Ana SayfaGüncelDiyarbakır’a ‘sözün kışı’ mı geldi?

Diyarbakır’a ‘sözün kışı’ mı geldi?

Nurhak Yılmaz

Diyarbakır’da saat öğlen 12:00’ye geliyor. Adına yakışır şekilde tıka basa insan dolu bir dolmuştayız. İstikamet adliye, belediye, askeriye gibi kurumların sıralandığı Dağkapı semti…

Dolmuş kırmızı ışıkta durmuş, bekliyoruz… Hemen yanımızdaki polis minibüsünden, alışık olduğumuz megafon sesi geliyor… Çoğunlukla anlaşılmaz ya, o polis araçlarından yapılan anonslar… Kentteki gergin atmosferden kaynaklı çok da merak etmiyoruz. Daha doğrusu beladan bakışlarımız ve kulaklarımızla uzak durmak için ne dediğini anlamaya çalışmıyoruz. Herkes önüne bakıyor…

Malum, hakkında kapatma kararı verilen 370 dernekten Diyarbakır’ın payına 47 tane düştü… Televizyonların kapatılması, belediyeye kayyum atanması, gözaltılar, tutuklamalardan sonra günün gerilim konusu derneklerin mühürlenmesi…

‘Ayıp değil mi?’

Ancak megafondaki sesin “Ayıp değil mi?” sorusuyla dolmuştaki herkes o yöne dönüyor…

Alışılmışın dışında bir şeyler oluyor anlaşılan… Polis, öndeki aracın plakasını söyleyerek, araçtakilere sesleniyor: “Ayıp değil mi o çöpü caddeye atıyorsun. Al o çöpü oradan, çöp tenekesine at.” Kırmızı ışık halen yanıyor, araçlar kuyruk olmuş bekliyor, herkes öndeki araca bakıyor… Aracın kapısı açılıyor, bir genç iniyor.

Aracın hemen yanında, kaldırıma atılmış boş bir kola kutusu var… Alıyor boş kutuyu, yüzünde bir gülümseme, bir şeyler söylüyor… Kutuyu oradaki çöpe atmıyor, eline alıp araca biniyor yeniden… Yeşil ışık yanıyor, hepimiz yola devam ediyoruz… Polis minibüsü yanımızdan hızla uzaklaşıp belediyeye doğru yol alıyor… İçinde bulunduğumuz dolmuş, kola kutusunu caddeye atan gencin bulunduğu araçla 3-5 saniyeliğine yan yana geliyor, içindekiler suskun, ileriye bakıyor…

Bizim dolmuştakiler de konuşmuyor, kimse yorum yapmıyor… Bir-iki küçük bakış dışında az önceki olayın kritiği yapılmıyor. Sanki yaşanmamış gibi oluyor…

Diyarbakır’da insanlar artık konuşmuyor

Evet, Diyarbakır’da insanlar artık konuşmuyor… İstanbul, Konya veya Adana’da da “bu aralar durum böyle” diyebilirsiniz. Ama Diyarbakır’ı bilen bilir, dolmuşta, pazarda, hastanede, postanede siyasetin, hatta uluslar arası meselelerin yüksek sesle konuşulduğu bir kent Diyarbakır. Daha doğrusu konuşulduğu bir kentti… Çoğunlukla ayak üstü olsa da, bu konuşmalardan uzun makaleler çıkmasa da Diyarbakır’a yolu düşen bir insanın, kentin güncel meselelere bakışını öğrenmesi için akil insanlarla sohbet etmesine bazen gerek kalmazdı… Bu sohbetler veya ayak üstü fikir beyanları sayesinde başka bir şeyi daha anlardınız, kentin hissiyatı dile dökülürdü…

Yani örneğin bir dolmuşa binip, bir yere çay içmeye gidip, ardından da sokakta şöyle 20 dakika yürüdüğünüzde sağdan soldan, kasiyerden, garsondan kulağınıza çalınan sözlerden, şehrin ruh halini anlardınız… Buradan bazen mizah dergilerine malzeme veren komik hikayeler çıkar, bazen de kaygı verici bir psikolojik hal olduğunu anlardınız…

Dolmuş, belediyenin karşısındaki durakta duruyor. Biz iniyoruz… 1 Kasım’da kayyum atanan belediye binasının çevresindeki zırhlı araçlar ve polis sayısı, ilk güne göre daha az. Öğlen yemek vakti, polisler belediyenin önündeki banklarda güneşleniyor veya yemek yiyorlar.

Az önce dolmuşta tanık olduğumuz  “çöp” tartışmasını ister istemez akla getiriyor bu görüntü. Aslında bu “çöp” mevzusu, DBP veya geçmişte benzer gelenekten olan belediyeler ile merkezi iktidarlar arasında hep bir polemik konusu olmuştur. Şehre Ankara’dan gelen başbakanlar veya diğer yetkililer, “şehri çöp götürüyor” diyerek belediye başkanlarının “işlerini yapmadıklarını” veya “işleri dışında herşeyi yaptıklarını” anlatmaya çalışmıştır.

