Ana SayfaManşetKEPSUT NOTLARI 4 | “Bedeni ölmüyorsa ruhunu öldür” – Lütfiye Bozdağ

KEPSUT NOTLARI 4 | “Bedeni ölmüyorsa ruhunu öldür” – Lütfiye Bozdağ


Lütfiye Bozdağ


Devlet cinayet işler mi?

Elbette işler, milyonlarca kez işlemiştir de…

Burada devletin ya da derin devletin işlediği somut cinayetlerden söz etmeyeceğim. Bunlar başka bir yazının konusu olabilir. Bu yazıda devletin somut olmayan cinayetlerinden söz etmek istiyorum. İnsana yapılan kast ile öldürmek anlamına gelen cinayetlerinden söz etmek istiyorum.

Devlet nasıl insan öldürür?

Devletin öldürmesi sistematik bir öldürmedir. Örneğin cezaevleri sistematik öldürmelerin yaşandığı en somut devlet kurumlarıdır. Devlet öldürür, yavaş yavaş, sistematik bir şekilde, eninde sonunda öldürür. Devletin bazı insanları yaşatmamak üzerine güttüğü bir politika söz konusudur. Devlet bunu zımnen yapar, çaktırmadan, yavaş yavaş, sistematik işleyişinin içinde olağanlaştırarak yapar. Bu nedenle bu cinayeti çok az kişi görür, çok az kişi fark eder.

Devlet kimleri öldürür?

Devlet kendine düşman olanı, varlığına tehdit oluşturanı, biat etmeyeni, muhalifini öldürür, toplumu uyandıranı, düzenini yıkmaya yelteneni, hatta yeltenme olasılığı olanı öldürür, fiili olarak yapanı da yapma potansiyeli olanı da öldürür.

Kimdir Devlet?

Bu soruya Artvin’in Cerattepe ve Genya tepelerinde siyanürle altın çıkarmak isteyenlere karşı 2015 yılında mücadele veren Fırtına Vadisinden Havva Ana (Rabia Özcan) cevap versin.

“Devlet kimdur? Vali, Kaymakam Kimdur? Devlet Kimdur?
Devlet benüm.  Ben Ben Ben, Ben halkım!
Devlet biziz”.

Devlet gerçekten biz mi?

Kim bu devlet?

Devlet tümel bir O ise, bir aygıtsa, bir işleyişin adıysa bu cinayetleri kim işlemekte, bu kötülüğü ve adaletsizliği kim yapmakta?

Cevabı olan sorular bunlar. Cinayeti işleyenler devlet erkini elinde bulunduranlar, kendini devletin sahibi görenler, devletten çok devletçi olanlar.

Devlet muhalifi, başkaldıranı ezer, öğütür, kılıçtan geçirir, lime lime eder. Devlet eleştirilemez, devlet sorgulanamaz.

Hapishaneler devletin en devletçi kurumlarıdır. Hapishaneye düştünüz mü, her şeyiniz devlete emanet. Sağlığınız, beslenmemiz, barınmanız. Devlet iktidarını göstermek için biat ister, kişiliksiz bir özne ister, biat yoksa zulüm vardır. Oysa cezaevleri adı üstünde cezayı çekmek için kişinin günlük yaşamdan koparılıp özgürlüğünden mahrum edilerek hapsetme yoluyla uygulanan bir ceza infaz sistemidir, devletin vatandaşını ıslah etme yeridir. Cezanın çekildiği yer cehennem gibi olmalı, cennet gibi olursa ceza çekilen yer olmaktan çıkar. Öyleyse orayı cehenneme çevirmek için her şeyi yapmak mubahtır.

Cezaevleri daha insani olsa ne olur?

Cezaevlerini iyileştirmek suç işleyecekleri caydırmaz, aksine teşvik eder diyenler olabilir.

Cezaevleri insanları ıslah etme yerleri midir?

Cezaevi insanları tımar edebilir mi? Biat etmeye teşvik edebilir mi? Cezaevinden çıkan her insan Füsun Üstel hocanın kitabında belirttiği gibi makbul vatandaş olabilir mi?

Devlet her asi ve muhalif vatandaşını ıslah etmek ister, edebilir mi?

