Ana SayfaGüncel‘Hayatsız kadınların’ sesi Ayşe Tükrükçü’nün hikayesi: ‘Devlete rağmen kadınlar vardır’

‘Hayatsız kadınların’ sesi Ayşe Tükrükçü’nün hikayesi: ‘Devlete rağmen kadınlar vardır’

Kendini ‘hayatsız kadın’ olarak tanımlıyor Ayşe Tükrükçü. Oysa böylesine dolu ve ilmek ilmek azimle örülmüş bir hayatı her şeye rağmen inadına yaşamak pek az kişinin başarabileceği bir şey. Ayşe çocuk yaşta amcası tarafından cinsel saldırıya maruz kaldı, üstelik annesi dahil ailesinden kimseyi buna inandıramadı; zorla geneleve kapatıldı, yıllarca seks işçiliği yaptı, şiddet ve hakarete uğradı. Şimdi ise her gece, sokakta yaşayan evsizlere çorba dağıtıyor.

Ailede, sokakta, devlette eril zihniyetin her türlü saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Ama o, kim ne derse desin ne mücadele azminden ne de kahkahasından asla vazgeçmedi.

Yaklaşık iki yıldır her gece sokakta yaşayan evsizlere sıcacık çorba dağıtıyor, hayatını konu alan bir kitabı bir de içinde yer aldığı bir belgeseli var.

Hikayesini kah gözleri dolarak kah tiye alıp kahkahalar atarak anlattı. Ben, eşsiz bir kadının anlattıklarına şahit oldum.

İşte hayatına binlerce hayat sığdırmış Ayşe Tükrükçü’nün hikayesi.

İnsana ‘bu kadar da olmaz artık’ dedirten bir hayat öykün var. Ayşe’nin ağzından Ayşe’yi anlatır mısın?

Ayşe, 1967 yılında Gaziantep’te ailenin dördüncü çocuğu olarak doğan bir kız. Ben doğduğumda babam devletin sokaklarını koruyan bir bekçiydi. Daha sonra çıkan bir kavgada silahını çaldırdığı için işten çıkarıldı. Ben 2 yaşındayken önce babam ardından da annem Almanya’ya gitmiş. Daha o yaşta anneden babadan ayrı büyüyen bir çocuk olarak hayata başladım.

Anne babanı ilk ne zaman gördün?

Ağabeyim Gaziantep’te vefat ettiğinde babam cenazeye geldi yani babamı ilk kez 4 yaşında gördüm. Nineme, ‘Bu adam kim’ dedim. O cümle bana hala çok ağır geliyor. Rahmetli ninem de “Bu adam senin baban kızım” dedi. O sözü beynime öyle bir kazındı ki ‘bu adam benim babam’ şarkısını dinlediğimde hala çok zoruma gidiyor. İnsanın canı acıyor.

Ne hissettin peki babanı ilk gördüğünde?

Babam 15 gün falan kaldı ama ne kucağına aldı ne bir sevgi gösterdi. Çünkü bizim adetlerde büyüklerin yanında çocuklarını sevmek hoş karşılanmaz. Ben 7 yaşımdayken babam tekrar geldi. Bu kez bizi Almanya’ya götürmek için. Çünkü Almanya’da çocuk ücreti falan veriyorlar. Ablam, ben ve engelli ağabeyimi babaannemin eteklerinden kopararak götürdü. Annemize götürüyor sözde…

‘Beni doğuran kadını tanımıyorum’

Ve Almanya serüveni başladı.

Evet, gittik Almanya’ya, karşımda bir kadın var. Sözde beni doğuran kadın ama tanımıyorum. Gaziantep’te saçımı tarayan, aç mısın diye soran bir babaannem vardı. Bahçeli bir evimiz vardı. Ama Almanya’ya gittiğimizde bir binanın 5. katında oturuyorduk. Bütün gün evde üzerimize kapı kilitli bir şekilde yalnızız. Annem akşamları geldiğinde yemek yapıyordu, babam da rakı içiyordu. Ablamla benim aramda 3 yaş vardı. Annem bize nasıl yemek yapılacağını öğretiyordu ama çocuğuz sonuçta ve yağı, tuzu eksik oluyordu. Bu sefer akşamları yemeği beğenmedikleri için hır gür olurdu.