Diyarbakır Belediyesi’ne kayyum olarak atanan Etimesgut Kaymakamı da yeni görevine gelir gelmez bu konuya “parmak basmıştı.” Ve anlaşılan o ki belediye başkanının boynundaki bu en kritik mevzu, kayyum tarafından fena halde ciddiye alınmış, hatta bunun için polise de “özel duyarlılık çağrısı” yapılmış. Öyle ya; devletin polisi, kayyumu ve askeriyle halkı bu “zor” ve “en önemli sorundan” kurtarmak demek, “belediyecilik nasıl yapılır göstereceğiz” diyen hükümeti haklı çıkarmak anlamı taşıyor. Kayyuma danışmanlık yapmak üzere görevlendirilen Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu da, basından öğrendiğimiz kadarıyla “bu zor görevde” oldukça başarılıymış…

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum olarak atanan Cumali Atilla’nın basına verdiği ilk röportaja göre, Diyarbakırlılar “başkanım bizi bunlardan kurtarın” diye feryat etmiş. Ve halk çok büyük memnuniyet duymuş bu “seçimsiz” değişiklikten. Şimdilik belediyenin bu yeni yönetimiyle ilgili elimizdeki tek yorum bu.

Herkes sussa konuşan ayakkabı boyacıları da konuşmuyor

Fakat yukarıda da anlatmaya çalıştım, henüz Diyarbakırlıların ne düşündüğünü birinci ağızdan yani bizzat Diyarbakırlıdan duymadık. Çünkü Diyarbakırlılar bir süredir konuşmuyor. Dolmuşta, kahvede, okulda, sokakta, postanede, fırında yorum yapmıyor. Yarısı neredeyse bir yıldır sokağa çıkma yasağı nedeniyle Diyarbakır’dan koparılan tarihi Sur ilçesine açılan kaldırımlarda yıllardır oturan ayakkabı boyacıları da konuşmuyor.

Herkes sussa onlar konuşurdu. Çünkü onlar, bu tarihi ilçeye yolu düşen “yabancılara” kentin gündemini aktarmakla sorumlu doğal halkla ilişkiler çalışanı misyonunu yüklenirlerdi… Hani şu çözüm tartışmaları ile birlikte akın akın Diyarbakır’a gelip sayfa sayfa yazı döşeyen köşe yazarları var ya, hani bugün Diyarbakır’ın adını bile ağzına almayanlar, işte onların yazılarından hatırlarsınız ayakkabı boyacılarını.

Diyarbakırlının sesi gider mi o uzman köşe yazarlarına?

O sayfalar süren yazılarının mutlaka bir yerinde Sur’daki ayakkabı boyacılarıyla bir kare fotoğraf çektirip manşete taşırlardı. Önlerinde de tavşan kanı çaylar olurdu… Gülümserlerdi… İşte onlar… Acaba o ayakkabı boyacıları “eski mutlu günlerin” hatrına, beraber poz verdikleri o köşe yazarlarının televizyon programlarına katılmak istese, mesela bir telefon açsa, “abi hatırlıyor musun, sen Diyarbakır’a geldiğinde bana fikrimi sormuştun, şimdi durumlar kötü” demek istese. Suskunluğu böyle bozsa, acaba sesi gider mi o uzman köşe yazarlarına…

Sözün kışı mı geldi?

Peki bu suskunluk mevzusu neden bu kadar önemli? “Söz gümüşse sükut altındır”, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” türünden sükutun önemine dair sözler sıralasak da, bu öyle bir sükut gibi gelmiyor biz Diyarbakır’da yaşayanlara. Başka olasılıklar geliyor ister istemez akla. “Sözün kışı” geldi mi desek? Konuşmanın şekli mi değişti? Bir sosyolog demiş ya, “Galileo dünyanın döndüğünü şiir gibi söyleseydi belki engizisyon onu rahat bırakırdı” diye. Acaba Diyarbakırlı çektiği acıyı, yoksulluğu, kaygıyı anlatmanın başka bir yolunu mu arıyor? Acaba, hani şu filmlerin son karesinde olur ya, “herkes sussun ben konuşacağım” dediğinde, yeni bir şiirin dizeleri mi dökülecek? Acaba susması, belki de binlerce yıllık köklerinden damıtarak yeni bir şiir yazma hazırlığı mıdır?

Previous post
Tutuklu HDP eş genel başkanlarından mesaj
Next post
'İyiye bakarsak iyi oluruz; bu, umudunu görene kadar inatla göğe bakmaktır'