Ana SayfaÇeviriNoam Chomsky ile Trump üzerine: ‘Dost görünümlü faşizm’

Noam Chomsky ile Trump üzerine: ‘Dost görünümlü faşizm’

HABER MERKEZİ – Birkaç yıl önce, ABD’deki politik iklimin otoriter bir figürün yükselişi için olgunlaştığını söyleyen Noam Chomsky, Donald Trump’ın kazandığı seçimin ardından değerlendirmelerde bulundu. Trump’ın dünya genelinde gerçek bir tehdit olduğuna ilişkin düşüncelerini paylaşan Chomsky, Bertram Gross’un ‘dost görünümlü faşizm’ adlandırmasına dikkat çekerek Trump’ın iplerini çözdüğü güçlerin göz önünde tutulduğu takdirde tehlikenin yakın ve büyük olduğunu söyledi. Chomsky, Brexit ve yine Avrupa’daki aşırı-milliyetçi ve sağcı partilerin yükselişi ile Trump’ın zaferi arasındaki koşutluğa da değindi. 

Çeviri: Erdal SÖYLEMEZ

Donald Trump, 8 Kasım 2016’da beyaz seçmenin öfkesinden başarıyla istifade ederek, muhtemelen Nazi propagandacısı Joseph Goebbels’i bile etkileyecek şekilde insanların asgari eğilimlerine hitap etti ve ABD siyasetindeki en büyük alt üst oluşu gerçekleştirmeyi başardı.

Ancak Trump’ın zaferinin anlamı tam olarak nedir ve 20 Ocak 2017’de iktidarın dizginlerini devraldığında bu megalomanyaktan ne beklenebilir? Trump’ın, varsa politik ideolojisi nedir ve “Trumpizm” bir hareket midir? ABD dış politikası Trump yönetimi altında farklı olacak mı?

Birkaç yıl önce, Noam Chomsky, ABD’deki politik iklimin otoriter bir figürün yükselişi için olgunlaştığını söylemişti. Şimdi, bu seçimin ardından, ABD siyasi sistemindeki bozgunu ve neden Trump’ın dünya genelinde gerçek bir tehdit olduğuna ilişkin düşüncelerini paylaşıyor.

C.J. Polychroniou’nun Truthout için yaptığı röportaj şöyle:

Noam, düşünülmeyen gerçekleşti: Bütün tahminlerin aksine, Donald Trump, Hillary Clinton’a karşı tartışmasız bir başarı elde etti ve Michael Moore’nin “zavallı, cahil, tehlikeli, yarı zamanlı palyaço ve tam zamanlı sosyopat” olarak tanımladığı kişi Amerika Birleşik Devletleri’nin gelecekteki başkanı olacak. Sana göre Amerikalı seçmenleri, Birleşik Devletler politik tarihinde ki en büyük altüst oluşu üretmeye iten karar verici faktörler nelerdi?

Bu soruyu yanıtlamadan önce, nasıl tepki verdiğimize bağlı olarak, insanlık tarihinde en önemli günlerden birine dönüşecek olan 8 Kasım’da nelerin olduğunu düşünmeye biraz zaman harcamak önemlidir diye düşünüyorum.

Abartı yok.

8 Kasım’daki en önemli haber çok az farkedildi, kendi içinde çok önemli şeyler barındırıyorken.

8 Kasım’da Dünya Meteroloji Organizasyonu (DMO) Fas’ta düzenlenen uluslararası iklim konferansında (COP22) Paris anlaşması COP21’i ilerletmek için çağrı niteliğinde bir rapor yayınladı. DMO geçen beş yılın kayıtlara göre en sıcak yıllar olduğunu rapor etti. Yükselen deniz seviyesi, kutuplarda yakın zamanda buzlarının beklenmeyen hızlı bir biçimde erimesi ve en kaygı verici olanı da güney kutbundaki devası buzulun erimesi sonucu deniz seviyesinin yakında daha da yükseleceği rapor edildi. Kuzey kutbu buz seviyesi geçen beş yıl boyunca önceki yirmi dokuz yılın ortalamasının yüzde yirmi sekiz altında, sadece yükselen deniz seviyesi değil, aynı zamanda kutup buzlarının güneş ışınlarını yansıtan soğutucu etkisinin azaltılması, bu şekilde küresel ısınmanın korkunç etkisinin hızlandırılması söz konusu. DMO sıcaklıkların COP21 tarafından belirlenen hedeflere tehlikeli bir biçimde yakınlaştığını, diğer korkunç veri ve tahminler ile birlikte rapor etti.

