Ana SayfaÇeviriPaul Ardenne: Antroposen sanatı bir dövüş sanatıdır

Paul Ardenne: Antroposen sanatı bir dövüş sanatıdır

HABER MERKEZİ – Büyük ekolojik altüst oluşlar karşısında sanat ne yapabilir? Elinden pek bir şey gelmez gibi görünüyor. Oysa birkaç zamandır yeni bir akım beliriyor. Çevreye ilişkin meseleler konusunda kaygı duyan, doğadan ilham alan, yeniden kullanım süreçlerine önem veren bu ekolojik sanat bir bilinç mücadelesi olarak kendini ortaya koyuyor. Konu hakkındaki ilk başvuru kitabı olan Un art écologique’in (Le Bord de l’Eau, 2018) yazarı, sanat tarihçisi ve küratör Paul Ardenne’le yapılan söyleşiyi e-skop için Uraz Aydın tercüme etti. Biz de bu söyleşiyi paylaşıyoruz.


Söyleşi: Sarah Diep

Çeviri: Uraz Aydın


Ekolojik sanatı nasıl tanımlarsınız?

En büyük özelliklerinden biri doğal dünyaya, yeryüzüne, bitkilere ve hayvanlara derin bir bağlılık duyan bir sanat olması. Sanatçıların bir kısmı hava kirliliği, deniz seviyesinin yükselmesi, küresel ısınma, buzulların erimesi, biyoçeşitliliğin çöküşü gibi çağımızın büyük sorunlarıyla uğraşmaya yöneliyor.

Gerçek bir ekolojik sanat, hiç şüphesiz bir etik ilke üzerine kurulu olmalıdır. Olafur Eliasson’un Paris’teki COP21 sırasında buzul parçaları getirtip enstalasyon olarak kullandığı Ice Watch’ı gibi cafcaflı ve çevreye zarar veren yaratımlar söz konusu olduğunda ise, ekolojik bir sanattan değil, “ekolojik konsensüs” sanatından söz edilebilir en fazla. Yani moda olduğu için ekolojiden söz eden bir sanat… Esasında bir ekolojik sanat eserinin hakikati, tevazusunda ve gönül yüceliğinde yatar.

En radikal biçimler ise peyzajcılık veya bahçıvanlıkla özdeşleşenler: Mel Chin veya Free Soil gibi sanatçılar, “el değmemiş” doğayla saflığı içinde yeniden bağ kurmaya çalışıyorlar. Mesela yok olmuş bitki türlerini yeniden yetiştiriyorlar.

Dolayısıyla ekolojik sanat çeşitli biçimler altında ifade edilen çok sayıda farklı öneriyi kapsıyor: insanın doğayla arasındaki hassas ilişkiyi aşan son derece güzel ve yalın biçimler söz konusu olabilir mesela, bu da çevreyi sevmeyi yeniden öğrenmeye kapı aralayabilir. Yahut yelpazenin diğer ucunda, izlemeye ama aynı zamanda harekete geçmeye, gösteriyi aşarak bir eylemci-izleyici olmaya çağıran açıktan politik eserler olabilir.

Peki bu akıma ilişkin bir başvuru kitabı kaleme alma isteğiniz nasıl oluştu?

Neredeyse 40 yıldır çağdaş sanat üzerine çalışıyorum ve plastik sanat alanında çevre meselelerine daha fazla eğilinmemesi bana giderek garip, şaşırtıcı ve en sonunda bir skandal gibi görünmeye başladı. Üstelik başka mecralarda, mesela sinema veya çizgi romanda bu konu ta 1970’li yıllardan beri işleniyor. Ama nedense plastik sanat bu meselelere pek eğilmiyor.

Ekolojik sanat konusunda bir sentez oluşturmaya çalışan nispeten yeni sayılabilecek tek eser Andrew Brown’un Art & Ecology Now (2014) kitabı: Peyzaj, ifşa gibi alanlarda çalışan sanatçıların derlendiği iyi bir eser, ancak sorunsalın bütünlüğünün kavranmaya çalışıldığı, nereden gelip ve zaman içinde nelerle bağlantılı olarak geliştiğini anlamaya çalışan bir inceleme değil.

Bu alandaki bilgisizliği nasıl açıklayabiliriz peki?

