Ana SayfaEkolojiYuvaları bir ağacın gölgesi: ‘Marjinal olan biz değiliz’ diyen Gizem ve Ekrem’in hikayesi

Yuvaları bir ağacın gölgesi: ‘Marjinal olan biz değiliz’ diyen Gizem ve Ekrem’in hikayesi

HABER MERKEZİ – Merakla çıktıkları Hindistan yolculuğu sonrası Hisarçandır köyüne yerleşerek ekolojik bir yaşam kuran Gizem Tepe ve Ekrem Çınar, “Binalar değil çadırımızı kurduğumuz ağaç gölgesi yuvamız” diyor. “Marjinal olan biz değiliz” diyen ikili, “Asfalttan ilerlemeyi ve diğer arabalarla yarışmayı değil, yol kenarı tarlalarına dalmayı sevdiğimizi fark ettik. Yalnız olmadığımızı da biliyoruz. Bu ülkede ve dünyada sınırları, cinsiyetleri ve milliyetleri olmayan kocaman bir aileyiz” diyor.

Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümünde okurken sırf merak için çıktıkları Hindistan yolculuğundan hayata dair yeni deneyim ve soru işaretleri ile dönen Gizem Tepe ve Ekrem Çınar, yaşamak istedikleri yerin önce şehir ardından da İstanbul olmadığını fark edince, yaklaşık 1 yıl önce bu büyük metropolü terk ederek, Antalya’ya 35 km uzaklıktaki Hisarçandır köyüne yerleşti.

Kendilerini “Tüketmekten yorulmuş üretmeye, ağaçlara, derelere, toprağa hasret iki insan” olarak tanımlayan ikili, köyde yaşamanın bir marjinallik olmadığını ifade ederek, insanların zaten bin yıllardır doğada yaşadığını hatırlatıyor.

İstanbul’da yaşadıkları dönemde fırsat buldukça doğa ile iç içe olabilmek için kent yaşamından kaçan Gizem ve Ekrem, son olarak gittikleri Hindistan dönüşünde, toplumun dayattığı “evlen, çalış, emekli ol” döngüsünü kırmanın doğaya sığınmaktan geçtiği yönünde hem fikir oldu.

Doğaya kavuşabilmek için de “modern hayat düzeninin kölesi olarak yaşamak zorunda olmadığımızı farkettik” diyen Gizem ve Ekrem, emekli olmayı beklemeden kentten çıkmaya karar verdi.

İklim ve coğrafi koşullarını beğendikleri için gidebilecekleri yerin Ege ve Akdeniz bölgesi olabileceğini belirleyen ikili, Ekrem’in rüyasında Antalya’yı görmesi ve ertesi gün internetten kiralık bir köyevi bulması sonucu kendisini Hisarçandır’da buldu.

Kentleri, tüketimin fazla üretimin az olduğu yerler olarak gören ikili, kentler için “Vicdanımızın sabahtan akşama kadar çırpınması ve açık havada kendimizi parmaklıklar ardında hissetmemiz demek” tanımlaması yapıyor.

‘Ağaç gölgesi yuvamız oldu’

“Birkaç ağaç görsek, biraz çimende yürüsek kendimizi bir cafede oturmaktan çok daha mutlu hissederdik” diyen ikili, beton binaların yüksek katlarının değil, çadırlarını attıkları bir ağacın gölgesinin daha çok yuvaları olduğunu söylüyor.

“Kent bizim için en temel ihtiyaç olan içme suyunun yine en temel ihtiyacımız olan gıdanın nereden ve nasıl geldiğini hiç bilemeden tüketmemiz demek. Ya da bilebilmek için mücadele vermemiz gerektiği bir yer” diyen Gizem ve Ekrem, kent yaşamının, yaşamsal tüm hakların ellerinden alınıp, tekrar bize parayla satılması demek olduğunu ifade ediyor.

Ahşap boyayıp, kozalaklardan süs yapıyorlar

Köye yerleşme sürecinde ilk başta biraz kaygılanan Gizem ve Ekrem, düşündüklerinden çok daha kısa sürede adapte oldu. Hatta ilk günlerde bu kadar boş zamanda ne yapacaklarını düşündüklerini söyleyen ikili, daha sonra bir üretim atölyesi kurmaları ile boş zamanlarının tamamen üretime dönüştüğünü ifade ediyor.

“Günlerimizin düzene oturmuş bir rutini var” diyen ikilinin sabah uyanır uyanmaz ilk işi odun toplamak, kuzineyi yakmak ve çay koymak.

