Ana SayfaGüncel‘Tek kaşlı, yaralı bir güvercin’: Frida’nın, her şeyden önce bir kadının hikayesi

‘Tek kaşlı, yaralı bir güvercin’: Frida’nın, her şeyden önce bir kadının hikayesi

Hikayesi incitir bazılarının. Bazı kadınlar güzdür. Acıyla yoğrulan hayatlarında, film perdesine aktarılacak kadar derindirler. Perdeden izleyicisine geçen derinliğin gölgeli oyununda, insanı içine alan sarsıcı bir kadın hikayesidir anlatılan. Bazen gerçek hayattan bir kadındır bu; bazense kadın dünyası denen dünyadan esinlenilmiş, en az gerçeği kadar derin bir hayali karakter. Her iki durumda da kadın öznesi; hayata karşı duruşu, doğurganlığı, erkek dünyasından farklı aurası ile izleyiciye başka bir içli yolculuk hazırlar. O yolculuğun derininde bir yerlerde, izleyen herkes biraz kadın olur. Çiçekli, hüzün ve kutsal…


ŞİLAN AVCI


Politik duruşu ve cinsel özgürlüğü ile baskıcı dönemin kadın ressamı olan Frida Kahlo’nun hayatı ve sanatı, birbirini besleyen iki yırtıcı kuşsa eğer, filmin kanatları tam da buradan açılır.

Ahşap bir yatağın önce bir eve taşınması, ardından yatakta uzanmış bir kadınla evden çıkarılmasıyla başlar film. Yatağın üzerine monte edilmiş aynadan yansır Frida. “Dikkatli olun çocuklar, bu ceset hala nefes alıyor” der ve araba hareket ettikçe yüzünde beliren acısını, izleyicisine de aktarır.

Kendi acısıyla alay edebilen, poetik bir kırsalın anarşistidir O. Araba hızla hareket ederken, aynadaki yüzüne bakıp gülümser Frida ve filmi başlar bu tek kaşlı, yaralı güvercinin.

Troçki’yle sevişirken, Lenin bacaklarımı izliyordu

dünyayı kurtaracak bir manifesto sayıklıyordu dudaklarım

bir duvar gibi yükseliyordu Diego’nun gövdesi aramızda

dördümüz de kutsaldık

Troçki bağırıyordu bacaklarımın arasından;

“bütün uzuvlarında devrim yaratacak varlığım”

İçindeki devrimci kadını sevdirdiği, gizli bir aşktır Lev Troçki ile yaşadığı. Uzun sürmez. Troçki’nin karısının öğrenmesi ile ilişkileri sonlanır. Rus devriminin önderlerinden Troçki’nin uğradığı suikast yüzünden sıkıntılar da yaşayan İspanyol ressam Frida Kahlo, aşklarının bedellerini hep farklı şekillerde öder. Bedel ödemeye gelmiş gibidir adeta dünyaya. Büyük iniş çıkışlar yaşadığı evliliği ve gizli aşkları ile hayatın tualine kendi renklerini bildiği gibi katan Frida; yaşadığı hastalıklar, ilişkiler, aşklar ve beraberinde gelen hayal kırıklıklarıyla devleştikçe devleşir tuallerinde.

(…)

sadece bir uzvumda boşalıyordu güz devrimi:

kalbimde

yaslı bir Ekim’di

kıskanç ve bulaşıcıydı renkler

seviştikçe çoğalıyordu aramızda dokunduklarım

Picasso’nun övgüsünde evcil yüzler besliyordu zararlı aklım

maymunum, sırtımda çivili demirlere asılıydı

renklerim boşalıyordu kendiliğinden

tablomu isimlendiriyordu sevişmenin sonu;

ben ve papağanlarım

6 Temmuz 1907 günü doğmuş olmasına rağmen, doğum tarihini, Meksika devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etmiş olan Frida, daha küçük yaşlarda okulda anarşist bir edebiyat grubuna dahil olmuştu.

Altı yaşındayken geçirdiği çocuk felci yüzünden bir bacağı sakat kalan Frida, “Tahta Bacak Frida” olarak anılmaya başlanmış ama güçlü kişiliği ile yıllar içinde bununla da baş etmesini bilmişti.

On dokuz yaşında geçirdiği ve pek çok kişinin öldüğü bir otobüs kazasında, çarpıştıkları tramvayın demir çubuklarından birisi Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkar. Kazadan sonra korseler, hastaneler, doktorlar ve ilaçlar, Frida için hayatının ekseni olur. Omurgası ve sağ bacağında dinmeyen acılarla yaşayan Frida, 32 kez ameliyat edilir ve çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağı da 1954 yılında, kangren yüzünden kesilir.

Sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkan o demir çubuğa dizilip bir bir ölür içinin tüm çocukları. Yanıp tutuştuğu çocuk özlemiyle paslı bir hüzne bırakır kadınlığını Frida. Her kadın gibi anne olmak, sevilmek, bağlanmak ister. Bütün farkına, sanatçılığına, devrimci yanına rağmen, bir kadının basit ve yegane isteklerine de sahiptir. Çünkü Frida her şeyden önce kadındır.

(…)

Frida, tahta bacak bir Tanrıça

gülümseyişinde hızlı geçen tramvaylar var

altında ezilen o renksiz tual

Yatağının tavanındaki aynaya bakarak otoportreler yapmaya başlar Frida. “Meksika’lı Michalangelo” olarak ünlenen Diego Rivera ile evlenen Frida, inişli çıkışlı bir evlilik hayatı yaşar.

Bağlı oldukları komünist partiden Diego’nun ihraç edilmesiyle Frida da partiden ayrılır ve birlikte 1930 yılında Amerika’ya giderler. Sürrealist ressam Frida Kahlo’nun yüz kırk üç resmi arasından elli beş tanesi otoportredir. Amerika ve Fransa’da da pek çok sergiler açmış olan Frida, 1938’de New York’da açtığı sergiyle büyük üne kavuşur.

Sağlık koşullarının tüm olumsuzluğuna rağmen, on yıl boyunca öğretim üyeliği de yapmış olan Frida’nın öğrencilerine, Los Fridos (Frida Öğrencileri) denir.

Diego’nun sadakatsizliği yüzünden gittikçe daha da fırtınalı bir hal alan evlilikleri, boşanmayla sonuçlansa da bir yıl sonra yeniden evlenirler. Frida’nın çocukluğunun geçtiği Mavi Ev’e taşınırlar. Birbirlerini dönem dönem aldatan, büyük kavgalar yaşayan bu zorlu çift, bir türlü birbirlerinden kopamamanın verdiği yükle, evliliklerini bir şekilde sürdürmeye devam eder.

İki tutkulu sanatçının tutkulu aşklarıyla kozalandıkları, zehirli bir hikayedir bu. Kendisini kız kardeşiyle aldatan bu “fil adam”a olan tutkusuyla yaralı bir “güvercin”dir Frida. Daha başından insanların “fil ile güvercinin evliliği” dedikleri bu ilişki, kendi ağırlığı ve hafifliğinde, dengeleri sarsan bir enerjiyle sarmalar ikisini de. Yürür gider; tıkanır, açılır, boğulur, sonlanır, devam eder…

(…)

gündüzlerimin ve gecelerimin celladı;

kirli aynam

söyle bana

Frida’dan daha mı soğuk, esirgediğin renkli freskler?

bacaklarımda sızlayan acıyı dindir

attığım tek çığlık, bir şevişe dair olsun

tutan tek yerim sanki parmak uçlarım

acıyor hayat kasıklarımda

acıyor yutkunuşlarım…

Bir kadının kendi derinine inmesiyle başlıyordu aslında yolculuğu. Orada şekilleniyor, büyüyor, bütün acısı ve güzelliğiyle gün ışığına çıkıyordu. İçinde çocukları yuvalayan, içinde hayatlar büyüten, “kadın” denen özne, tam da o ışıklı suyun meyvesiydi. Kendi içinin…

Diego!

çizdiğin duvarlarda tek kaşlı bir çocuğum

parmakları eksik, sıska bacaklı bir amorf

topla beni sevgilim

boğazına kadar kirece batmış bir ressam için,

tual kendidir zaten

bak!

kendine kelebekler çizecek kadar özgürüm

Meksikalı sürrealist ünlü ressam Frida Kahlo’nun sanat ve yaşam hikâyesini konu alan 2002 yılında çevrilmiş biyografik film, Julie Taymor’un yönetmenliğiyle, hayranları ve sinemaseverlerle buluşur.

Bir kadın yönetmenin planlarıyla sahnelenir Frida’nın hayatı. Film altı dalda Oscar Ödülü’ne aday olmuş, makyaj ve özgün müzik dalında iki Oskar kazanmıştır. Salma Hayek’in baş rolde oynadığı film, her şeyden önce, etkileyici bir kadın hikayesi sunar.


Frida (2002)

Yönetmen: Julie Taymor

Previous post
Demirtaş'ın cezaevinden ilk fotoğrafı
Next post
Denizli'de erkeğin hakim olmadığı bir anayurt: Margarita