Ana SayfaManşet‘Ülkede yaşananlar tesadüf değil ama yurttaşlar artık tesadüfen yaşıyor’

‘Ülkede yaşananlar tesadüf değil ama yurttaşlar artık tesadüfen yaşıyor’

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gündemin sıcak başlıklarını Gazete Karınca'ya değerlendirdi. OHAL'in daha çok kereler uzatılacağını söyleyen Demirtaş, "OHAL Erdoğan'ı ancak bir yere kadar götürür, sonrasında ne gelir belli olmaz" dedi. Yaşananların tesadüf olmadığını dile getiren Demirtaş, "Ama yurttaşlar bu ülkede artık tesadüfen yaşıyor" değerlendirmesinde bulundu.

10 Ekim Ankara Katliamı’nın yıldönümünde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Selahattin Demirtaş ile Olağanüstü Hal’in (OHAL) ikinci dalgasını, kapatılan televizyon ve radyoları, HDP’nin kapatılması iddialarını, Erbil’den Avrupa’ya yapılan ziyaretleri ve “Yenikapı ruhunu” konuştuk.

Demirtaş, OHAL’in ikinci dalgası ile gelen radyo ve kanal kapatmalarının toplumda, yaşanacak olası gözaltı ve tutuklamalara karşı bir tepkinin oluşmasını önlemek olduğuna dikkat çekerken bununla da yetinilmeyeceğini söyledi, “Görünen o ki, OHAL daha çok kereler uzatılacak” dedi.

HDP’yi kapatma planlarına dair ‘ciddi duyumlar aldıklarını’ belirten Demirtaş, “Yenikapı ruhu nerede?” sorumuza da “Erdoğan’ın dizinin dibinde duruyor. Adı yeni olan ama kendisi eski olan bir ruh. Ne yenidir, ne de hayırlı bir kapıyı açacaktır” yanıtını verdi.

10 Ekim Ankara Katliamı

* 10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden bir yıl geçti. 10 Ekim’den 21 Ağustos Antep Katliamı’na doğru giden bir süreci yaşadık. Neler söyleyeceksiniz?

Öncelikle böyle zor zamanlarda sözün yükünü taşıma şiarıyla başladığınız habercilik hayatınızda sizlere başarılar diliyorum. İşiniz her zamankinden zor ama eminim layıkıyla yapacaksınız.

Aslında Amed seçim mitingimizle başlayan ve 20 Temmuz Suruç katliamıyla devam eden bir sürecin bir parçasıydı 10 Ekim katliamı. Biliyorsunuz o gün KCK ateşkes ilan edecekti. O gün Ankara’nın göbeğinde barış isteminin haykırılması çok değerliydi. Ancak o meydanda barış istemini dile getiren insanlar korkunç bir katliamla karşı karşıya bırakıldı. Herkesin bildiğini bir kez daha tekrarlamak istemiyorum, ancak tüm bu süreci gücünü sağlamlaştırmak için kullananın kim olduğunu biliyoruz. Ki bunu 15 Temmuz sonrası daha da açık bir biçimde gördük. Ancak 10 Ekim katliamı, hemen sonrasında yaşananlar açısından da çok açıklayıcı idi. Patlamanın hemen ardından can pazarı hali yerine gelen meydanda yaralı ve ölülerin olduğu kitleye biber gazı sıkılması, saldırıyla ilgili Temmuz 2016’da kabul edilen iddianame IŞİD’in sorumlu olarak gösterilmesine rağmen IŞİD’e yönelik ciddi bir yönelimin olmaması daha da vahimi katliamların öncesinde istihbarat bilgisine sahip olunmasına rağmen harekete geçilmemesi hatta adeta göz yumulması bize şunu söylüyor: Devlet doğrudan fail olmasa bile sorumluluk sahibidir.

10 Ekim’de 100 canımızı alan bombalar barış umuduna yönelikti. Ancak tüm yaşananlara rağmen bizim sözümüz bakidir, o gün o meydanda can pahasına istenen barışın bu ülkeye gelmesi için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Çünkü anılarına ancak böyle sahip çıkılabilir.