Sonuç nedir?

Bu konuda yapılan araştırmalar cezaevlerinin insanları rehabilite etmediğini aksine daha da agresif yaptığını, husumeti bilediğini ortaya koymuştur.

Devlet, mahpuslara sağladığı kötü koşullarla bedeni öldürür. 1980-1985 yılları arasında Cezaevinde kalan siyasi bir mahpus yakınım Ankara Mamak’ta üstlerine hortumla su sıkıldığını, bütün kıyafetlerinin ıslandığını ve üstlerinde kuruyuncaya kadar değiştiremediklerini ve bunun yaz-kış yüzlerce kez yapıldığını anlatmıştı. Rutubetli ortamlarda zatürre ya da romatizma olduklarını sonra da romatizmanın kalbe vurduğunu ve kalp kapakçıklarını çürüttüğünü söylemişti. Kendisi cezaevinden çıktıktan birkaç yıl sonra aniden uykusunda ölüverdi. Çünkü kalbi ve bütün iç organları çürümüştü. Yine arkadaşım Mehmet Ördekçi, koğuşta kalmayı istemediği için Afyonda çok rutubetli bir hücrede 2 yıl kalmış ve iç organları hasta olmuştu. Sonra onu da mahpusluk günlerinden kaptığı hastalıklar sonucu yitirdik, yüzlerce tanıdık, eş dost gibi.

Bu örnekler geçmişten ancak günümüzde 2019 yılında, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde sistematik kötü muamele sürüyor. Hasta mahpuslara tedavi şansı vermeyen cezaevi yönetimleri onların ölmesini istiyor. Her yıl onlarca mahpus tedavi olamadığı için ölüyor. Canım Tuna bana Kepsut E10 koğuşundan bir mahpusun kronik bir rahatsızlığı için gereksindiği ilaçlar kendisine verilmediği için nasıl kaçınılmaz bir sona doğru yürüdüğünü anlatıyor.

Devlet öldürüyor. Cezaevinde öldürmeler yavaş yavaş oluyor. Cezaevi koşulları gayri insani olduğu için bedeni öldürecek her türlü zemin mevcut. Kötü beslenme, güneş görememe sonucu D vitamini eksikliği, kötü fiziki koşullar yaşatmaya değil, öldürmeye teşne.

Cezaevleri sadece bedeni öldürmüyor, ruhu da öldürüyor. Canım Tuna, “buranın insanı indirgeyen bir yanı var” demişti. İnsanı indirgiyor. Neye indirgiyor? İnsansızlığa, maddeye, nesneye indirgiyor. Ruh yavaş yavaş ölüyor. Devlet, insanın sadece bedenini öldürerek değil aynı zamanda ruhunu öldürerek de cinayet işliyor.

Devlet bugüne kadar kaç insanın ruhunu öldürmüştür?

Sayılamayacak kadar çoktur. Rakam veremem, tespiti zordur, kanıt bulmak daha da zordur. Cinayeti işleyen bizatihi devletin kendisi olunca hukuka aykırılık da bulmanız neredeyse imkansız hale gelir.

Tuna; “devletin karşısında çırılçıplaksın” demişti. Mahpus devletin karşısında çırılçıplak ve korunaksız. Devletle mahpus arasındaki orantısız güç ilişkisi birçok hak ihlalini beraberinde getiriyor. Mektupların eline ulaşmıyor, istediğin yiyeceği yiyemiyorsun, istediğin araç-gereç malzeme, kitabı edinemiyorsun. Hakların olan şeyleri yapabilmen bile cezaevi yönetiminin keyfine kalmış. Kurallar, yasalar var ama uygulama yok, kafkaesk bir paradoksta debelenip duruyorsun.

Mahpuslar arasında da hiyerarşi var. En alttakiler ve devlet için en kötüler siyasi mahpuslar. Siyasi mahpuslar devletin en büyük düşmanı ve ölmeleri gerekiyor. Aftan yararlanamayan onlar, eğitim hakkından yararlanamayan onlar, birçok ağır hak gasplarına uğrayanlar onlar. Devletin hasımı onlar. Devlete göre onlar, her türlü hak gaspını, kötülüğü, adaletsizliği, hak etmişlerdir, bu nedenle her türlü kötü muamele onlara reva görülmektedir.