Çok az fark edilmekle birlikte, tarihsel önem taşıdığı muhtemel olan bir diğer hadise daha gerçekleşti 8 Kasım’da.

8 Kasım’da, her şeyde mührü bulunan dünya tarihindeki en güçlü devlet, seçime gitti. Sonuçta yönetimin bütün kontrolü -yürütme, kongre ve yüksek mahkeme- dünyanın en tehlikeli organizasyonu haline gelen Cumhuriyetçi Partinin elinde toplandı.

Son ifade hariç tüm bunlar tartışmasızdır. Son ifade saçma, hatta hakaret edici görünebilir. Ama öyle mi? Gerçekler aksini önermektedir. Cumhuriyetçi Parti, olanca hızıyla kendisini organize bir şekilde insan yaşamının yıkımına adamış durumda. Böyle bir duruş için tarihte herhangi bir örnek yoktur.

Bu bir abartı mı? Şahitlik ettiğimiz şeyleri göz önünde bulunduralım.

İklim değişimini inkar ediyor

Cumhuriyetçi Parti aday belirleme seçimleri sürecinde adaylar, olan biteni inkar etti. Her şeyin belirsiz olduğunu söyleyen ancak kaya gazı üretimi sayesinde bir şey yapmamız gerekmiyor diyen Jeb Bush gibi mantıklı ılımlılar dışında. Ya da küresel ısınmanın gerçekleştiğini kabul eden fakat “Ohio’da kömürü yakacağız ve bunun için özür dilemeyeceğiz” diyen John Kasich gibi.

Şu an seçilmiş ama henüz göreve başlamamış olan başkan, kömür dahil olmak üzere fosil yakıtlarının hızla artan bir biçimde kullanımı için çağrı da bulundu. Düzenlemelerin lağvedilmesi, sürdürülebilir enerjiye geçmeye çalışan kalkınmakta olan ülkelere yardımın rededilmesi çağrılarıyla olanca hızıyla uçuruma doğru koşuyor.

Trump iklim değişimini inkar etmekle ünlü (bununla övünen) Myron Ebell’i Ekolojik Koruma Ajansı’ndan (EKA) sorumlu kişi yaparak EKA’yı yürürlükten kaldırmaya dönük adımları şimdiden atmaya başladı. Trump’un enerji baş danışmanı, milyarder petrol şirketi yöneticisi Harold Hamm, öngörülebilen beklentisini ilan etti: Düzenlemelerin yürürlükten kaldırılması, sanayi için (zenginler ve genel olarak şirketler için) vergi indirimi, daha fazla fosil yakıtı üretimi ve Obama’nın Dakota Access boru hattı üzerindeki geçici engelinin kaldırılması. Piyasa çok hızlı bir biçimde karşılık verdi. İflas noktasına gelen ancak Trump’ın zaferinden sonra hisseleri yüzde elli düzeyinde yükselen dünyanın en büyük kömür madencisi Peabody Energy dahil olmak üzere enerji şirketlerinin hisseleri fırladı.

Cumhuriyetçilerin inkarcılığının etkileri şimdiden görülmeye başlandı. COP21 Paris sözleşmesinin uygulanabilir bir anlaşmaya yol açacağına dair umutlar vardı fakat bu düşünceler terk edildi. Çünkü Cumhuriyetçi Kongre bağlayıcı her herhangi bir taahhüttü kabul etmeyecek, ortaya çıkan gönüllü bir sözleşme, aşikardır ki çok daha zayıf kalacak.

Tüm bunların etkileri şimdi göründüğünden daha canlı hale gelebilir yakında. Sadece Bangladeş’te on milyonlarca insanın, gelecek yıllarda şiddetli iklim değişimini nedeniyle deniz seviyesinin altında kalan ovalardan kaçmak zorunda kalması bekleniyor. Bu, günümüzdeki sorunları daha da katmerleştirecek bir göçmen krizi yaratacak.

