Ana SayfaÇeviriFaşizm bir yalandır – Ernest Hemingway

Faşizm bir yalandır – Ernest Hemingway

İyi yazarlar üretemeyen sadece tek bir yönetim biçimi vardır ve bu sistem faşizmdir. Öyle ki faşizm zorbalar tarafından söylenmiş bir yalandır. Yalan söylemeyecek hiçbir yazar faşizm bünyesinde yaşayamaz ya da çalışamaz.


ERNEST HEMINGWAY

Çeviri: ÖNDER KULAK


Bir yazarın meselesi değişmez. Kendisi değişir, ama meselesi aynı kalır. Bu daima doğru şekilde nasıl yazılacağı ve neyin doğru olduğunun bulunmasıyla, okuyan kimsenin deneyiminin bir parçası olabilecek şekilde onun nasıl sunulacağıdır.

Bundan daha zoru yoktur ve zorluğundan dolayı er ya da geç gelen mükâfat çoğunlukla muazzamdır. Eğer mükâfat erken gelirse, yazar çoğunlukla bozulur. Geç gelirse, yazar muhtemelen hayata küsmüştür. Bazen de yalnızca öldükten sonra gelir ve böylece rahatını kaçıramaz. Ne var ki, doğruyu eylemenin, kalıcı yazmanın zorluğu nedeniyle, sahiden iyi bir yazar, nihayetinde tanınacağından hep emindir. Sadece romantikler bilinmeyen ustalar gibi şeyler olduğunu düşünürler.

Sahiden iyi yazarlar hoşgörülü olan hemen her mevcut yönetim biçimi altında her dem mükâfatlandırılırlar. İyi yazarlar üretemeyen sadece tek bir yönetim biçimi vardır ve bu sistem faşizmdir. Öyle ki faşizm zorbalar tarafından söylenmiş bir yalandır. Yalan söylemeyecek hiçbir yazar faşizm bünyesinde yaşayamaz ya da çalışamaz.

Çünkü faşizm bir yalandır; yazınsal kısırlığa mahkûm edilmiştir. Ve geçmiş olduğunda, çok iyi bilinen ve son birkaç ayda çok azımızın kendi gözleriyle görmüş olduğu kanlı katliam tarihi dışında, hiçbir tarihi olmayacaktır.

Savaştan daha kötü şeyler olduğunu öğrenirsiniz

Bir yazar ne olduğunu ve nasıl yapıldığını bildiğinde savaşa olan alışmışlığı başlar. Bu keşfettiğiniz önemli bir hakikattir. Ona nasıl tam anlamıyla alışmış hale geldiğinizi keşfetmeniz bir şoktur. Her gün cephede bulunduğunuzda, her gün siper savaşı, açık savaş, saldırılar ve karşı-saldırılar gördüğünüzde, ölü ve yaralı pahasının önemli olmadığı, insanların ne için ve ne kadar bilinçli savaştıklarını bildiğinizde anlamlı olur. İnsanlar yabancı bir işgale karşı kendi ülkelerinin özgürlüğü için savaştıklarında ve bu insanlar sizin -kimileri yeni ve kimileri daha eski- arkadaşlarınız olduklarında, onlara nasıl saldırıldığını ve onların nasıl savaştıklarını (en başında neredeyse silahsız) bildiğinizde, onları yaşarken, savaşırken ve de ölürken gördüğünüzde, savaştan daha kötü şeyler olduğunu öğrenirsiniz. Korkaklık daha kötüdür; hainlik daha kötüdür ve bayağı bencillik daha kötüdür.

Her Britanya gazetesinin bir muhabirin hayatını korumasının haftada £57 ya da diyelim $280 tuttuğu ve Amerikalı muhabirlerin güvenlikleri olmadan haftada ortalama $65 dolara çalıştıkları Madrid’de, biz, çalışan basın, geçen ay gerçekleştirilen katliamı on dokuz gün boyunca izledik. Bu, Alman topçu birliği tarafından gerçekleştirildi ve son derece büyük bir katliamdı.

Savaşa alışmaya başladığınızı söylemiştim. Eğer bunun bilimiyle -ve büyük bir bilimdir- ve tehlike altında insan davranışı meselesiyle yeterince ilgiliyseniz, kendinizi içinde fazlasıyla kapsanıyor hissedersiniz; ki bu, birinin kendi kaderi için düşündüğünde bile, çirkin türde bir bencillik olarak görünür. Fakat hiç kimse katliama alışır bir hale gelemez. Ve biz son Madrid bombardımanları sırasındaki on dokuz gün boyunca, büyük bir katliama her gün tanıklık ettik.

Yenildikçe sivilleri öldürüyorlar

Totaliter faşist devletler totaliter savaşlara inanırlar. Bu, yalın bir şekilde, silahlı kuvvetler tarafından her yenildiklerinde, intikamını silahsız sivillerden aldıkları anlamına gelir. Bu savaşta, Kasım’ın ortalarından beri, Parque del Oeste’de yenildiler; Pardo’da yenildiler; Carabanchel’de yenildiler; Jarama’da yenildiler; Brihuega’da yenildiler; ve de Cordoba’da; Bilbao’da durdurulmaları içinse savaşılıyor. Savaş alanında her yenildiklerinde, onurumuz dedikleri o tuhaf şeyi korumak için sivilleri öldürüyorlar.