Kapatılan kanal ve radyolar

* OHAL’in ikinci dalgasında muhalif medyanın tamamı susturulmaya çalışılıyor. Bu, iktidar açısında bir hazırlık mı? Neyin hazırlığı?

Bir hazırlık olduğunu söylemek mümkün. Halkın haber alma kaynaklarına böylesine saldırmak, gerekçe bile gösterme zahmetine katlanmamak, mal varlıklarına el koymak. Burada çarpıcı olan iktidarın kanalları kapatmakla kalmaması, mal varlıklarına da el koyup devretmesidir. Belli ki hukuki bir süreç işletilmeyecek ve sonrasında kapatmanın haksız olduğu kararı çıkmayacak. Zaten kararını vermiş.

Hazırlık yaptığı şeye gelince kıskacı daha da daraltmak, belki bir sonraki hamle uzun zamandır beklendiği gibi vekillerimize yönelik olabilir. Dolayısıyla halkın haber almasını engellemek daha doğrusu sadece kendi süzgecinden geçirdiği haberlerle insanları “bilgilendirmek” istiyor. Toplumda, yaşanacak olası gözaltı ve tutuklamalara karşı bir tepkinin de oluşmasını önleme derdinde. Ancak bununla da yetinmeyeceğini gidebileceği kadar ileri gideceğini düşünüyorum; muhalif tek ses, tek düşünce bırakmayana dek.

“Yaşananlar tesadüf değil ama yurttaşlar artık tesadüfen yaşıyor”

* Medyanın susturulmasının akabinde HDP’li vekillere zorla getirme kararları gündemde. Tesadüf mü, hazırlık mı?

Biraz önce de belirttiğim gibi bir hazırlık kapsamında olması mümkün. Zaten son 1,5 yılda ülkede yaşanan hiçbir şeyin tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Faili IŞİD olan ama sorumluları, faydacıları farklı olan katliamlar ve zamanlamaları ile en son 15 Temmuz darbe girişimine baktığımızda bunu açık bir biçimde görüyoruz. Yaşananlar tesadüf değil ama yurttaşlar bu ülkede artık tesadüfen yaşıyor.

“Görünen o ki OHAL daha çok kereler uzatılacak”

* OHAL bir kez daha uzatıldı. Sizce OHAL’in ikinci dalgasının farkı ne olacak? Devam etmesi durumunda neler ortaya çıkacak?

Erdoğan’a, sözde hükümetine ve yancısı küçük muhalefetine ve diğer dönemsel, geçici müttefiklerine bakacak olursak OHAL daha çok kereler uzatılacak. Erdoğan’a istediği konforu sunuyor bu ortam. Dolayısıyla amacı ne darbenin aydınlatılarak faillerinin ortaya çıkarılması ne de ülkenin normalleşmesi. Amacı kaostan güç alan tek adam yönetiminin Türkiye’nin bir normali haline gelmesi. Bunun için OHAL ve getirdiği sınırsız gücü kullanıyor. Düşman olarak gördüklerine (ki zat-ı muhteremin geniş bir düşman algısı var) doğrudan korku verirken yanındakiler ve kendi tabanı üzerine de dolaylı yoldan korku salıyor. Ancak bu strateji onu bir yere kadar götürür. OHAL’lerle bir yere kadar gider. Sonrasında ne gelir belli olmaz. Tarih bu tarz örneklerle doludur. Kendisi de bunu biliyor. O yüzden o sarayında bizim burada hissettiğimiz kadar güvende hissetmiyor kendini.

“HDP zorlu günlerin partisidir, kapatsalar da var olmaya devam eder”

* İki kez HDP’nin kapatılacağı yönünde iddiaları gündeme getirdiniz. İddiaların dayanağı nedir? Olması durumunda HDP ne yapacak?

