İstanbul Bienali’nin bu yılki çalışmalarından biri olan ‘Ayakizi Kitaplığı’ Arthereİstanbul’da misafirlerini bekliyor. Arthereİstanbul, Suriyeli sanatçılara destek olmak, görünürlük kazandırmak ve bir çalışma mekanı sağlamak için Suriyeli sanatçılar tarafından kurulmuş bir sanat merkezi. ‘Ayakizi Kitaplığı’ savaşın cephenin dışındaki insanların hayatını nasıl mahvettiğini anlatan kitaplardan oluşuyor.
Bu yıl 17’ncisi düzenlenen İstanbul Bienali, geleneksel sanat mekanlarının dışına çıkarak müzelerin yanı sıra bir hat ve cilt atölyesi, tarihi bir hamam, bir Rum okulu, sahaflar, hastaneler, huzurevleri, metro durakları gibi farklı mekanlarda gerçekleşiyor.
Bu mekanlardan birisi de Arthereistanbul. İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki Tarihi Yeldeğirmeni Mahallesi olarak anılan Rasimpaşa Mahallesi’nde bulunan Arthereİstanbul, Suriyeli sanatçılara destek olmak, görünürlük kazandırmak ve bir çalışma mekanı sağlamak için İstanbul’da yaşayan Suriyeli sanatçılar tarafından kurulmuş bir sanat merkezi.
Bugüne kadar yerinden edilmiş pek çok sanatçıya İstanbul’da bir araya gelebilecekleri, çalışmalarını sürdürecekleri ve sergileyebilecekleri bir alan sağlayan Artherİstanbul, Bienal projesi olan ‘Ayakizi Kitaplığı’na da ev sahipliği yapıyor.
İnsan hakları, kadın hareketi ve ayrımcılığa karşı mücadele konularıyla ilgilenen gazeteci Çiğdem Öztürk’ün tasarladığı ‘Ayakizi Kitaplığı’ projesi, Arthereİstanbul bünyesinde çalışan fotoğrafçı ve medya sanatçısı Omar Berakdar’la iş birliği içinde yürütülüyor. Kitaplık, hem soru-cevap biçiminde ilerleyen konuşmalar hem de serbest sohbet için alan açıyor.
Gazete Karınca olarak da ‘Ayakizi Kitaplığı’nın amacını, içeriğini ve kitaplığın isminin nasıl ortaya çıktığını Çiğdem Öztürk’le konuştuk.
İstanbul Bienali’nde bu sene geleneksel sanat mekanlarının dışına çıkıldı. Bienal’in gerçekleştiği mekanlardan birisi de Arthereİstanbul. Yollarınız Arthereİstanbul ile nasıl kesişti? Burayı seçme sürecinizi anlatır mısınız?
Aslında bu sene Bienal’in bir başlığı yok ama bir yandan bu sürece işaret eden bir sözcük var, o da kompost. Arthereİstanbul’un Bienal’e dahil oluşu da aslında kompost benzeri bir süreçti. Bu Bienal’in üç küratörü var; Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh. Amar Kanwar’ın aklında Bienal’in bir tür yan projesi gibi savaşa dair, ama cephenin dışında savaşın insanların hayatını nasıl mahvettiğini anlatan metinlerden, şiirlerden alıntıların toplanacağı bir yayın çıkarmak varmış. Biz bunun üzerine konuşmaya başladık, araya salgın girince ve herkes eve kapanınca buluşmaları Zoom üzerinden sürdürdük.
Aklımızdaki metinler üzerine uzun uzun konuştuk, tartışmalara girdik, bildiklerimizi, duyduklarımızı birbirimize anlattık. Bir de baktık ki masanın üstü bir sürü kitapla dolmuş, adeta bir kitaplıkta buluşup konuşuyormuşuz gibi hissetmeye başladık. Bir noktada Bienal’in davetiyle Arthereİstanbul’un kurucusu Omar Berakdar da aramıza katıldı.
Suriyeli fotoğrafçı Omar kendisi gibi Suriyeli sanatçılarla birlikte Arthere’ı 2014’te kurdu, temel amacı savaş ve benzeri nedenlerle memleketini terk etmek zorunda kalıp İstanbul’a gelen sanatçılar için çalışabilecekleri, kendilerini rahat hissedecekleri bir alan yaratmaktı. Arthereİstanbul, Ayakizi için dünya üzerindeki en uygun mekan. Bizim yolumuz Bienal sayesinde kesişti ama bundan sonra birlikte yürüyecek uzun bir yolumuz var.