İlkokul 2. sınıfta okurken babaannemden bir mektup geldi. Mektupta, “Hacı oğlum sen benden gittin ben senin yerine çocukları kokluyordum. Şimdi onlar da yok, birini gönder de hasretim dinsin” diyordu. Babaannemi de seviyordum zaten. Ben döndüm.

Türkiye’ye geri dönüşte neler yaşadın?

Müstakil aile evinde kalıyorduk, amcamlarla komşuyduk. Amcam yazın bir gece beni ve kızını alarak hiçbir şey söylemeden Antalya’ya götürdü. Antalya’ya gittiğimizi de yolda tabeladan okuyup öğrendik. Ben o zaman 9,5 yaşındaydım ve bizi kendine eş bulmaya götürmüş. Ve orada amcamın tecavüzüne uğradım. 3,5 ay boyunca buna maruz bırakıldım. Antep’e döndükten sonra da bu devam etti.

Ailede kimse bunu fark etmedi mi?

Babaannem biraz farkındaydı. Köye halamın yanına gitmek istediğimde kabul etti. Beni köy otobüsüne bırakıp gitti. O esnada bizim köyün arabası gitmiş, İzmir arabası gelmiş. Ben de bunu bilmeden bindim otobüse. Bir baktım İzmir’deyim.

3 gün karakolda kaldım. Bana adımı soruyorlar, soyadımı söylemiyorum. Sonra Mustafa komiser vardı, o beni evine götürdü. Kendi de eşi de beni çocuklarından ayırmadılar. Hayatımda gördüğüm tek iyi polis oydu. Gazeteye kayıp ilanı vermişler, bu şekilde bulundum. Eniştem ile amcam beni alıp Antep’e götürdü. Sonra babam geldi ve Almanya’ya geri döndük.

‘Annem yaşadıklarıma inanmadı’

Annene söyledin mi?

11 yaşımda okulda vücudumdaki morluklar ortaya çıkınca devlet beni yurda aldı. İlk adet gördüğümde “Ali Rıza (amcası) yaptığında da böyle olmuştu” deyip ağlama krizine girdim. Orada tüm yetkililer geldi, aileye karşı dava açıldı. Ama mahkemede annem kabul etmedi. “Sen bunu yurtta yaptırdın, suçu amcanın üstüne atıyorsun” dedi. 11 yaşındasın ve annen sana bunu söylüyor, ne dersin bu kadına?

Yaşadıklarından sonra ailene yaklaşımın nasıl oldu?

Tecavüzden sonra babama karşı bir itaatsizlik başladı. Çünkü bana bunu yapan babamın kardeşiydi ve babam da aynını yapacak diye korkuyordum. Babam bir şey istediğinde vermiyordum. Bu kez habire dayak yiyen, her şeyin suçlusu ilan edilen günah keçisi Ayşe oldum.

16 yaşında yurttan çıktım. Eve dönünce yine şiddet, hakaret başladı. Dışlandığımı fark ediyordum, masada bana yer yokmuş gibi hissediyordum. Bu yüzden annem, babam yatınca eve gitmek istiyordum. Anneme anahtarı paspasın altına koy diyordum, koymuyordu. Ben de binanın tuvaletlerinde yatıp kalkıyorum. 23 yaşıma kadar bir evde bir orada burada kalarak geldim, ayakta durmaya çalıştım.

Sonra?