Parti kapatma Türkiye’de iddia olmanın ötesine geçer çoğu zaman. Geçmişte de öyle oldu, yani görülmemiş bir durum değil. HDP için Erdoğan ve AKP çoktandır bunu istiyordu. HDP’nin çoğulcu anlayışının halkta karşılığını bulması ve 7 Haziran’ın ortaya koyduğunun da ötesinde bir potansiyelinin olması Erdoğan ve AKP için hep bir rahatsızlık oldu. Ancak partimizi kriminalize etmek için ellerinden geleni yapmaları dışında bu konuda bir adım atmamışlardı. Fakat bugün artık HDP’yi kapatmayı planladıklarına dair ciddi duyumlar alıyoruz. Peki, kapatırlarsa ne olur? Daha önceden de yaptılar. HDP idealini yaşatma iradesi olduğu sürece adı değişse de HDP var olmaya devam edecektir. HDP sadece güzel günlerin, barış ve huzur günlerinin partisi değil, zorlu günlerin de partisidir. Ancak ülkenin içinde bulunduğu çıkmazdan çıkış sadece HDP’nin derdi, sorumluluğu değildir, olmamalıdır da. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kendini daha açık bir şekilde gösteren faşist eğilime karşı demokrasi cephesinin güçlü bir duruş sergilemesi ve yine uluslararası alanda da güçlü bir demokratik dayanışma sergilenmesi önemli ve gereklidir.

“Kürt halkında duygusal bütünlük var”

* Irak Kürdistan Bölgesi ziyaretinizde neler gündeme geldi?

Kürdistan’da bulunmamızın temel nedeni, Ortadoğu’nun içinden geçtiği bu tarihi süreçte Kürt hareketleri arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde bir nebze de olsa yardımcı olmaktı. Kürtler arası diyalogun geliştirilmesiydi. I. Dünya Savaşı sonrası çizilen suni sınırlar, bölge halkları açısından bugün hala çözülemeyen sorunları yaratmıştır. Ancak bundan en acı şekilde etkilenen kesim Kürtlerdi. Böyle bir tarihi gerçeklik söz konusu iken Kürtlerin IŞİD gibi barbar çetelere karşı mücadelelerinde en başta kendi aralarında işbirliği ve diyalogun güçlü olması önemlidir. Kürt halk tabanında duygusal bir bütünlük söz konusu iken liderliklerinde ortaklaşmanın sağlanamaması bir sorundur ancak kolaylıkla çözülecek bir sorundur. Biz seyahatimizde bu noktalara vurgu yaptık. Sevinerek gördük ki muhataplarımız da benzer düşüncede.

“Türkiye sadece Irak’ta değil Suriye’de de işgalci durumunda”

* Irak Meclisi, TSK’nin ülkedeki varlığını “işgalci” olarak tanımladı. Bu neye işaret, sizce de durum böyle mi?

Söz konusu Kürtler ve Kürt kazanımları olduğunda Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün yılmaz bekçisi olan Türkiye’nin şimdi Irak merkezi hükümetinin itirazına rağmen orada kalmaya devam etmesi ve hatta kendini yaklaşan Musul operasyonuna dahil etmeye çalışması tabi ki bir tutarsızlık. Irak meclisinin “işgalci” tanımlaması Suriye’nin ardından Türkiye’nin yine bir yanlış dış politikayla bir başka çıkmaza sokabileceğinin göstergesi. Türkiye sadece Irak’ta değil Suriye’de de işgalci durumdadır. Suriye ve Irak konusunda söz söylemesi gerekenler o ülkenin halklarıdır, başka ülkeler değil.

Gerçek bir stratejik düşünme ile alınmış bir karar olmaktan çok Neo Osmanlıcı hayallerin verdiği bir çıkıştır bu. Ancak Türkiye’nin bu son hamlesinin odağında yine Kürtler var. Kürt düşmanlığı öyle bir aşamaya geldi ki artık ABD ve büyük ülkelerin bile girmekten imtina ettiği Suriye ve Irak sahasına ordu gönderiliyor. Türkiye Davutoğlu’nu bile aratacak bir dış politika yürütüyor desek yanlış olmaz. Davutoğlu zamanında doğrudan dahil olmadan çeşitli gruplar üzerinden hatalı da olsa bir strateji yürütülürken, bugün artık sahaya doğrudan inildiğini görüyoruz. Bundan iyi bir şey (Türkiye devleti açısından) çıkacağını düşünmek hayalcilik.

“Avrupa Konseyi, Türkiye’yi 90’lı yıllardan çıktığı izleme sürecine yeniden alabilir”

* Avrupa’daki ziyaretlerinizin ardından “Türkiye ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalacak” dediniz. Nedir bu yaptırımlar?

