Ana SayfaGüncel‘Eylem kendini sergilemektir’: Türkiye’de ‘Sokakta Siyaset’

‘Eylem kendini sergilemektir’: Türkiye’de ‘Sokakta Siyaset’

HABER MERKEZİ – Filiz Gazi, Ayşen Uysal’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “Sokakta Siyaset: Türkiye’de Protesto Eylemleri, Protestocular ve Polis” isimli kitabı üzerine yazdı.


FİLİZ GAZİ


Batıya sıçrayan direniş kısa sürmüştü. Gezi Parkı eylemleri sonrası bir TOMA, Diyarbakır’da “Evine hoş geldin” pankartıyla karşılanmıştı. Yine Gezi günleri parkta dolaşırken, Kürt gençlerinden sıkça duyulan, “Bu ne ki! Böyle böyle siz de direnmeyi öğreneceksiniz” yorumu, bilirkişi olmanın verdiği soğukkanlılıktan ileri geliyordu. Sonra bugünlere gelindi.

Türkiye’de sokakta siyaset nasıl yapılıyor? Ne, ne kadar başarılabiliyor? Kâh ‘terörist’, kâh ‘çapulcu’, kâh ‘vatan hainleri’ diye nitelenen eylemciler kimler? “Tuzu kuru” denilen orta sınıf mı başı çeken? Ya da varsa yoksa yoksullar mı direnen?

“Eylem kendini sergilemektir” diye başlıyor siyaset bilimci Ayşen Uysal’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “Sokakta Siyaset: Türkiye’de Protesto Eylemleri, Protestocular ve Polis” isimli kitabı.

Ayşen Uysal eylemcilerin toplumsal ve siyasal profilleri, protesto eylemlerinde ritüeller ve kullanılan araçlar, şehir şehir değişen eylem repertuarları, polisin toplumsal ve demografik özellikleri, polisin eylemci algısı, eylemcilerin gözüyle polis algısı gibi başlıklar altında Türkiye’deki sokak siyasetini boylu boyunca inceliyor.

“Suruç ve Ankara saldırılarından sonra üstelik Ankara’da on dakika ile kurtulmuş hayata sahipseniz, Türkiye’de protesto eylemleri üzerinde çalışmak, üzerine söz söylemek kolay değil” diyor Uysal.

Sokak siyasetinin meşru bir zemini olmadığı, sokakta olanın gayrimeşru, marjinal ve yurttaş olarak görülmediği bir ülkede, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ters yüz olan bir şeyi hatırlatıyor. Bizzat Cumhurbaşkanı tarafından sokağa çağrılan insanlar, “siyasal iktidarın sokak algısındaki bu ani değişim”, sokak siyasetinin kolay manipüle edilebilir olma özelliğini sorgulamayı mümkün kılmış.

Türkiye’de eylemlere en fazla katılımın olduğu yer İstanbul. Arkasından İzmir, Ankara, Diyarbakır geliyor. En az eylem olan illerin başında Elazığ, Ardahan, Bolu ve Sivas geliyor. Örneğin, Maraş’ta 13 yıl boyunca düzenlenen eylem sayısı 5. (Eylemlerden 3 tanesi BBP, Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları tarafından düzenlenmiş.)

Siyaset sosyolojisinin o malum sorusunun Türkiye’deki yanıtını arıyor Uysal. “ ‘Yoksullar’ mı yoksa ‘iyi eğitimli orta sınıflar’ mı sokağı kuşatır?”

Eylemcilerin profili

Eylemcilerin toplumsal profiliyle ilgili bilgilerin, verilere dayanmaktan çok, sınırlı gözlemlere ya da teorik ve politik tercihlere dayandığını söylüyor Uysal.

Uysal’ın çalışma ekibinin, altı kentte, 1.500 civarındaki anketinden çıkan sonuç ise şöyle: Katılımcıların önemli bir bölümü 35 yaş ve altı, 20 yaşın altındakilerin oranı %20,8. Protestocuların önemli bir bölümü bekar. Kadınların oranı %43,9. Eylemcilerin %67,1 yüksekokul ve üstü öğrenim düzeyine sahip. Sokakta siyaset yapanların %46,8 inançsız ya da dinle ilişkisi zayıf. (%32,7’si inanıyor ama ibadetlerini yerine getirmiyor.)

