Bundan tam 3 yıl önce bugün 19 Ağustos’ta AKP-MHP’nin tekrar eden siyasetinin kayyım boyutunu yeniden yaşıyorduk. HDP’nin elinde bulunan 3 Büyükşehir Belediyesinin eşbaşkanlarının görevden alındığı ve yerlerine kayyımların atandığı tüm basın tarafından sabahın ilk saatlerinden itibaren canhıraş bir telaş hali ile işlenmeye başlanmıştı. HDP ile ilgili tek bir haber vermemek için özen gösteren yandaş havuz medyasının tüm kanalları tek banttan yayın yaparcasına belediyelerin önünden canlı yayın yapıp, belediye eşbaşkanlarını ‘terörist’ gibi göstermek için çabalıyordu. Kürt halkı bu manzaraya yabancı değildi. Kürtler bir kez daha dejavu oluyorlardı.
Tabi iktidar medyası seçilmiş belediye eşbaşkanlarını ‘terörist’ göstermek için çabalar iken insan merak ediyor suçları neydi bu kişilerin diye. Sonra öğreniyoruz ki aslında bir suç yokmuş ortada. Kaybedilen belediyelerin yarattığı hırs ile hızlarını alamayanlar 1 Nisan 2019’da ‘kayyım atansın’ demişler. O tarihlerde belediyeleri kayyımların yönettiğini hesaba katarsak, kayyımlara kayyım atansın diye mi yazdılar diye düşünmek istiyor insan. Sonuç olarak 1 Nisan tarihli yazılara istinaden seçilmişler görevden alındı ve 19 Ağustos’ta kayyımlar atandı. Peki neden 19 Ağustos? 19 Ağustos iktidar cenahı için kayyım iştahını ilk gösterdiği tarih. 19 Ağustos 2016’da AKP kayyım yasasını meclise getirdi. HDP’nin bu süreçte yürüttüğü etkin muhalefet sonucunda bu madde torba yasadan çıkarılmak zorunda kaldı. İktidar kendince bu tarihin intikamını 3 Büyükşehir belediyesini yeniden gasp ederek alıyordu. İktidar kanadı tarihler üzerinden mesaj vermeyi seviyor.
Dönemin sorunsalı: Kanıksama hali!
Sadece 19 Ağustos ile sınırlı kalmayan kayyım atamaları, zaman içerisinde de devam etti. Yine bazı tarihler özel olarak seçildi. 29 Ekim’de Cizre’ye kayyım atanması gibi. Cumhuriyetin yıl dönümünde Cizre ‘fethediliyordu.’ İktidar Kürtlere mesajını vermekten geri durmuyordu. Ardından devam eden artçı kayyım atamaları ile toplamda HDP’nin 48 belediyesine kayyım atandı. Yaratılan kanıksama hali ile bu rakam belki de gözümüze az geliyordur. Fakat iktidar için öyle değil. En küçük bir belde belediyesine dahi tahammülü olmayacak şekilde davranıyor. İktidar bu denli öfkeyle saldırır iken bizler neden bu kadar öfkeli değiliz diye düşünüyor insan? Şöyle düşünelim. Bir gün uyanıyorsunuz ve biri evinize gelip sizi kovuyor. Evinizi geri alana kadar mücadele mi edersiniz? Yoksa köşenize çekilip hırsızın evinizden gitmesini mi beklersiniz? Hepimizin cevabı, elbette hırsızı göndermek için mücadele ederiz olur. O halde neden bugün belediyelerimizi gasp edenlere karşı aynı tepkiyi gösteremiyoruz. Belediyelerimiz: Çocukların ve gençlerin kendi kimlikleri ile büyümelerini sağlayan, kadınların eşit bir şekilde yaşama katılabildiği mekanizmaları üreten, engelleri ortadan kaldıran, ekolojik bir doğayı önceleyen, doğada yaşayan tüm canlıların yaşam formlarını koruyan yerlerdir. Bu nedenle iktidarın biçtiği anlama denk düşecek şekilde bir sahiplenme duygumuzun olması gerekiyor.