Adaletli yaklaşılırsa, Bangladeş’in önde gelen iklim bilimcilerinin söylediği gibi, “Bu göçmenler sera gazlarının geldiği ülkelere taşınma hakkına sahip olmalıdır. Milyonlar Birleşik Devletlere gidebilmeli.”

İnsanlar, çevreyi radikal bir biçimde dönüştürmesiyle dikkat çeken yeni bir jeolojik çağa, Anthropocene, (İnsan hareketlerinin dünya ekosistemi ve jeolojisi üzerinde daha etkili olmaya başladığı dönem için kullanılan terim) yol açan zengin ülkelere gidebilmeliler. Bu katastrofik sonuçlar daha da kötüleşebilir, sadece Bangladeş’te değil, aynı zamanda bütün güney Asya’da sıcaklıklar yoksullar için katlanılmaz durumda ve engellenemez bir biçimde yükseliyor. Himalayalardaki buzullar eriyor ve bu, bütün su kaynaklarını tehdit eder durumda. Şu an Hindistan’da, 300 milyon insanın kullanılabilir içme suyundan yoksun olduğu rapor edilmekte. Ve etkileri bunun da ötesine ulaşacak.

İnsanlığın tarihinde karşı karşıya olduğu en önemli ikilemi -örgütlü insan yaşamı bildiğimiz forma benzer bir şekilde varlığını mı sürdürecek yoksa hızla yıkıma doğru mu koşacak- anlatabilecek kelimeler bulmak zor.

Benzer gözlemleri, yetmiş yıldır başımızda dolanan ve giderek artan nükleer yıkım tehdidi gibi insanlığın varlığı ile ilgili diğer önemli konularda  yapmakta mümkün.

Seçimlerle ilgili bütün önemli haber ve yorumlarda, kısa bir bahsin ötesine geçmeyen bütünüyle hayret verici bu gerçeği yakalayabilecek kelimeler bulmak çok zor. En azından ben uygun kelimeleri bulmakta zorlanıyorum.

Sorulan soruya dönecek olursak, şu an ki bilgilere göre, Trump beyaz seçmenden aldığı destek ile geçmişteki tüm rekorları kırdı. İşçi sınıfı ve alt orta sınıf, özellikle 50,000 ile 90,000 dolar gelir aralığında olan kentli ve kenar kentlerde yaşayan, esasen de üniversite eğitimi olmayan kesimlerden destek aldı.

Bu gruplar merkezi sistem nezdinde batının bütününe yayılmış bu öfkeyi paylaşmakta, beklenmeyen Brexit oylamasında ve merkezi partilerin kıta Avrupası’nda ki çöküşünden de anlaşılacağı gibi. Kızgın ve hoşnutsuz olanların bir çoğu geçmiş kuşaklara ait neoliberal politikaların kurbanları.

Şöhretli günlerinde ABD merkez bankası başkanı Alan Greenspan’ın açıkladığı gibi, ekonomi yönetmedeki başarısı esasen “çalışanların güvensizliğini artırmak” üzerine kurulu. Korkutulmuş çalışan insanlar daha yüksek ücret talebinde bulunmayacak, fakat neoliberal standartlarca sağlıklı bir ekonomi sinyali veren sabit ücretler ve kısıtlanmış sosyal yardımlarla tatmin olacak.

Ekonomik teoride bu deneyimlerin öznesi olan çalışan insanlar, bu neticeden pek mutlu değiller. Onlar, örneğin, 2007’de neoliberal mucizenin tavan yaptığı gerçeğinden sevinç duymuyorlar, gerçek ücretler yönetim kademesinde olmayan çalışanlar için geçmiş yıllarda olduğundan daha düşük, veya erkek çalışanlar için gerçek ücret 1960’larda ki ücret düzeyindeyken, tepedeki -yüzde birin- bir kaçının cebine çok büyük kazançlar girmekte.

Asgari ücretin kaderi gerçekte ne olduğunu iyi tasvir etmekte. ‘50 ve ‘60’larda ki yüksek ve eşitlikçi büyüme periyodu boyunca, asgari ücret -diğer ücretler için bir zemin oluşturuyor – üretkenliği izledi. Bu durum neoliberal doktrinin saldırısıyla son buldu. O zamandan bu yana, asgari ücret sabitleşti (gerçek alım değeri anlamında).  Eğer daha önceden olduğu gibi devam etseydi, saat ücreti 20 dolara yakın olacaktı. Bugün, onu 15 dolara yükseltmek politik bir devrim olarak değerlendiriliyor.