Günün ilerleyen saatlerinde ise tamamen kişisel isteklerine göre hareket eden Ekrem, üretim atölyesinde ahşap boyuyor ya da akordeon çalıyor. Gizem ise, zeytin dallarından, palamutlardan, kozalaklardan süsler yapıyor veya bileklikler örüyor.

Bahçe sulandıktan sonra kuzinede yemek pişiriliyor

Akşamüstü olunca bahçeye ektikleri sebze ve meyveleri sulayan ikili, bazen de orman gezintisine çıkıp, o bitki neymiş, bu ağaç kimmiş, mantar var mıymış diye etrafa göz gezdiriyor.

Hava kararmadan da kuzine tekrar yakılıyor ve akşam yemeği üzerinde pişiriliyor. İkilinin yemekten sonraki zamanı ise okumak ve belgesel izlemek ile geçiyor.

“Ola ki akşamları misafirliğe gidersek televizyon açık evlerde sohbet edemediğimizi fark ettik” diyen Gizem ve Ekrem, 7 yıldır televizyon izlemiyor.

Tepki yok, şaşıran çok

Köye yerleştikten sonra köydekilerin kendilerine herhangi bir olumsuz tepki göstermediğini ancak özellikle genç yaşta köye yerleştikleri için şaşırdıklarını söyleyen ikili, şunları anlatıyor:

Şaşırdıkları aslında şehirden köye göçüp yerleşmekten ziyade, oldukça genç yaşta bunu yapmak. Çünkü genel algıya göre bir ömür çalışıp, yaşlılıkta gelinen yerdir köy. Ayrıca ‘gençliğin tadını çıkarmak’ deyimi yine bu algıya göre; şehirde bol tüketimli ve oldukça hızlı bir yaşantı sürmekle eşdeğer. Biz ise gençliğimizin tadını asıl burada çıkarıyoruz.

‘Toprağa vefa borcu yok’

Kendilerine tepki gösterilmese de Gizem ve Ekrem’in tepkili olduğu bir kesim var. “O da, şehirdeyken kafamızda kurup fazlasıyla romantize ettiğimiz köylü prototipi” diyen ikili, şu vurguyu yapıyor:

Kadim Anadolu kültürünün yaşayabileceği tek yer olarak gördüğümüz köylerde, günümüz köylülerinin şehir tüketiminden farksız şekilde yaşadığıyla karşılaştık. Toprakların parsel parsel satılmaktan başka toprağa bir vefa borcunun hissedilmediği, ekilip biçilmediği, kendi hayatını idame ettirebilecek kadar üretim sağlanmasının yanından dahi geçilmediği, şehirden köye dönüp fazlaca lüks beton yapıların dikilmesinin doğru karşılandığı bir köylülük anlayışına tepkiliyiz.

‘Emekli olup bir sahil kasabasına yerleşmeyi beklememize gerek yok’

Kendilerini marjinal olarak tanımlayan bazı kesimlere de, insanın zaten doğada varolduğunu hatırlatarak yanıt veren ikili, şöyle devam ediyor:

Binyıllardır insan türünün neredeyse tamamı doğada yaşamını idame ettirdi. İçimizde, doğamızda var olanın doğa olduğunu hatırlamalıyız. Şehirden göç etmek isteyip henüz buna cesaret etmeyen arkadaşlarımızda ‘ya başaramazsam, yapamazsam’ çekincelerini görüyorduk. Biz şehirden çıkarken kendimize hatırlattığımız fikir çoğunlukla şuydu; Şehirde yaşamak bize huzur vermeyen bir deneyimdi, diğerini ise hiç denemedik. Bu anlamda kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Emekli olup bir sahil kasabasına yerleşmeyi beklememize gerek de yok. Hepimizin isteklerimizi gerçekleştirmeye giden yola girebilmeye vakti var. Yeter ki onu hatırlayabilelim.

‘Sınırları, cinsiyetleri, milliyetleri olmayan kocaman bir aileyiz’

“Biz henüz uzun bir rotanın ilk parkurundayız. Ama amacımız bir noktaya varmak değil yolun kendisini hissedebilmek” diyen Gizem ve Ekrem son olarak şunları söylüyor:

Asfalttan ilerlemeyi ve diğer arabalarla yarışmayı değil, yol kenarı tarlalarına dalmayı sevdiğimizi fark ettik. Yalnız olmadığımızı da biliyoruz. Bu ülkede ve dünyada sınırları, cinsiyetleri ve milliyetleri olmayan kocaman bir aileyiz.


Kaynak: Gazete Şûjin