Ana SayfaÇalışma YaşamıNuriye Gülmen: İşe dönme mücadelesinden öte faşizme meydan okuyoruz

Nuriye Gülmen: İşe dönme mücadelesinden öte faşizme meydan okuyoruz

HABER MERKEZİ – Gazete Karınca, KHK’larla işlerinden olan ve baskıcı politikalara karşı yeni alanlar açmak isteyenlerin direniş portrelerine odaklanıyor. İlk olarak dün Ankara Üniversitesi DTCF’deki görevinden istifa eden Doç. Dr. Levent Ünsaldı’nın portresini aktardık. Bugün ise KHK ile göreve başlar başlamaz açığa alınan akademisyen Nuriye Gülmen, direnişinin geldiği noktayı ve diğer direniş pratiklerine ‘ilham’ olmasını Gazete Karınca’ya anlattı. ‘Meselenin ‘işe dönmek’ten öte bir şey olduğunu hatırlatmam gerek’ diyen Gülmen, faşizme meydan okuduklarını söyledi.


Röportaj: FİLİZ GAZİ


Nuriye Gülmen, ÖYP (Öğretim Görevlisi Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı) kapsamında Konya Selçuk Üniversitesi’nde kadroluydu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde görevlendirilmişti. 2015 Nisan’ında buradaki görevinden atıldı. 2016 yılında geri dönmeye hak kazandı. Fakat bitmedi. Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’nde göreve başlamadan, kadrosu Selçuk Üniversitesi’ne iade edildi.

Gülmen, 6 Ocak Kanun Hükmünde Kararnamesi’yle (KHK) de göreve başlar başlamaz açığa alındı. Etkiye tepki ve direnişi ise böyle başladı.

9 Kasım’dan bu yana Ankara Yüksel Caddesi, İnsan Hakları Anıtı önünde Nuriye Gülmen. Talepleri var. “Sadece işimi istiyorum” demiyor. OHAL’in kaldırılmasını, işten atılan ve açığa alınan “devrimci demokrat kamu emekçilerinin” göreve iade edilmesini, “keyfi ve hukuksuz işten atılmalara” son verilmesini, 13 bin ÖYP’li araştırma görevlisinin kadro güvencesinin geri verilmesini ve tüm eğitim ve bilim emekçileri için iş güvencesinin sağlanmasını istiyor.

Nuriye Gülmen, seçtiği direniş yöntemini, mesaisinin nasıl geçtiğini, başka şehirlere ilham olmasını Gazete Karınca’ya anlattı.

Nerden aklına geldi bu direniş biçimi?

Örnekleri var. İşten atıldıysanız, sokakta, mümkünse muhatabın karşısında, ‘işimi istiyorum’ diye oturursunuz. Türkiye’de işçilerin özellikle Türkan Albayak’tan sonra sıkça kullandıkları bir mücadele yöntemi. Türkiye tarihinde kamu emekçileri arasında ilk kez bir öğretmen tarafından 2015’te hayata geçirildi ve kazanımla sonuçlandı. Öğretmen Hatice Yüksel, Eskişehir’de çalışırken bir basın açıklamasına katıldığı için açığa alınmıştı. Bir kampanya ördü, önce imza masaları açtı, sonra çadır açtı, çadırın 20. gününde açlık grevine başladı ve açlık grevinin 10. gününde görevine geri döndü. Bu yöntemi seçmemin sebebi, bahsettiğim bu örnekler, daha genel anlamıyla Anadolu topraklarındaki direniş geleneği. Eylem gücünü ve iradesini bu gelenekten alıyor.

‘Uyku dışındaki tüm vakitler direnişle geçiyor’

Mesain nasıl geçiyor? Kaçta başlayıp, kaçta bitiriyorsun?

13:30 ile 18:00 arasında alandayız. Öğlen başlarken ve akşam bitirirken açıklama yapıyoruz. Çok fazla ziyaretçimiz oluyor. Gelenlerle sohbet ediyoruz. Etkinliklerimiz oluyor. Müzik, şiir, öykü, tiyatro etkinlikleri yapıyoruz. Bir tema üzerine sohbet ediyoruz. Gazete okuyoruz. Gündemden konuşuyoruz. Bol bol çay kahve içiyoruz. İmza topluyoruz, bildiri dağıtıyoruz. Slogan atıyoruz. Alan öncesi ve sonrası da etkinlik ve eylemlerimiz oluyor kimi zaman. Polislerle ilgili suç duyurusu, basın açıklaması, mahallelerde bildiri dağıtımı, kapı çalışması, destekçilerimizle birlikte tiyatroya gitme, film izleme, okullarda bildiri dağıtımı. Direniş sadece alanda devam etmiyor aslında. Uykuya ayırdığımız zaman dışında tüm vakitler direnişle geçiyor. Direnişi örgütlemek, anlatmak, kendimizi düşünsel olarak güçlendirmekle geçiyor.

‘Faşizme meydan okuyoruz, eylemimiz çağrı niteliği taşıyor’

Derya Okatan, “Kendim için değil tüm gözaltılar için açlık grevindeyim dedi. Senin de taleplerin sadece kendinle ilgili değil. Azız dediğin oluyor mu? Bireysel eylemlerin domino etkisi de oldu bir yandan. Benzer eylemler görmeye başladık.