Bugün sıfıra yakın işsizlik konuşmalarıyla, iş gücünün katılımı daha önceki normların aşağısında kalıyor. Ve çalışan insanlar için endüstri sektöründe sendikalı olmanın sağladığı haklara ve ücret güvenceli, eskiden olduğu gibi, bir işe sahip olmak ile bazı hizmete dayalı güvencesiz geçici bir iş arasında büyük bir fark vardır. Ücret, sosyal haklar ve güvenlik dışında, saygınlık, geleceğe dair umut, ait olduğum ve değerli bir rol teşkil ettiğim bir dünya hissiyatını yitirme durumu var.

Bu etki, Arlie Hochschild’in yıllar boyu yaşadığı ve çalıştığı, Trump’ın kalesi Louisiana’nın hassas ve aydınlatıcı tasvirinde çok iyi verilmiş. O, sakinlerinin konumlandığı bir sıralama imgesi kullanıyor, sıkı çalıştıkları ve bütün geleneksel değerleri korudukları için istikrarlı bir biçimde yukarıya doğru hareket etmeyi beklemekte. Fakat kendilerinin bu sıralama içindeki konumları sabitleşmiş durumda.

Kendilerinin önünde, insanların ileriye doğru sıçradığını görmekte, fakat bu çok fazla endişeye neden olmuyor, çünkü bu hak etmenin ‘Amerikan tarzı’ (sözde) ödüllendirilmesi olarak görülüyor. Gerçek endişeye neden olan ise onların arkasında olan şeyler. Onlar, federal yönetim programlarının ‘kurallara bağlı’ kalmayan ‘hak etmeyen’, Afro-Amerikanlara, göçmenlere ve diğer hor gördüklerine fayda sağlar şekilde düzenlendiğini ve böylece bu kesimlerin kendi önlerine geçmesini sağladığına inanmaktalar. Bütün bunlar, (Ronald) Reagan’ın “sosyal devlet kraliçeleri” (siyahları kastederek) beyaz insanların bin bir emekle kazandığı paralarını çalıyor şeklindeki fanteziler ve ilgili ırkçı uydurmaları tarafından kızıştırılıyor.

Bazı zamanlar hükümet bürokrasisine karşı geliştirilen bu yaklaşıma sebep olan bazı gerçek nedenler var. Hochshild ailesi ve arkadaşları kimyasal kirlenmenin ölümcül etkilerinden yoğun bir şekilde acı çekiyor fakat hükümeti ve “liberal elitleri” küçümsüyor. Çünkü onun için EPA; ona balık avlayamayacağını söyleyen, fakat kimyasal imalathaneler ile ilgili hiç bir şey yapmayan bazı görgüsüz kişiler anlamına geliyor.

Bu, Trump’ın kendi kötü durumlarına çare olacak şeyler yapacağına inandırılmış, Trump destekçilerinin gerçek hayat örneklerinden bir kaçı sadece. Aynı zamanda en kötüsünü savuşturacak ve can alıcı bir biçimde ihtiyaç duyulan değişimleri gerçekleştirmeyi uman aktivistler için bir taslak ortaya çıkarmakta.

trump

‘Beyaz Amerika’ rüyası

Oy verme işleminden sonra seçim merkezlerinin çıkışında yapılan anketler Trump için ateşli desteğin temelde değişimi temsil ettiğine dair inançtan esinlendiğini, Clinton’un ise kendi dertlerini kalıcılaştıracak aday olarak görüldüğünü ortaya çıkardı.