Babam, “Türkiye’ye gidip Şengül’ü getir” dedi. Şengül de amcamın kızı. Ağabeyimle evlendirmişler bunu. Anneme olanları anlattığım halde bana bu yapan adamın kızını gelin aldı. 13 sene sonra Türkiye’ye geldim güya Şengül’ü almaya.

Şengül ile hiç olanları konuştunuz mu?

Benim niyetim Şengül’e hesap sormaktı zaten ama bir türlü yalnız kalamıyorduk. Bir gün sadece şunu sorabildim: “Sen, baban bana bunları yaparken neden sessiz kaldın?” Cevabı, “Bana yapmasından da korktum” oldu. Onu Almanya’ya götürmekten vazgeçtim.

Ben Şengül’le yüzleşirken yengem de duymuş bizi. Ayşe doğru söylemiş dediler, annem de sen haklıymışsın dedi. Sonra tekrar Almanya’ya döndüm ve Türkiye’deyken tanıştığım Hasan ile evlendim.

‘Evlilik kağıdı diye imzalattığı kağıt genelev içinmiş”

Seviyor muydun peki?

Benimki sevgi değil kurtuluş umuduydu. Evli olacağım için annem bana hakaret etmeyecekti. Bunları düşünerek evlendim. Çok kötü bir düşük geçirdim. Bir de 90’lı yıllarda Türkiye’de mezhep çatışması çok yoğundu. Ben Aleviydim o ise Sünni. 2,5 yıl evli kaldım sonra boşandık. Bu sefer de ‘dul kadın şunu yapmaz bunu yapmaz’ zihniyeti ile mücadele ettim. Hangi işe girsem ilişki teklifi gelmeye başladı, ‘hayır’ dediğimde de kovuluyordum. Bir avukatın yanında çalışmaya başladım ve orada da ikinci eşim olan Bahri ile tanıştım. Kilisli bir terziydi, ailesi beni dul olduğum için düğün dernek yapmadan ufak bir kına gecesi ile aldı götürdü köye.

Biliyorsun Türkiye’de bir yasa var: Boşandıktan 9 ay 10 gün sonra evlenebiliyorsun. Neymiş Ali’nin çocuğu Veli’ye kalmasın. E ben Veli’nin çocuğunu kabul ediyorum ama o ne olacak! Bir gün beni akraba ziyaretine gidiyoruz diye genelevinin kapısına götürdü. Evlilik kağıdı diyerek bana imzalattığı kağıt meğerse bunun içinmiş. Böylelikle 1993 yılında 240 TL karşılığında Mersin genelevine satılmış oldum.

Sen bunu genelevinin kapısında mı öğrendin?

Evet, bana üç şey söyledi. Bir; benimle yattığın gibi kimseyle yatmayacaksın. İki; ben seni aradığımda ne yaparsan yap 1 dakika içinde telefonda olacaksın. Üç; sana söylenenleri yapacaksın ben gelip seni 6 ay sonra alacağım, düğün yapacağız gelinlik giyip çıkacaksın bu kapıdan. Ben fabrika sanıyordum. Doğru, fabrikaydı: Et fabrikası!

İtiraz ettiğinde ne yaptı?

Dövdü. Her karşı çıkışımda arabanın içinde dayak yedim. Hiç cezaevine gittin mi sen?

Gittim.

Genelevin kapısı da öyle işte. Gri, bir girişi bir de çıkışı var. Kapıda bir sürü erkek vardı, sıraya girmiş polis de sözde arama yapıyor. Ben sevindim polisi görünce hani İzmir’de Mustafa abi vardı ya öyle sandım. Omzuma vurarak ‘hadi hadi alışırsın’ dediler.

Kapıdan girdin. Sonra?

3 gün boyunca karşı çıktım, bodrumda dayak yedim, aç bırakıldım. Pes ettim sonra. Alışırsın diyorlar ya. Neye alışacağım? Babam yaşındaki adamın ‘kızım neden buradasın’ demesine mi? 16 yaşındaki çocuğun ‘Teyze iyi miydim?’ demesine mi?