Kurduğunuz kitaplığın adı ‘Ayakizi Kitaplığı’. Kitaplığın kurulduğu mekanı da düşünürsek, bu ismi seçmenizin bir hikayesi var mı?
Bu işe girişirken aklımızda, bize rehberlik eden belli metin parçaları vardı. İçlerinden biri Herta Müller’in bir anısı, daha doğrusu annesinin bir anısı. Herta Müller annesinin ağzından bize aktarıyor. Yazarın annesi Katharina Müller İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Romanya’daki köyünden çalışma kampına gönderilmiş. Köydeki gençler kendilerini kampa götürecek askerlerden saklanmak üzere evlerinin bahçelerindeki sığınaklara girmişler. Askerlerin köyde arama yaptığı süre boyunca bir şekilde bulunmamayı becermişler, bu sırada da köy halkı kendilerine yiyecek ve su görürmüş gizli gizli. Fakat mevsim kışmış ve nihayet kar yağmış. Kar yağınca bir beyaz örtü bahçeyi örtmüş, bunun üzerine yemek ve su götürememiş kimse saklananlara çünkü karda ayak izi bırakmadan yürümeleri imkânsız. Gençler teker teker saklandıkları yerlerden çıkmışlar, işte böylece Müller’in annesi uzun yıllar çıkamayacağı, sonunda onu bir deri bir kemik bırakacak çalışma kampına götürülmüş. Annesi hep, “Ben karı hiç affetmedim, kar beni ele verdi” dermiş. ‘Ayakizi’ ismi bu hikâyeden geliyor.
Kitaplığın içeriği ne, Bienal boyunca nasıl etkinlikler gerçekleştirdiniz ve gerçekleştireceksiniz?
Savaşın, cephenin uzağında da insanların hayatını nasıl mahvettiğini anlatan, ağırlıklı olarak romanlardan oluşan kitaplardan müteşekkil bizim kitaplık. Raflardaki 600 kadar kitabın yarısı Türkçe diğer yarısı da Arapça. Tabii bakınca hep eksikleri görüyoruz.
Bu kitaplığı eşimiz dostumuzla birlikte, kolektif şekilde oluşturduk, elden ele gezdi liste uzun süre. Homeros’un ‘İlyada’sından başlayıp bu yıl içinde yayımlanan kitaplara kadar uzanıyor Ayakizi Kitaplığı’ndaki başlıklar. Türkiye’de neredeyse 4 milyon Suriyeli insan var.
Ayrıca anadili Arapça olan başkaları da var. Yani Arapça okumak aslında çok büyük bir ihtiyaç. Bu kitapları bir araya getirirken de başka bir durumla karşılaştık, Türkiye’de bulacağınız Arapça kitapların ezici çoğunluğu dini kitaplar. Bu nedenle biz de kitapların neredeyse tamamını Türkiye dışından getirtmek zorunda kaldı. Kitaplık Bienal’den sonra da hayatına devam edecek, nasıl olacağına hep birlikte karar vereceğiz.
Ayakizi Kitaplığı, bir dizi söyleşi düzenledi, son hafta içinde de söyleşilerimiz olacak. Fethiye Çetin’le Ermeni kırımının ardından Türkiye’de adını ve kimliğini değiştirerek başka bir hayat yaşamak zorunda bırakılan anneannesini anlattığı “Anneannem”i, Turgay Fişekçi ile de Yaşar Kemal’in mübadeleyi daha önce Türk edebiyatında olmadığı kadar geniş bir bakışla elen alan “Bir Ada Hikâyesi” başlıklı dörtlemesini konuşacağız.
Bienal’in başından bu yana Foti Benlisoy ile 20. yüzyılın başında Yunan ordusundaki ‘asker grevi’ni anlatan, “Kahramanlar Kurbanlar Direnişçiler: Milli Mücadele’de Yunan Ordusu’nda Komünist Propaganda, Grev ve İsyan (1919-1922)” kitabını konuştuk. Yunan askerleri on yıl kadar bir süre askerlik yapmak zorunda bırakılmasının doğal sonucu olarak terhis isyanları çıkıyor. Benlisoy bunu mektuplar ve güncelerden yola çıkarak anlatıyor kitabında.