Dünyanın en dindar ülkelerinden biri olduğumuz düşünülürse, bu sonuçlardan çıkan yorum Uysal’a göre şöyle:

Bu sonuçlar bize sokağın bir toplumsal ve politik alan olarak her anlamda ‘alternatif’ olduğunu ve alternatif bir alan sunduğunu göstermektedir. Başka bir anlatımla, kadınlar, gençler, inançsızlar, ekonomik açıdan güçsüzler, vs. için sokak siyaseti kendilerini ifade edebilecekleri bir politik ve toplumsal alan.

Eylemcilerin, “politik olarak kendilerini nasıl tanımladıkları” sorusuna verilen tepkiler, şaşırılmayacağı üzere enterasan. Yanıtlamakta güçlük çekenler, bir süre soru üzerinde düşünenler, kavram kargaşası yaşayanlar…

İzmir’de “Cumhuriyetine sahip çık” eyleminde, kadınlardan biri, hemen yanındaki eşine dönüp “biz neciydik be?” diye sormuş misal. “Politikleşme arttıkça ise, politik görüşüne sahip çıkmanın daha keskin bir biçim aldığını” söylüyor Uysal. Özellikle de “ulusalcı” ve “yurtsever” ifadelerine seçeneklerde yer verilmediği için tepki gösterenler olmuş.

İz bırakan eylemler

İz bırakan eylem sorusuna, mülakat yapılan 55 yaşındaki bir kadın, “Kobani eylemleri” demiş. “Sınırın öbür tarafında bombalanan bir kenti izlemek, hiçbir şey yapamamak ve üstüne gaz yemek. Çadırlar yakılmış, yağmurda kalınmış, günlerce aç kalınmış ama bir kırılma noktasıydı” diyor.

24 yaşında, Mersin’de görüşü alınan başka biri bu soruyu “Ahmet Atakan’ın öldürüldüğü gece” diye yanıtlamış. Çatışmaların olduğu Armutlu Mahallesi’ne gidilme kararı alınmış. “Bizim orayı tutmamız lazım” denilmiş. Elde ne var peki? Herkes bir anda taşları çıkarmış. En nihayetinde, “Olsun, yüreğimiz var, yürüyün, gidiyoruz” denilmiş. “Hala etkisindeyim, çok acayipti. O an çok kötüydü, her Ahmet Atakan aklıma geldiğinde gözlerim dolar. Kan filan vardı, kanın olduğu yere defne koymuşlardı. Defneyi yakmışlardı işte kokusu tütsün diye, çok etkiliydi. Çok politik bir yer olduğunu o an anladım” diye anlatıyor o günü.

Kortejler, örgütler arası güç mücadelesi tartışmaları var bir de. Misal, bir grubun sloganına diğer grup karşı çıkıyor. Grupların hassasiyet önceliklerinin çakışması, eylem alanlarında küçük çaplı tartışmalara neden olabiliyor. Bir 8 Mart’ta geçen hikaye şöyle.

(…) Halkevci kadınlar var, ÖDP’liler var, EMEP’liler var, işte Cemevi’de var, Bektaşiler de var. ‘Sakine’lerle, Zilan’larla doğduk, Sakine’lerle büyüdük. Beritan’larla çoğalacağız’ gibi yani buna benzer bir slogan var. Paylaştık hani böyle olabilir mi diye? Hepsi kadın ve gerilla kadınlar, öncü kadınlar, direnişçi kadınlar. Sade Kürt rengi oldu deniliyor, gerillalar falan.” Sonra çözüm bulunmuş: “Rozalardan Sakinelere alanlardayız, isyanlardayız” diyelim denilmiş. Uzlaşılmış.

Eylemlerin ezici çoğunluğunun basın açıklaması olmasını, 1990’lı yıllarda bildirimsiz eylemlere katılmaktan dolayı verilebilecek cezaları bertaraf etmek için icat edilen bu eylem biçimi olduğunu söylüyor Uysal. Daha çok “görevi yerine getirmek”, “vicdanları rahatlatmak” için az sayıda kişinin bir araya geldiği ve ivedilikle yapılan bir kolektif eylem biçimi olarak tanımlıyor bu tip eylemleri.

Eylemlerde en çok yapılan ritüel ve kullanılan araç sıralamasında en başta saygı duruşu var, sonra zafer işareti ve tabi halay. Arkasından havai fişek geliyor.