Öncelikle satılması zor eserler bunlar, çünkü çoğu fiilen manzaranın içine yerleştirilmiş, kaldırıp duvarınıza asabileceğiniz türden eserler değil. Öte yandan koleksiyoncuların alımlarına yön veren ekonomi açısından da anlamlı sayılmazlar. Büyük çağdaş sanat fuarlarına gittiğinizde çoğunlukla aynı eser tipini görürsünüz. Plastik formlar son derece konvansiyonel olmaya devam ediyor. Hatta içerikler de öyle: beden, kent, hayatını anlatan insanlar vs. Ekolojik meselelerle uğraşan, gerçek anlamda politik eserler nadir.

Ayrıca sanatı bir eğlence türü olarak görüyorsanız, baktığınız şeyi sevmeniz gerektiğini düşünüyorsanız, burada da bir problem var, çünkü bu ekolojik eserlerin çoğu pek cezbedici sayılmaz, “bakın gezegene ne yaptık, bu iğrenç” dedirtmeyi amaçlayan bir kederlenme hissiyatı uyandırırlar daha ziyade.

Bu konudaki en kapsamlı arşiv GreenMuseum.org. Ekolojik meseleler hakkında çalışan plastik sanatçıların kendilerinin beslediği, geliştirdiği bir veritabanı. Yüzlerce isim var burada ve bakınca bunların neredeyse tümünün tanınmayan kişilerden oluştuğunu görürsünüz.

Bu akımın daha fazla gelişeceğini düşünüyor musunuz?

Ekolojik sanatın günümüzün sanatı olarak kutsanacağını sanmıyorum. Ama emin olduğum bir şey varsa o da sanat tarihinin gözünde giderek daha fazla önem kazanacağı. Çünkü neyin kalıcı olduğu, dönemine göre yenilik taşıdığı ve çağdaş dünyadaki gelişmelerle bağlantılı olduğu sanat tarihi alanında değerlendiriliyor.

Empresyonist sanatçılara bakın, kendi dönemlerinde büyük akademik sanatçıların yanında esameleri okunmazdı. Bugün ise bu şema tümüyle tersine çevrilmiş durumda. Ekolojik denilen sanatın öncü eserleri, yaratıldıkları çağda hiç fark edilmedi neredeyse. Joseph Beuys ve 7000 Meşe’si 1982’de pek ilgi uyandırmamıştı ama bugün sanat tarihine yazılmış efsanevi bir eser halini aldı. Bu çalışmaların giderek daha fazla duyulacağını, tanınacağını düşünüyorum.

Kitabın sonunda “antroposen sanatı”ndan söz ediyorsunuz…

Evet, bir çeşit etiket bulma biçimi bu. Çünkü “ekolojik sanat” adlandırması fazla geniş. Bir antroposen sanatından bahsetmek ise daha spesifik: kendi çağımıza ait bir dövüş sanatı bu, insanın faaliyetleri aracılığıyla Dünya sistemine telafi edilmez biçimde etki ettiği antroposen çağına has, çoğu kez etik ve siyasal tercihlere dayalı problematikler etrafında dönen bir sanat.

Yani bu sanatın çevre mücadelesine katkısı olabileceğini mi düşünüyorsunuz?

Bana öyle geliyor. Kötümser olmamak lazım fakat yanılsamalar içinde yüzmenin de alemi yok: Ekolojik alandaki angajman, bu sorunun ciddiyetinin yanında çok hafif kalıyor. Bu açıdan bakıldığında, her geçen gün daha da gelişmesi ve belki de sorunlara daha uyarıcı biçimde temas etmesi gerekiyor. Çevre mücadelesine katılımı kışkırtmak aynı zamanda siyasal açıdan, seçim dönemlerinde çevreye ilişkin büyük davaları savunan kişilere daha fazla itibar kazandırabilir mesela. En temelinde bilinçlenme meselesinin yattığı bir sanat, bu. Sesi ne kadar yankılanırsa, olumlu anlamda bilinç gelişmesine o kadar katkıda bulunabilir. İçinde yaşadığımız koşullara baktığımızda, bunun adil bir dövüş olduğu aşikâr.

Previous post
Çorlu tren katliamı: Ulaştırma Bakanlığı'ndan 416 gün sonra rapor
Next post
Ankara Büyükşehir Belediyesi 20 ilçede Çocuk Gündüz Bakımevi kuruyor