Ayrıca Mohsin Hamid’le “Batı Çıkışı” adlı 2018’de yayımlanan kitabı üzerine konuştuk. Zoom’da düzenlediğimiz bu sohbet bizim mahallede yaşayan, Lahor’da İstanbul’un güzel kitapçılarından Robinson Crusoe 389’dan ilhamla bir kitapçı açan Aysha Raja sayesinde gerçek oldu. Aysha kitaplığımızın düzenli ziyaretçilerinden biri aynı zamanda. Adania Shibli Türkiye’ye gelmişti, onunla da ‘Küçük Bir Ayrıntı’ başlıklı vurucu romanı üzerine sohbet ettik.
Shibli ile çevirmeni Mehmet Hakkı Suçin aracılığıyla buluştuk, Arapçadan Türkçeye çevirileriyle tanıdığımız Mehmet Hakkı Suçin ‘Küçük Bir Ayrıntı’nın çevirisiyle bu yıl Dünya Kitap Çeviri Ödülü’ne layık görüldü. Geçen ay Bekir Eliçin’in Avanos çevresinde Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında vurgunculuk yaparak zenginleşenleri anlattığı 1978 tarihli romanı ‘Onlar Savaşırken’i siyaset bilimci kızı Yeşeren Eliçin ve gazeteci torunu Işın Eliçin’le konuştuk.
Geçen hafta Selahattin Özpalabıyıklar ile Ayakizi Kitaplığı’ndan yola çıkarak ‘Bir Kütüphane Kurmak’ başlıklı bir konuşma yaptık. Kitaplık için kitap seçmek, bazı kitapları da dışarıda bırakmak üzerine konuştuk.
Ayrıca yine geçen hafta Meksikalı, İngiliz fotoğrafçı Pablo Allison konuğumuzdu. Allison, 2019 yılında Meksika’dan ve Guatemala’dan yaşam koşullarını iyileştirmek için ABD sınırını geçmek üzere yola çıkanlarla seyahat etti. Bu yolculuğun sonunda ABD sınırında tutuklandı ve bir ay boyunca göçmenlerin alıkonduğu tutukevinde kaldı.
Allison Göçmenlikle suçu eşitleyen bu hapishanelerde insanların neler yaşadığını anlattığı kitabı ‘Tutuklu El Kitabı’nı anlattı. Nadire Mater ile 1999’da basılmasına rağmen bugüne dair çok şey söyleyen, aslında gelecekle ilgili de çok şey söyleyen ‘Mehmedin Kitabı’ üzerine konuştuk.
‘Arthereİstanbul’dan telefon var’ başlıklı etkinliğinizde yolu Arthereİstanbul’dan geçen sanatçılarla kısa telefon sohbetleri de gerçekleşiyor. Bu sohbetlerde gerçekleşen deneyimi aktarır mısınız?
Burada bir dönem kalıp başka yere gidenler genelde Avrupa kentlerinde. ‘Arthereistanbul’dan Telefon Var’ için Suriyeli tiyatrocu, dramaturg Waseem Alsharqi’yi aradık. Alsharqi 2015-2017 arası buralardaymış, Arthere’da ‘Biz İstanbul’u Ne Yapacağız?’ başlıklı, Füruzan’ın öyküsü ‘Parasız Yatılı’ ile Bernard-Marie Koltès’in ‘Roberto Zucco’ adlı meşhur oyunundan yola çıkan bir okuma tiyatrosu sahnelemişti.
Ayrıca ‘Martıların Bitmemiş Filmi’ adlı kendi yazdığı, Arapça-Türkçe oyunu sahneye koymuştu. Şimdi Danimarka’da tiyatro oyunları sahnelemeye devam ediyor. Ayrıca Suriyeli yazar Odai AlZoubi’yle konuştuk. İkisinin de iyi olduğunu, aralıksız çalışmaya devam ettiklerini öğrendik.
Ayakizi Kitaplığı eski bir sergiyi de hatırlamak istedi, 2015’te Atıf Akın’la Dilek Winchester’ın apexart işbirliğiyle hazırladıkları “Şam’da Kayısı” başlıklı sergide üretilen Arapça, Türkçe ve İngilizce fanzinleri çoğaltarak Arthere’ın masalarına yaydık. Ayrıca Ayakizi Kitaplığı Konuşmaları başlıklı podcast serisi de yayına girdi. Hayvan hakları alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Mine Yıldırım’la savaşın hayvanlara yaşattığı kâbusu tartıştık. İlerleyen günlerde de Bülent Şık’la gıda güvenliği ve savaş üzerine yaptığımız konuşma yayınlanacak.