Trump’un başarısında bazı diğer faktörler söz konusu. Karşılaştırmalı çalışmalar gösteriyor ki beyazların üstünlüğüne dayanan doktrin Amerikan kültüründe Güney Afrika’dakinden daha fazla etkili ve beyaz nüfusun giderek azaldığı da bir sır değil. On ya da yirmi yıl içinde, beyazların iş gücü içinde azınlık haline geleceği ve uzun olmayan bir süre sonunda, nüfusun azınlığı haline geleceği öngörülmekte. Aidiyet politikalarının başarısı sonucu geleneksel muhafazakar kültürün baskı altında olduğu algısı, aşina oldukları ülkelerinin gözden kayboluşuna şahitlik eden ‘çalışkan, yurtsever, kiliseye giden aile değerlerine sadık (beyaz) Amerikalıları’ sadece hor görmüş elit cenahla bağlantılandırılmaktadır.

Çok ciddi tehlikeler içeren küresel ısınma konusunda kamunun ilgisini attırmada başka bir temel sıkıntı bulunuyor. Birleşik Devletler nüfusunun yüzde kırkı İsa’nın bir kaç on yıl içinde yeryüzüne döneceğini varsaydığından küresel ısınmayı bir problem olarak görmemekte. Yine aynı yüzdeye yakın oranı dünyanın bir kaç bin yıl önce yaratıldığını düşünmekte. Eğer bilim İncil ile çelişiyorsa sorun bilimdedir, bilime bakın fikrindeler. Diğer toplumlarda benzer bir durum ile karşılaşmak çok zordur.

1970’lerle birlikte, Demokratik Parti çalışan insanlar ile ilgisini bir tarafa bıraktı. Oysa şimdi, (Regan’ın jöleli fasulye yerken küçük espriler yapan tarzı,  George W. Bush’un herhangi bir barda karşılaşabileceğin, çiftlikteki çalılıkları yüksek sıcaklık altında bile kesmeyi seven dikkatlice işlenmiş sıradan bir adam imajı ve sahte bozuk telaffuzu -Yale’de bu şekilde konuşuyor olması pek mümkün değil-) haklı yakınmaları olan insanların, sadece işlerini değil aynı zamanda değerli oldukları hissini de kaybedenlerin sesi olmuş ve yaşamlarını yıkmaya çalıştığını düşündükleri hükümete karşı veryansın eden Trump var.

Dogmatik sistemin en önemli başarılarından birisi de büyük şirketlere yönelik kızgınlıkları şirketlerin dizayn etiği programları uygulayan hükümete yöneltmesidir. Örneğin medya ve yorumlarda ‘serbest ticaret anlaşması’ şeklinde sürekli yanlış tanımlanan hayli korumacı şirketsel/yatırımcı hakları anlaşmaları gibi. Tüm kusurlarıyla, hükümet, bir ölçüde, şirketleşmiş kesimlerin aksine kamusal etki ve kontrol altındadır. Dik başlı hükümet bürokratlarına dönük nefreti teşvik etmek ve hükümetin halk iradesinin, -halk için ve halk tarafından bir hükümet-  bir enstrümanı haline gelmesi şeklindeki (iktidardakileri) devirmeyi tasarlayan fikirlerin insanların kafasından sökülüp atılması iş dünyası için son derece avantajlı bir durumdur.

Trump Amerikan politikasında yeni bir hareketi mi temsil ediyor yoksa Clintonları sevmeyen ve “her zamanki siyasetten” bıkmış olan seçmenlerin esasen Hillary Clinton’u reddetmeleri mi bu seçimin sonucunu belirledi?

trump-clinton

Hiç bir şekilde yeni değil. Her iki politik parti de neoliberal periyod süresince sağa kaydılar. Bu günün yeni demokratları büyük oranda geçmişte “ılımlı Cumhuriyetçiler” olarak adlandırılanlarıdır. Bernie Sanders’in çağrısını yaptığı ‘politik devrim’, haklı olarak, Dwight Eisenhower’i çok şaşırtmayacaktı.

Sonuçlar Cumhuriyetçilerin yakın dönemdeki öncelikleriyle kanıtlanmış durumda. Cumhuriyetçi kuruluşlar daha önce, tabandan gelen aşırı uçtaki adayları -örneğin Bachmann, Cain veya Santorum- alt etmek için becerilerini çokça kullanmak zorunda kaldı. 2016’nın ayırıcı özelliği ise bu kuruluşlar başarısız oldu.