Devletin yasaları de sizi sömürenleri koruyor muydu?

Tabi ki. Mesela vesika verilmesini kapsayan yasalardan birinde: “Topluma kazandırmak için hayat standartlarını sağlayamıyorsan, baş edemiyorsan bu kadını oraya götürebilirsin” gibi bir ibare var. Bunların hiçbiri bana sorulmadı. Ne bana soruldu ne de Erzurum’dan gelen 5 çocuk annesi Nuran’a soruldu. 18 yaşın altındaki kızın yaşını büyütüp, göğsünden hala bebeği için süt akarken satıldığında yaşını büyüten hakim bile sormadı ‘Neden?’ diye.

‘Devletin ikiyüzlülüğü: Toplumunu kandırmak’

Kaçmaya çalıştın mı?

Tabi firar ettim bir kez. Adana Emniyeti yakaladı bir hafta boyunca polislerden dayak yedim. Sonra beni Mersin’e götürüp bir eve kapattılar. Bir hafta boyunca üç polisin tecavüzüne uğradım, dayak yedim, ayağımdan zincirlediler. Akşamları geliyorlardı, gözlerimi de bağlıyorlardı. “Bir daha kaçmaya çalışma bundan daha beter yaparız” deyip geneleve bıraktılar. 7 farklı geneleve satıldım. En son Kütahya’da müşterim olan bir adamla evlendim. Devletin bir şartı var. Eğer 5 yıl evli kalırsan tüm sicilin temizlenecek. Meğerse vesika silinmiyormuş, devlete açacağın bütün davalar da zaman aşımından düşüyor. Devletin ikiyüzlülüğü de bu; toplumunu kandırmak. Boşandım ve İstanbul’a döndüm.

İstanbul’da nasıl yaşamını sürdürdün?

Temizlikçilikten aşçılığa birçok iş yaptım. Yeri geldi sokaklarda yattım. Hastane bahçesinde çok yattım mesela, hasta yakınlarının artıklarını yiyordum. Sonra Şefkat-Der’in de yardımıyla bir kadın arkadaşımla ev tuttuk.

2007 seçimlerinde milletvekilliğine aday oldun. Buna nasıl karar verdin?

Adaylığımı koymanın sebebi; kamuoyu oluşturup, Türkiye’de devletin acımasızlığını dile getirmekti. Toplumda benim gibi binlerce insan olduğunu göstermekti. “Biz varız ama bizim hayatımızı çalıyorsunuz” demek istedim. Yeri geliyor kadınlar, yeri geliyor erkek olarak babam ve müşterim çalıyor. Ben oy kullanmaya bile gitmedim sadece ‘hayatsız kadınların’ iç yüzlerinde neler yaşadığını anlattım.

Hayatını anlatan ‘Hayatsız kadın’ adlı bir de kitap var.

Gazeteci Alper Uruş ile birlikte ‘Hayatsız Kadın Ayşe’yi yazdık. Yaşadığım her şeyi anlattım.

Yaklaşık iki yıldır ‘Çorbada tuzun olsun’ adı altında her gece evsizlere çorba dağıtıyorsun. Bu fikir nasıl çıktı ortaya?

corba

Şefkat-Der’in başkanı Hayrettin Bulan ile Konya’daki sığınma evinden tanışıyorduk. Son eşimden şiddet gördüğümde orada kalmıştım. Evsizin halinden evsiz anlar sonuçta ne yapabiliriz diye düşündüm ve aklıma bu geldi. 1 ay yapıp bırakırız diye düşünüyorlardı. Bilmiyorlar ki Ayşe elini attığı işi bitirmeden bırakmaz. Kar kış demeden 2 yıldır her gece evsizlere çorba dağıtıyoruz. Babama yaptığım çorbanın aynısını sokaktakine de yaptım. Kendi içmediğim çorbayı ben başkasına vermem. Bazı zamanlar kıyafet de dağıttık. Toplumun her kesiminden destekçimiz var artık.

