Ana SayfaGüncelBrandanın arkasında kaldı adalet

Brandanın arkasında kaldı adalet

NURHAK YILMAZ

Diyarbakır’ın Sur İlçesi, kentin en eski yerleşim merkezinde. Adını, tarihi surlardan almıştır. Dicle Nehri’nin kenarında, denizden 660 metre yükseklikte, Karacadağ’ın lavları üzerine kurulmuştur.

İlçede egemen olmuş büyük uygarlıkların bıraktıkları izlere ve çok sayıda tarihi esere ilçenin her yerinde rastlamak mümkündür. Tarihi geçmişi çok eskilere, M.Ö. 7500 yıllarına kadar uzanır. Son dönemde yapılan arkeolojik kazılarda dünyadaki en eski yerleşim alanlarının bu bölgede olduğu görülmüştür.

Surla ilgili bilgiler böyle uzar gider. Tarihi ilçenin 6 mahallesinde; Cevatpaşa, Fatihpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal Paşa, Savaş mahallelerinde 28 Kasım 2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Tahir vurulmuştu o gün… Cizre’nin tozu dumana katan sokaklarında büyüyen Tahir, Diyarbakır’ın Dört Ayaklısının bazaltına yüz sürdü o gün… Tahir Elçi, “Diyarbakır’ın ruhuna el sürmeyin” diye diye gitti… Diyarbakır’dan Huriler, Mitaniler, Medler ve 33 medeniyet geçti, “gelin bu mirastan vazgeçmeyelim” diye diye gitti… O günlerin karanlığında, henüz 15’ine basmadan, bu hayattan bir şey görmeden ama çok şey verme telaşıyla gelip geçen çocuklardan “biz geçmeyelim” dedi ve gitti Tahir…

Tahir vuruldu, en çok kadınlar ağladı… Ağla(ya)maz erkekler bile bir “ayıptan” geçti o gün… Lice, Silvan, Kızıltepe, en çok da Cizreli kadınlar kederlerini dünyaya anlatacak dili bilen bir çocuklarını daha yitirdikleri için o gün beyaz tülbentlerinden geçti…

Tahir, Dört Ayaklı’nın bazaltında yatarken, Sur’a yasak geldi… 2 gün sonra kalktı… Ama 2 gün sonra yine geldi… 8 gün sonra kalktı… 1 gün sonra yine ve son kez “yine geldi.”

11 Aralık 2015’te başladı tarihi Sur İlçesi’ndeki bitmez, tükenmez yasak… Bazen yasaklı mahallelere yeni isimler eklendi, bazen bazı mahallelerin bazı sokakları “girilebilir” oldu… Sonra oralar yeniden yasaklandı… Aylar geçti, yıl geçti… Bizler Sur’un hangi mahallesinde yasak var, “hangi sokağa girilebilir” diye dört işlemin çıkarması ve çarpması ile boğuşup durduk… Birileri ise o sıralarda Sur’u Diyarbakır’dan ayırarak bolca “bölme” işlemi yapıyordu… Biz “toplamayı” sona bırakmıştık…

Kaç bin yıldır savaşlar, kıtlık ve işgallerden eteğinde hep “elde var bir mirasın” taşıyıcısıydı Sur… Güvendiğimiz de oydu herhal… İlla ki toplanırdı bir yerinden bu geçmişe hürmet.. O kıyamet başımıza ne getirirse getirsin bir gün dinecek, annelerimiz tülbentlerini başlarına geçirip Sur’a gidecekti… Dört Ayaklı’dan başlayacak, tüm sokaklarda sürecek taziyemiz vardı…

Biz böyle diye diye 103 gün bekledik… Patlayan bombaları saya saya bekledik… 103’üncü gün, yani 9 Mart 2016’da patlama sesi sustu, ama yasak bitmedi…

O gün bugündür kamyon sesi gelir Sur’dan… Tarihi kentin sokaklarında dolaşır kamyonlar… Boş girer, tıka basa dolu çıkarlar Sur’dan… Yüklerine “harfiyat” denir… Betonlar arasına sıkışmış bazen bir kazak, bazen bir yün yorganın sökülmüş ipleri, bazen de defter kitap sarkar kasalarından… Tüm yaşanmışlıkların “harfiyata” dönüşmüş yükünü taşır kamyon şoförleri Dicle Nehri kenarına…

Aslında, Dicle Nehri ile tarihi Surların içerisine sığınmış Diyarbakır şehrinin çok eski zamanlara dayanan bir sırdaşlığı, yarenliği veya kardeşliği vardır… Kentin tarihini anlatanlar der ki; Dicle binlerce yıl boyunca Diyarbakır için yaşam kaynağı olmuştur… Aslında o kamyon şoförlerinin Sur’dan Dicle’ye taşıdığı “harfiyat” değil, kardeşinin cenazesidir bir tür…

Sur şehri böyle “temizlene dursun”; bugün (28 Kasım 2016) yasak tam bir yılını doldurdu… Ve dahi Tahir Elçi gideli bir yıl oldu… Dün eşi, dostu, meslektaşları, dava arkadaşları Tahir Elçi’nin vurulduğu sokaktaydı… Sokağın 100 metre içerisinde Dört Ayaklı Minare tüm ihtişamıyla bize bakıyordu…

Ancak biz oraya gidemedik… Çünkü o sokak da dahil, artık yerinde olmayan bilmem kaç sokakta daha “yasak devam ediyordu.”

Sokağın orta yerinde durduk… Minare ile aramızda, içerideki “harfiyatı” gizleyen çirkin mi çirkin bir bez… Dört Ayaklı Minare’nin ayakları altında son kez yaptığı konuşmayı dinledik hoparlörden… Adalet isteğini temsilen cübbelerini giydi Tahir Elçi’nin arkadaşları…  Sonra sırtlarını döndüler cinayet mahallini gizleyen o brandaya… Tahir Elçi’yi andılar…

Biz brandanın bu tarafında “O”nu anarken, “O” brandanın arkasından seslendi hepimize… Bizim sesimizi kameralar duydu… O’nun sesini, Dört Ayaklı Minare, Surp Giragos Kilisesi, bazalt döşeli küçeler, bu hayattan bir şey görmeden ama çok şey verme telaşıyla gelip geçen çocuklar duydu… “O” yaşasa belki elleriyle kaldıracağı o brandayı biz “bu tarafta” olanlar kaldıramadık…

Aramıza girdi o branda…

Previous post
‘O gitti arkasından bir kent yıkıldı’
Next post
Devlet televizyonunda kadınlara, 'makyajla morluk kapatma' tekniği