‘Dost görünümlü faşizm’

Doğru ya da yanlış, Clinton, korkulan ve nefret edilen politikaları temsil etti; Trump, “değişimin” sembolü olarak görüldü -ne tür bir değişim, gerçek önerileri dikkatle incelemeyi gerektiriyor; halka ulaşan şey de büyük ölçüde eksiklikler olan bir değişim. Kampanyanın kendisi, sorunlardan kaçınılmasıyla dikkat çekiciydi ve medya yorumu gerçek “objektiflik”, “Washington’un iç yapısını” doğru bir şekilde bildirmek, ancak ötesine geçmemek konseptine uyuyordu.

Trump seçiminin sonuçlanmasını takiben “bütün Amerikalıları temsil edeceğini” söyledi. Halk bu kadar kutuplaşmış ve Birleşik Devletlerdeki bir çok grup için, kadınlar ve azınlıklar dahil olmak üzere, derin nefretini ilan etmişken bunu nasıl yapacak? Brexit ve Donald Trump’un zaferi arasında bir benzerlik görüyor musun?

Su götürmez benzerlikler var Brexit ve yine Avrupa’daki aşırı-milliyetçi ve sağcı partilerin –Trump’ı zaferi sonrası kutlamada çok hızlı davranan liderlere sahip ve onu kendilerinden biriymiş gibi gören: Farage, Le Pen, Orban ve onlara benzeyen diğerleri-  yükselişi arasında. Ve bu gelişmeler çok korkutucu. Avusturya ve Almanya’daki anketler, 1930’lara aşina olanlar için benzer acı hatıraları anımsatmaktan geri durmaz, benim bir çocukken yaptığım gibi, bunları yakından izleyenler için daha fazlasını ifade ediyor. Hala Hitler’in konuşmalarını dinlediğimi anımsıyabiliyorum, kelimelerini anlamadığım halde, konuşma tonu ve dinleyenlerin tepkisi yeterince kan dondurucuydu. Yazdığımı hatırladığım ilk makale Ocak 1939’da, Barcelona düştükten sonra, benzer bir biçimde önü alınamayan faşizmin bir salgın gibi yayılması üzerineydi. Ve garip bir tesadüfle, ben ve eşim Barcelona’dan 2016 Birleşik Devletler başkanlık seçim sonuçlarını izledik. Trump’ın meydana çıkardığı –yarattığı değil- ile nasıl başa çıkılacağı konusunda bir şey söyleyemiyoruz. Belki de onun en göze çarpan karakteri de öngörülemez olması. Bir çok şey onun performansı ve öne sürdüğü vizyonuyla dehşete düşenlerin reaksiyonlarına bağlı.

chomsky

Davranışlarında çok açık bir biçimde otoriter eğilim olduğu halde, Trump ekonomik, sosyal ve politik konularda bakış açısına kılavuzluk eden, saptanabilir politik bir ideolojiye sahip değil. Bu nedenle, Trump’ın Birleşik Devletlerde “dost görünümlü faşizm”in doğuşunu temsil edebileceği iddiasını doğru buluyor musun?

Yıllarca, Birleşik Devletlerde dürüst ve karizmatik bir ideoloğun, rahatsızlığı gerçek etkenlerinden daha zayıf hedeflere yönlendirebilen, uzun zamandan bu yana toplumun büyük kesiminde galeyana yol açan korku ve kızgınlığı sömürecek birisinin yükselişi riskinden bahsettim ve yazdım. Bu, sosyolog Bertram Gross’un perspektif sunan 35 yıl önce yaptığı çalışmasında “dost görünümlü faşizm” diye adlandırdığı şeye sebep olabilir.

Fakat bu dürüst bir ideolog gerektirir, Hitler tipi birisini, ortaya koyduğu ideoloji sadece ben ile sınırlı olmayan birisini. Bununla birlikte, tehlike yıllardan bu yana söz konusu oldu, Trump’un iplerini çözdüğü güçler göz önünde tutulursa bu tehlike belki de daha da yakın ve büyük.

Cumhuriyetçilerin Beyaz Sarayı alması, fakat aynı zamanda hem temsilciler meclisi ve hem de gelecekte Yüksek Mahkeme’yi şekillendirecek gücü kontrol ediyor olmaları göz önüne alındığında, en azından gelecek dört yıl için nasıl bir Birleşik Devletler söz konusu olacak?