Gözyaşıyla harmanlanan çorbalar

 

                                                 Kimler var mesela?

dsc_0767

Dürümcü Hasan Usta’nın sahibi Mehmet abi mesela bizim baharat sponsorumuz. Gerekli malzemeler konusunda hep yardımcı olur, yeri gelir kendisi yaptırır. Zor günlerin hızırı yani. Bunun yanı sıra Cihangir Forum, Adım Adım, Anti-kapitalist Gençler, Ateizm Derneği, Oy ve Ötesi, aralarında hemşire, dişçi gibi meslek gruplarından olan gönüllüler ve evsizler. Çorba malzemelerine destek olan avukat, savcı, öğretmen, ev hanımı gibi dostlarımız da var.

Zorlandığın dönemler olmadı mı?

Olmaz mı. Havanın soğuğunu geçtim pes ettirmek isteyenler oldu. O çorbalara az gözyaşım akmadı, çok mücadele ettim.

Peki sokakta yaşayan insanlarla ilgili başka projen var mı?

Her gece çorba götüreceğimize balık tutmayı öğretelim diye düşünüyorum. Benim hayalim onlara iş imkanı sağlamak. Mesela devlet sığınma evlerinde kalan kadınlar birkaç ay sonra çıkarılıyor. Bir yandan kanser tedavisi görüyorum ama onları topluma kazandırmak için de bir şeyler yapmak istiyorum. Örneğin bir binayı tutup bir tarafını lokanta bir tarafını çamaşırhane yapıp evsizlere iş yeri yaratmak gibi bir hayalim var hep. Bir nevi işçi bulma kurumu yani.

Ailen ile ilişkin nasıl durumda?

Babam 2009’da kanserden vefat etti. Son döneminde yanındaydım ben. Yüzleştik, alttan alta benden özür de diledi.

Devletin kadın politikasını değerlendir desem?

Sıfır derim. Devlet, kadın, hak eşittir sıfır. Yorumsuz.

dsc_0774

Toplumun kadına bakış açısını nasıl değerlendiriyorsun?

Toplum artık biraz açıldı. Bedenimizin ne kadar değerli olduğunu öğrendik. Ben eşime hayır diyorsam bu hayırdır. Evlilik iç tecavüzler görülmüyor örneğin. Ensest ilişkilerin üzeri örtülüyor. Bırak adaleti, kızı bu yüzden intihar eden aile çocuğunun cenazesini bile kabul etmiyor. Bunların hepsi kadın örgütlerinin mücadelesi ile birlikte biraz daha görünür kılındı. Hani var ya eylemlerde söylüyoruz ‘Kadınlar vardır’ diye bir şarkı. Öyle işte; kadınlar var, her şeye rağmen mücadele de.

Ülkenin genel ikliminde bir ilerleme olduğunu düşünüyor musun?

Aydınlar tutuklanıyor, zihniyetsiz insanlar siyaset yaptığını iddia ediyor. Hala daha çok geriyiz.

‘Zifiri Karanlıkta Mektep’ adlı farkındalık yaratmayı amaçlayan bir projede yer alıyorsun. Bahseder misin biraz?

‘Zifiri Karanlık’ diye bir platform var. Orada görme engelli arkadaşları anlayabiliyorsun, insanlar kendileriyle yüzleşiyor. Karanlıkta yemek vb. çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Ben de oyuncu Nilgün Atılgan ile birlikte ‘Karanlıkta Mektep’ adlı bir etkinlikte yer alıyorum. Türkiye’de ve özellikle Galata’daki fuhuşu tarihçesiyle beraber anlatıyoruz. Türkiye’deki hayatsız kadınları dile getiriyoruz.




Önceki Haber
Kayyum, Kadın Politikaları Müdürlüğü'nü feshetti
Sonraki Haber
İZBAN grevi sona erdi