Bu katliamı Joris Ivens’in filminde görmüştünüz. Bu yüzden onu tasvir etmeyeceğim. Eğer etseydim, sadece midenizi bulandırırdı. Sizi nefret ettirebilirdi. Fakat biz nefret etmek istemiyoruz. Faşizmin suçlarına ve ona nasıl karşı çıkılması gerektiğine dair gerekçelendirilmiş bir kavrayış istiyoruz. Bu katliamların bir zorbanın, faşizmin büyük zorbasının işaretleri olduğunun farkına varmalıyız. Bir zorbayı mağlup etmenin tek bir yolu vardır, o da onu yok etmektir ve tıpkı Napoleon’un aynı topraklarda, bundan yüz otuz yıl önce yenildiği gibi, faşizmin zorbası şimdilerde İspanya’da yeniliyor. Faşist ülkeler bunun farkındalar ve umutsuzlar. İtalya, kuvvetlerinin İtalya dışında savaşmayacağını ya da olağanüstü teçhizatlarına rağmen, yeni İspanya alaylarının askerleriyle denk olduklarını biliyor. Uluslararası tugayların savaşçılarıyla denk olduklarını ise hiç sorgulamıyorlar.

Almanya herhangi türden bir saldırı savaşında, İtalya’ya bir müttefik olarak güvenemeyeceğini anladı. Von Blomberg’in Marshal Bagodlio ile birlikte önceki gün inanılmaz tatbikat serilerine tanıklık ettiğini okudum; ancak Venetia düzlüğünde hiç düşman yokken tatbikat yapmak bir şeydir, diğeri Brihuega ve Trijueja arasındaki platoda üstünlüğü sahipken, üç tümenin On Birinci ve On İkinci Uluslararası Tugaylar ve Lister, “Campesino” ve “Mera”nın iyi İspanyol askerleri tarafından yok edilmesidir. Almeria’yı bombalamak ve bir ihanet sonucu vazgeçilen savunmasız Malaga’yı almak bir şeydir, diğeri yedi bin askeri Cordoba’dan önce ve otuz bin askeri Madrid’e yönelik başarısız saldırılarda kaybetmektir. Guernica’yı yok etmek bir şeydir, diğeri Bilbao’yu almada başarısız olmaktır.

Savaşta hakikati yazmak ve hakikate ulaşmak

Çok uzun konuştum. İyi ve doğru yazmaya çalışmanın zorluğundan ve bunu başaranların kaçınılmaz mükâfatından bahsederek başlamıştım. Ne var ki savaş zamanında -ve beğenelim ya da beğenmeyelim şimdilerde bir savaş zamanındayız- tüm mükâfatlar askıda kalır. Savaşta hakikati yazmak çok tehlikelidir ve aynı zamanda hakikate ulaşmak da son derece tehlikelidir. Hangi Amerikalı yazarların onu bulmak için yola çıktıklarını tam bilmiyorum. Lincoln Taburu’nun birçok insanını tanıyorum. Fakat yazar değiller. Birçok Britanyalı yazar gitti. Birçok Alman yazar da gitti. Birçok Fransız ve Hollandalı yazar da gitti ve savaş sırasında hakikati aramaya giden bir kimse, elbette ölümü de bulabilir. Ne var ki, on ikisi gitmiş ve ikisi dönmüş ise, getirdikleri hakikat, hakikattir ve tarih diye kabul ettiğimiz, o çarpıtılmış söylentiler değildir. Hakikate ulaşmanın kimi risklere değip değmeyeceğine yazarlar kendileri karar vermelilerdir. Kuşkusuz zamanını öğretinin ilkelerine dair bilgi içeren tartışmalara ayırmak çok daha rahattır. Ve inanmak için icra ettikleri şey üzerinde çalışmak istemeyen, ama sadece tartışmak ve hiçbir riskle ilişkilenmeden edinilen, ustaca seçilmiş, daktiloyla tutulan ve dolma kalemle sağlamlaştırılan konumlarını korumak isteyenler için daima yeni klikler, yeni ayrışmalar ve harikulâde ilginç öğretiler ve romantik kayıp liderler vardır. Fakat şimdilerde ve şimdilerden itibaren uzun bir zamana kadar, onu çalışmak isteyen her yazar için savaş vardır. Sanki uzun yıllardır ilan edilmemiş savaşların içindeymişiz gibi görünüyor. Yazarların onlara ulaşabileceği birçok yol vardır. Belki daha sonra mükâfatlar da olabilir. Fakat bu, yazarın vicdanını incitmemeyi gereksinir. Öyle ki mükâfat uzunca bir süre gelmeyecektir. Ve o, bunu çokça kafaya takmamalıdır. Zira Ralph Fox[1] ve diğerleri gibi olursa, onu almak için orada olamayacaktır.


Dipnot

[1] İspanya İç Savaşı’nda Uluslararası Tugaylar saflarında savaşırken faşist Franco kuvvetleri tarafından katledilmiş ünlü komünist gazeteci ve yazar. [ç.n.]
[İlk olarak The New Masses dergisinin 22 Haziran 1937 tarihli sayısında yayımlanan İngilizce orijinalinden Önder Kulak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]