Bir çok şey onun görevlendireceği kişilere ve danışmanlar halkasına bağlı. İlk belirtiler, en kibar ifadesiyle,  pek de iç açıcı değil.

Yüksek Mahkeme uzun yıllar boyunca gericilerin elinde olacak, yol açacağı sonuçlar öngörülebilir. Eğer Trump bütünüyle Paul Ryan tarzı mali programlarını takip ederse, zenginlere çok yüksek fayda sağlayacak -Vergi Politikaları Merkezi tarafından tepedeki yüzde 0.1 için bu indirimin oranı yüzde 14 olarak tahmin ediliyor ve gelir gruplarının en tepesinde yer alan büyük çoğunluğu da kapsayacak genel vergi indirimlerine gidecek fakat bir çok yeni sıkıntılarla yüz yüze kalacak olan diğerleri için ise herhangi bir vergi indirimi yapmayacak. Financial Times’ın saygın ekonomi yazarı, Martin Wolf, “Vergi tasarısı Sayın Trump gibi halihazırda çok zengin olan Amerikalılara fayda yağdıracak” diye yazdı. Diğerlerini, tabi ki onun seçmenleri de dahil olmak üzere, sarsıntı içinde bırakarak. İş dünyasının, Big Pharma, Wall Street, silah sanayi, enerji endüstrisi ve diğer harika kuruluşlar bu tasarının hemen ardından gelen reaksiyonlarıyla aydınlık bir gelecek beklentilerini ortaya koydular.

Ekonomi ve genel olarak topluma büyük fayda sağlayabilecekken Kongredeki Cumhuriyetçiler tarafından bütçe açığında patlama yapacağı bahanesiyle etkisiz kılınan, özünde Obama’nın teşvik programının bir devamı olduğu (çokça haberleştirilmesi ve yorumlanmasına rağmen) gerçeğini gizlemeye çalıştığı halde, Trump’un vaat ettiği altyapı programı belki olumlu bir gelişme olarak ele alınabilir. Bu vergilendirme zamanında yapay olduğu halde, çok düşük faiz oranı göz önüne alındığında, Trump’un programı için fazlasıyla zemin sağlıyordu. Şimdi zenginler ve şirketleşmiş kesimler için radikal vergi indirimleri ve artırılan Pentagon harcamalarıyla birlikte devreye konuyor.

Trump ile Putin arasında karşılıklı bir hayranlık var. Birleşik Devletler ve Rusya ilişkilerinde yeni bir döneme tanıklık etme olasılığımız var mı?

trump putin

Umut verici bir ihtimal, Rus sınırındaki tehlikeli ve yükselen gerginliklerin azaltılması olabilir. Meksika sınırı değil, “Rus sınırına” dikkat edin. Onunla ilgili burada fazla ele alamayacağımız bir hikaye yatıyor. Zaten Avrupa’nın, Şansölye Merkel ve diğer Avrupalı liderlerin öne sürdüğü gibi, Trump’ın Amerika’sından ve Brexit’ten sonra İngiliz seslendirmeli Amerikan gücünden uzaklaşması da mümkündür. Bu muhtemelen gerginliği gidermek için Avrupa’nın çabalarına, hatta belki de ABD tarafından reddedilen Mikhail Gorbaçov’un askeri ittifaklar olmaksızın entegre bir Avrasya güvenlik sistemi vizyonuna, hatta yakın tarihte Putin tarafından canlandırılmak istenen vizyona yönelme çabalarına yol açabilir.

chomsky1

ABD dış politikası, Trump yönetimi altında, Obama ve hatta George W. Bush yönetimi altında gördüğümüzden daha az ya da daha çok mu militarist olacak?

Hiç kimsenin güvenle cevaplayabileceğini sanmıyorum. Trump öngörülemez biri. Çok fazla ortada duran soru var. Söyleyebileceğimiz, iyi organize edilen ve yürütülen popüler seferberlik ve eylemcilik, büyük bir fark yaratabilir.

Risklerin çok büyük olduğunu akılda tutmalıyız.

Previous post
Kati Piri: AP'deki tüm gruplar Türkiye'ye tepki verilmesinde hemfikir
Next post
Kadınlar JINHA için 'mor çizgilerini kaybetmeden' yazacak