Devlet cezaevi yönetimine büyük bir yetki vermiştir, öyle ki cezaevi müdürü hapis cezasını tamamlayan bir mahpusun erken ya da geç çıkmasına karar verme yetkisine sahiptir. Hapishanenin tanrısı hapishane müdürüdür. Mahpus hapishane müdürü tarafından kendisinin aciz bir kulu olarak görülür. Kul olmayı kabul etmeyen, hakkım hukukum diyen mahpus derhal cezalandırılır. Hücreye atılır, görüşe çıkartılmaz, mektup gönderemez, doktora gidemez, katmerli cezalarla cezalandırılır. Üşüyen siyasi mahpusa battaniye verilmez. Tuna’nın koğuşunda sosyal medya paylaşımı yoluyla CB’ye hakaretten iki seneye yakın içeride kalmış bir hükümlü kışın verdikleri ince battaniyede üşümüş ikinci bir battaniye istemiş, alamamıştı, ancak uzun bir cebelleşme, yazışma ve yılmadan mücadele sonucu almıştı, hiç alamayanlar var. Adı üstünde oralar cezaevleri.

Hakkın olan ve yasayla belirlenen şeyi kolayca alamazsın orada. Hasta olsan doktora çıkamazsın en alt basamakta yer alan gardiyan müdür kesilir, önce onu ikna etmen gerekir, ona biat göstermen gerekir, cezaevi müdürü ya da alt yöneticilerden birinin sana gıcığı varsa yandın, izin çıkmaz. Aslında hapishanenin küçük tanrısı gardiyanlardır. Hiyerarşinin en altında ezildikleri için büyük tanrıdan daha büyük olduklarını göstermeye çalışırlar. Hastaysan, ilacın bittiyse, hastaneye gitmen gerekirse gardiyanı aşıp müdüre çıkman bile büyük bir sorun haline gelebilir. Hasta olduğu halde doktora gidemeyen, tedavi olamayan ve bunun sonucunda ölen mahpuslar olur. Ama sorun yok, cezaevi tarafından düzenlenen bir raporla ölüm nedeni doğal bir kendiliğindenlik olarak gösterilir ve kolayca üstü örtülür.

Kim bilir kaç mahpus bu koşullardan dolayı ölmüştür…

Beton duvarların dili olsa da söylese…

Kaç mahpus cezaevi fiziki koşullarından hastalanıp ölmüştür?

Kaç mahpus ruhu öldüğü için ölmüştür?

Hapishane bedeni öldürmezse ruhu öldürür. Her gün yavaş yavaş. Elbette buna direnen çözüm bulmaya çalışan mahpuslar var. Bulgur pilavını yıkayıp, süzüp, kantinden domates, biber doğrayıp, içine yağ ve limon koyarak kısır yapan kadın mahpusların yaratıcılığı geldi aklıma. Sadece yaratıcılık da değil, bu bir nevi kendilerine dayatılan düzene de kafa tutmak.

Mahpushanedeki başka yaratıcılık öyküleri geldi aklıma. 12 Eylül öncesi bu hikayeler çok zengindir. Sebze kasalarından bağlama yapanları ve daha nicelerini dinlemiştim.

Mahpus her şeyin kötüsüne layıktır. O insan olmayı bile hak etmiyor da biz yine insan gibi davranıyoruz nidalarında olan gardiyanlar, ceza infaz memurları var.

Cezaevleri gibi kötü koşulları olan bir yerde iyi bir hayat yaşanabilir mi? Mahpusları öldürmek isteyen devlet, cezaevlerinde uyguladığı biyopolitik rejimlerle yaşatıyormuş gibi yapar, ama yaşatmaz, öldürür.


KEPSUT NOTLARI 1 | Kaybolan postalar herkesin bildiği sır

KEPSUT NOTLARI 2 | Eril devlet, eril hapishane, eril zihniyet

KEPSUT NOTLARI 3 | Ceberut devletin katmerli cezası – Lütfiye Bozdağ


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Daha fazla sebze yemek iklim kriziyle mücadeleye katkı verebilir
Sonraki Haber
Cari denge 548 milyon dolar açık verdi