Yaşananlara dair eksikliklerden bahseder iken bu durum hiçbir tepkiselliğin gelişmediği şeklinde anlaşılmamalıdır. İktidarın kayyım ajandasının bir hesabı vardı elbette. İçerisinde birçok parametreyi barındıran bu ajandanın en büyük amacı belki de irade kırımı üzerineydi. Bir toplumun iradesini ele geçirebilirseniz geriye sindirilmiş topluluklar kalır düşüncesi iktidarı cezbediyordu. Fakat Kürt halkı tarihi boyunca bin bir türlü kırıma maruz kalmış ve her maruz kaldığı kırımdan sonra yeniden filizlenen bir ağaç gibi kendisini bulmayı başarabilmiştir. Dolayısı ile Kürt halkı dünün bugünden zor olmadığını bildiği kadar yarının da bugünden kolay olmayacağını biliyor. Bu nedenle bugünün direnişini gösterir iken yarın kazanacağı zaferin de hesabını yapıyor. Daha yaşanabilir bir gelecek için uğraş gösteriyor. Geçmiş hatalarından dersler çıkarıp yoluna devam ediyor.
Kayyımlarım kıyımları
Kuşkusuz ki bugün kayyım atanan birçok yerelde aidiyet hissimiz aşınmış durumdadır. Kentlere giderek daha yabancı bir hal almaktayız. 48 belediyeye atanan kayyımlara bakınca hepimizin malumu olan: Kürt düşmanlığına dayalı yürütülen politikalardır. Kürde dair ne varsa hedef alan, kazanımları ortadan kaldıran, hafızayı silme amacı güden, kadınların yaşan alanını yok eden, doğayı katleden bir politika yürütülmektedir. Elbette rant ve yolsuzluk da yapılmaktadır. Ama bu rantların hepsi yukarıda bahsedilen konuları yok etme üzerinden sağlanmaktadır. Tek kalemde iki işi bitiriyor. Hem Kürde dair olanı ortadan kaldırıyor hem de rantı sağlıyor. Yerelin demografisini değiştiriyor, sosyolojik yapısına ket vuruyor, kimlik bilincini ortadan kaldırıyor. Çok sistemli ve planlı bir saldırı alanı yaratıp onarılması güç olacak şekilde tahrip etmeye çalışıyorlar. Devlet Bahçeli isminin Amed’de hatıra ormanına verilmesi yürütülen özel savaşın ne denli titizlikle yürütüldüğünün ispatı niteliğinde. Bahsettiğimiz gibi iktidarın bir ajandası var ve her şey bu ajandaya uygun yürütülmek zorunda. Dolayısıyla insan haklarını askıya alan, yargıyı çeperine alan, kolluğu zor aracına dönüştüren, demokrasiyi yok eden tüm bu uygulamalar ajandada yer alan Kürtler gündeminin gereği olarak uygulanmakta.
Kayyımların birer kıyım aracına dönüştükleri hepimizin malumu. Halkın hizmet alma kurumu olan belediyelerin neredeyse tamamı işlevsiz hale getirilmek için uğraşılıyor. Sadece bugüne zarar verme niyeti gütmeyen, belediyelerin yarınını da işlevsiz kılmak için çabalayan bir anlayış var karşımızda. Çünkü bu belediyelerde kalıcı olmadıklarını biliyorlar. Bunu bildiklerinden ötürü de yarın belediyelerin halkın seçilmişlerine iade edileceği zaman hizmet veremez hale getirmek istiyorlar. Belediyelerin kasasının boşaltıldığı yetmezmiş gibi fahiş borçlanmalara gidiliyor. Belediyenin gelir ve hizmet kaynağı olan taşınmazlar ise yine ya devrediliyor ya da rayiç bedelinin çok altında fiyatlar karşılığında derneklere veya yandaşlara peşkeş çekiliyor. Taşınmaz tahsislerinin yapıldığı kurum ve kuruluşlara baktığımız zaman yine Kürt kimliğini yok etme amacı güden kuruluşlar olduğunu görüyoruz. Kürtleri kendi öz bilinçlerinden uzaklaştıran, yoz ya da yobaz bir yaşam dayatılıyor. Ne de olsa iktidar paydaşları için en makul Kürt, kendisini Kürt olarak hissetmeyendir.