Polisin eylemciye, eylemcinin polise bakışı

Polisin eylemciye bakışı, eylemcinin polise bakışı meselesi de irdelenmiş kitapta. Bir polisin şu söyledikleri aktarılmış:

Bakıyorum da bunlar, çoluğu çocuğu olmayan, gelecek kaygısı duymayan insanlar. Onların gelecek kaygısı olmayabilir ama biz polis olarak bu ülkenin geleceğini koruyoruz aslında. (…) Milli ve buralı insanlara çevreye ve ağaca verdikleri kadar değer vermeyen insanlar bunlar. Halbuki baksalar polisin eylemler boyunca ‘ağaç’ olduğunu görecekler. Aç susuz, uykusuz dikildik günlerce ve karşılığında ne onursuzluğumuz kaldı ne faşistliğimiz. Kibirli insanlar aynı zamanda…

Bir eylemcinin gözünde polis ise şöyle tarif bulmuş:

İşsiz kalmış polis olmuştur. Askerden gelmiş, polis olmuştur filan. Şimdiki polislerin %99’u bir sınıf kini ile eğitiliyor. Onlar için biz potansiyel düşmanız, yani ne olursa olsun düşmanız. Çeviği böyle davranıyor, çünkü onlar 20 yaşında, benim oğlum 28 yaşındadır. O velet 20 yaşında, ama nasıl bir öfke ile öç alırcasına yani öldürmek için vurduğuna tanık oluyorsun.

Başka bir eylemci ise “Bu emir kulu olma meselesi değil. Yaptıkları işten zevk aldıklarını çok net fark ettim. Adam beni eğlene eğlene dövdü” demiş.

“Bütün polisler kötü diyemeyiz” diyor görüşülen bir kişi de:

Kardeşimin vurulduğu gün biz hastane önünde isyan ederken üç tane polis ağladı. Ben bunu gözlerimle gördüm. Bizim gibi insan olanlar da var.

Uysal, polislerin bizzat belli siyasal kategoriler içerisinden seçildiğini ifade etmiş:

12 Eylül 1980 darbesinin ertesinde radikal sağ ile Türk- İslam Sentezine yakın olanların polis olara işe alınması, buna karşılık 1980 öncesinde Pol-Der üyesi olan polislerin görev yaptıkları birimlerin değiştirilmesi, emekliye sevk edilmeleri ve polislikten atılmaları. Örneğin 1990’lı yıllarda özellikle Özel Harekat polisleri hilal bıyıkları ile poz vermekten ve siyasal kimliklerini net bir biçimde ifşa etmekten çekinmedi. Bugün gelinen aşamada ise, AKP ile Gülen Cemaati arasında süregiden siyasal çatışmanın en çetin yaşandığı yerlerden biri Emniyet Teşkilatı olarak karşımıza çıkıyor.

Ezeli düşman konusunda bir tutarlılık olduğu kesin. Polisin nezdinde “iyi” ve “kötü” göstericiler tasnifinin olduğunu söylüyor Uysal:

Özellikle öğrenciler ve Kürtler polis nezdinde bu ‘ayrıcalıklı’ gruplar içerisindeler.

Eylem alanları

Son olarak eylem alanları, bir savaş hazırlığı varmışçasına hazır edilir. Kasklar takılıdır, aralarda maskeler hazırlanır (ki gaz geliyor demektir bu), TOMA’lar, akrepler mevzilerini almıştır, vs… Şöyle devam ediyor Uysal:

Böylece eyleme gelmeye niyetlenenler ya da gelenler daha baştan caydırılmaya çalışılır. Bu strateji, potansiyel eylemcilere daha eylem başlamadan eyleme katılma konusunda tedirginlik yaşatılmasını hedefler. Bu aşamada polis adeta gövde gösterisi yapmakta, şiddeti görünür kılmaktadır.

Her direnme hikayesinin arkasında, düşlenilen bir hayat var. Cayabiliyor ve doğaldır ki korkabiliyor insanlar. Lakin o klasik söylem, düşünmeye ve düşlemeye engel olabilen bir şey icat edilebilmiş değil.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
İstanbul Newrozu 19 Mart'ta Bakırköy'de
Sonraki Haber
Bayağı dilin şahlanışı, diplomasi ve kapıdaki yeni krizler