Aslında en başta uygulanması gereken yaptırımlar. AB son yılların ilişkilenmesi AB’yi oluşturan kriterlerin değerlerin temel alınmadığını adeta pazarlık yapıldığını görüyoruz. Bir taraftan mülteci pazarlığı, vize serbestisi pazarlığı… Türkiye demokrasisindeki kötüleşme öyle bir aşamaya geldi ki artık mülteci kozu bile AB’nin sessiz kalmasına yetmez. Şimdiye dek Avrupa Türkiye’nin yaptığı hak ihlalleri konusunda derin endişe duymaktan başka bir şey yapmadı. Oysa Türkiye’nin uymak zorunda olduğu ilkeler ve anlaşmalar var ve ihlal etmesi durumunda hukuk çerçevesinde bunun yaptırımları var. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi geçtiğimiz Haziran’daki oturumunda, Türkiye’yi izleme sürecine tekrar dahil etmeye hakkı olacağına dair tartışma yürütüldü ki bu ibare rapora kısmen de yansıdı. Dolayısıyla AKPM, Türkiye’yi 90’lı yıllardan çıktığı izleme sürecine yeniden alabilir. Ki bu olursa AKPM tarihinde bir ilk olacak ve demokratik olduğu tescillenen bir ülke yeniden izlemeye alınmış olacaktır. Bu Türkiye için hem içte hem de dışta bir prestij kaybıdır. Erdoğan ve hükümetin her dillerine pelesenk olan demokrasiyi nasıl da gerilettiğinin bir tescili olacaktır.

“‘Yenikapı ruhu’ Erdoğan’ın dizinin dibinde duruyor”

* Darbe girişiminden sonraki “Yenikapı ruhu” nerede ve ne durumda?

Olduğu yerde duruyor, Erdoğan’ın dizinin dibinde, olması gerektiği yerde. Erdoğan ne derse doğrudan kabul ederek ya da sessiz kalınarak uyuluyor. Türkiye’nin değil Erdoğan’ın sorunlarını çözmek için yaratılan zorlama bir ruh Yenikapı ruhu. Adı yeni olan ama kendisi eski olan bir ruh. Ne yenidir, ne de hayırlı bir kapıyı açacaktır. Ancak belirtmeliyim ki yaratılan tüm korku ve paranoya iklimine rağmen OHAL koşullarında bile ömrü kısadır.

Demokrasi Bloku

* Peki Demokrasi Bloku tartışmaları ne durumda?

Tartışmalar birkaç koldan ilerliyor. Faşist rejime karşı birlik olma noktasında bütün sol, sosyalist, devrimci ve yurtsever kesimlerin bir ortak kanaati söz konusu. Türkiye’de öncekilerden şu yönüyle farklı bir dönemden geçiyoruz, öyle kenara çekilerek sessiz kalınca faşizmin intikamında kurtulabileceğiniz bir dönem değil bu. Bu nedenle bir arada olmak, direnmek her zamankinden daha önemli.

“Zulmü bize dayatıyorlarsa bizler de direneceğiz”

* Grup toplantınızda “Zulme karşı direniş haktır” dediniz. Bu direniş neyi kapsıyor, nasıl örülecek?

Nasıl hayatın her alanında zulmü bize dayatıyorlarsa bizler de hayatın her alanında direniş göstereceğiz.

Belediyeler, görevden alınan memurlar, emekçiler, kapatılan TV’ler, radyolar, gazeteler, tutuklanan gazeteciler ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle yurttaşlarımız için belki de yakında milletvekillerimiz için. Nasıl 15 Temmuz gecesi sokaklar meşru idiyse. Bizler için de meşrudur. Protesto gerekçeleri ortadan kaldırılmadığı sürece de bu böyle olacaktır. Erdoğan ve hükümetinin ülke üzerinde yaratmaya çalıştığı korku atmosferini de böyle delebiliriz, birlikte mücadele ederek, bir arada kalarak…

Previous post
Engin Dinç: İstihbarat vardı, eyleme geçilmediği için müdahale etmedik
Next post
'Nothing that happened in Turkey was a coincidence, but today people are alive by coincidence in Turkey.'