Terzi Fikri’den HDP’ye uzanan toplumcu belediyecilik tahammülsüzlüğü
AKP Genel Başkanı Erdoğan “Bu Ordu, terörün ne menem şey olduğunu gayet iyi bilir. Bu Ordu, Terzi Fikri’yi de iyi bilir” sözleriyle hedefine yine toplumcu belediyecilik anlayışını koymuştu. Terzi Fikri, Edip Solmaz ve daha niceleri bu ülkenin toplumcu belediyecilik anlamındaki yüz akları olmuştur. Erdoğan’ın başında olduğu partinin mensubu olanlar gibi halktan çalıp yandaşlarına aktarmadılar. Misalen Şırnak’ın Uludere ve Hilal belediye başkanlarının ‘rüşvet ve ihaleye fesat karıştırmak’ suçlarından ceza almaları sonrası mahkemenin görevden alınmaları yazısı 7 aydır işleme konulmadı. Şırnak halkı bu iki şahsı gayet iyi bilirken Erdoğan neden bilmemek için çabalıyor? Kim bilir belki de üst makamlarda olan kişiler ile ‘ticari’ ilişkileri vardır. Ne de olsa sınır hattı. Sözün özü Fatsa halkı nasıl ki Terzi Fikri’yi biliyorsa, Kürt halkı da AKP’yi de HDP’yi de iyi biliyor.
Sadece iktidar kanadından yapılan söylemler ve pratikler eleştiri konusu değildir. Muhalefet tarafından kimi zaman açıklamalar ve destek ziyaretleri yapıldı geçmiş süreç içerisinde. Fakat muhalefetin totaldeki davranış pratiğine baktığımız zaman yetersiz ve eksik kaldığını görüyoruz. Avrupa Konseyinde takınılan tutum bu tutarsız politikalardan biri olmaktaydı. Ya da 6’lı masanın kayyım konusunda ne söylediğine baktığımız zaman yine aynı eksikliği görüyoruz. Kayyım uygulamasına karşı olduklarını söylüyorlar fakat sonrasında belediye başkanının görevden alınmasını yargı kararına endeksliyorlar. Türkiye’nin tarihinde yargının hiçbir dönem boyunca bağımsız hareket etmediği malumun ilanıdır. İlan bu denli net iken bu konuya dair bir güven verme duygusu da kadük kalabiliyor. Ayrıca hangi yargıdan bahsediyoruz burada? Bugün AKP-MHP’nin güdümünde hareket eden yargı kurumundan mı? Peki, öyleyse şayet bu kurumun temsilcilerinin yarının iktidarından doğru saf tutmayacaklarını nereden bileceğiz? Ya da yarının iktidarının yargıyı kendi tekeline almayacağını? Sorular fazla ama cevaplar maalesef ki tatmin edici olamıyor. Dolayısıyla kayyım atamalarının önünü açan yasa maddesi kesin bir şekilde kaldırılmalıdır. Amalara, fakatlara indirgenmeden kayyım uygulaması reddedilmelidir.
Sonsöz
Bundan sonra ne yapmalı sorusu belki de bizi en fazla ilgilendiren ve üzerinde durmamız gereken konu. Bugüne kadar eksik kaldığımız tüm noktaları görüp bunları yarının politikasına kılavuz kılmayı başarabilmeliyiz. Bunun yanı sıra sahip olduğumuz yerel yönetimler anlayışını öncelikle kendimiz açısından içselleştirmeli ve toplumsal ayağını oluşturmak için üzerimize düşen tüm sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Bizler inanmalıyız ki ikna edici olabilelim. Unutmayalım ki yapacaklarımızın sınırı yok fakat yapamadıklarımızın da mazereti yoktur. Çünkü her türlü imkan, olanak ve de anlayışa sahibiz. Sistemin bir bütün olarak hedef aldığı ve yok etmek istediği demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü belediyecilik anlayışını daha fazla toplumsallaştırmanın arayışı bizler açısından sürekli olmalıdır.