Sayıca azız elbette. Eylemin 78. günü itibariyle direnişçi olarak 3, daimi destekçimiz Veli Saçılık’la birlikte 4 kişiyiz. Malatya’da 4 kamu emekçisi; Öğretmenler Erdoğan Canpolat, Özkan Karataş, Umut Sertaç Ökdemir ve sağlık emekçisi Cengiz Uğurlu benzer bir yöntemle işlerine dönme talebini yükseltiyorlar. İstanbul’da Betül Celep de geçtiğimiz günlerde benzer bir direnişe başladı. Düzce’de mimar olarak çalışan Alev Şahin bir direniş başlatacağını ilan etti. İşten atılan on binlerce kamu emekçisi içinde sayımız henüz 10’u buldu. Bu bir gerçeklik olarak böyle. Ama biz, direnişçiler olarak meselenin bu yönüne bakmıyoruz. Zaten öyle olsaydı en baştan bu işe hiç girişmezdik. Biz bir kişi, üç kişi, on kişi, buradayız diyoruz. Faşizme meydan okuyoruz. Diğer yandan emekçilere de çağrı yapıyoruz. Eğer başlamasaydık, şimdi on kişi de olmayacaktık. Yarın kaç kişi olacağımızı da bilmiyoruz.

Haksız yere işten atılan herkesin sesi olma iddiamız var. Ama daha ziyade bu adaletsizliği yaşayan tüm kamu emekçilerine bir çağrı olma özelliği taşıyor eylem. ‘Ohal’de de direnilir’ diyoruz. Sadece orada olarak değil, yaşadıklarımızı anlatarak, eylemin biriktirdiği deneyimi tüm gerçekliğiyle aktararak direnişe davet ediyoruz. Onların OHAL’i varsa, bizim de direnişimiz var, diyoruz. Çaresiz değiliz, üzülmüyoruz, ağlamıyoruz. Yalnız değiliz, tüm dünya halklarının adaletsizlik karşısında içinde hissettiği en küçük titremeden en büyük öfkeye, en net karşı duruşa kadar deneyimlediği tüm duygu ve düşünceleri heybemizde taşıyoruz.

‘Bu eylem işe dönme mücadelesinden öte’

Onlarca kez yaka paça gözaltına alındın ve tekrar geri geldin. Israrının, inadının düşünsel kaynağı ne?

Bu, kişisel bir inat olmaktan öte, kaynağını Marksist-Leninist ideolojiden alan bir bilinç. Birincisi gerçekliği doğru kavramak gerekiyor. Faşizm koşullarında, eğer hak kazanmak istiyorsanız, iktidarın icazetinde hareket ettiğiniz sürece kazanım elde etmeniz mümkün olmaz. Bu bilgiyi, bilince çıkarmak gerekiyor. Elbette, elinde “işimi istiyorum” yazan bir dövizle oturmak da olsa yapmak istediğiniz şey, izin vermeyecekler. Bunun için dişe diş mücadele etmeniz gerekecek. İkincisi bunun bir bedeli var, bu bedeli göze almak gerekiyor. Gözaltı, işkence, tutuklama, linç kampanyaları vs. Her şey olabilir. ‘Bunu niye göze alalım?’ ‘İş için değer mi?’ diye düşünülebilir. İşte burada meselenin ‘işe dönmek’ten öte bir şey olduğunu hatırlatmam gerek. Bu eylem, işe dönme mücadelesinden öte, faşizmin saldırıları karşısında bir ses, bir ışık olma anlamı taşıyor. Bunca zulüm karşısında bir mum mu olabiliyoruz. Öyleyse olalım. Katliamların, işkencelerin, işten atmaların, açlığın, yoksulluğun karşısında ‘biz insanız’ diyoruz. İnsan kalma, onurumuzu koruma mücadelesi veriyoruz.

Bir diğer boyutu da şu: Bugün işimizi elimizle teslim edersek, yarın hayatımızı isteyecekler. Bunun sonu yok. Akademisyenler yurt dışına çıkmaya çalışıyor örneğin. Devlet izin vermiyor. Çok insandan duydum. ‘Yahu, bizi istemiyor, bari bırak gidelim diyoruz, ona da izin vermiyor.’ İşte mesele bu: Düşmanlık. İktidar son derece net bir tavırla, kinle saldırıyor. ‘Ağaç kökü yesinler’ sözü bunun en net örneği. Terbiye etmek istiyor. Mesele sadece ‘sen’ değilsin. Senin üzerinden topluma mesaj veriyor. ‘Bakın, bana ‘katliam yapıyor’ diyenleri ne hale getirdim’ demek istiyor. İşte buna izin vermiyoruz. Buradayız, bir yere gitmiyoruz, bu topraklar bizim, bir hale düşmedik, sözümü söylemeye devam ediyoruz, dahası anlatıyoruz, insanlara ulaşıyoruz. Adaletsizliği sineye çekmiyoruz.

‘Daha güçlü hissediyoruz’

Sana destek verdiği için okulundan atılan Sıla Yalçınla görüştüğünüzde ne konuştunuz? Betül Celep Kadıköy Kalkedon Meydanında direnişine benzer bir direnişle karşılık verdi. Böyle olacağını tahmin etmiş miydin, ilham olacağını yani? Nasıl bir duygu bu?

Sıla’yı sımsıkı kucaklaştık. Fazla söze gerek yok. Atılma sürecini konuştuk. Gündem olunca tepki aldı ve hemen atamadılar. Şimdi de dönüşü gündemde. Ama ayrıntısıyla bilmiyorum.

Yeni direnişler filiz veriyor. Bu, çok güzel bir duygu. Malatya, İstanbul, şimdi Düzce. Bizim eylemimiz dediğin gibi sadece ilham olmuş olabilir. Gerisi, direnişe başlayan insanların iradesi, cüreti. Kardeşlik, yoldaşlık hisleriyle doluyuz. Heyecanla takip ediyoruz diğer direnişçileri. Daha güçlü hissediyoruz.

  'Akademik aklın eleştirisi'ni yapan Ünsaldı: Artık kaybedecek neyimiz var ki?