Kürt ölü Kürt”tür resmi görüşü toplumun ortalama duygusuydu artık. Bu ortalama duygudan emekçiler de payını fazlasıyla alacaktı.


[1] Politik kontrol operasyonları ve tekniklerindeki yenileşme/MuratAkıncılar/Tebliğ/2007/Karaburun

*Yurttaş


Nejat Uğraş’ın altı bölümlük dosyasının bir sonraki bölümünde “Kürt Emekçiler Ölüm Menzilinde” var. Yazı dizisinin önceki bölümlerine ise aşağıdaki bağlantılar üzerinden bakabilirsiniz:

Birinci bölüm: Emekçilerin Onur ve İsyan Yürüyüşünün Kısa Tarihçesi

Previous post
Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine yine kayyum atandı
Next post
Benim iktidar arkadaşlarım var! – Özlem Atik