Ana SayfaDünyaThe Guardian yazarı: Eğer Guardian Türkiye’de basılsaydı tümüyle boş yayımlanabilirdi

The Guardian yazarı: Eğer Guardian Türkiye’de basılsaydı tümüyle boş yayımlanabilirdi

HABER MERKEZİ – The Guardian gazetesi yazarı akademisyen Timothy Garton Ash, Türkiye’de basına yönelik baskıları, “The Guardin Türkiye’de basılıyor olsaydı, bu köşe, tepede yazarının fotoğrafı ve büyük puntolarla yazılmış ‘124 gündür tutsak’ yazısının haricinde tümüyle boş yayımlanabilirdi” diye anlattı. Tutuklu gazeteci Kadri Gürsel’in “Gariptir hakkımızda hiçbir suç delili olmadığı için suçluyuz” ifadelerine değinerek “Kafka bu dönemde yaşamalıydı” diyen Ash, “Erdoğan baskıyı artırırken, şu an sivil dayanışma zamanı” çağrısında bulundu.

The Guardian gazetesi yazarı akademisyen Timothy Garton Ash, köşesinde Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğüne dönük baskıları kaleme aldı.

Yakın zamanda Türkiye’yi de ziyaret eden Ash, “Türkiye’de insan hakları için sesimizi yükseltmeliyiz” başlıklı makalesinde Türkiye ziyaretinde karşılaştığı durumu “çok karamsar” olarak nitelendirdi.

Tamamen umutsuz olmasa da, AB, ABD ve hükümet düzeyinde başka yerlerden gelecek tepkilerin Türkiye siyasetinin yönünü değiştirme ihtimali düşük olduğunu belirten Ash, yazısını “Erdoğan baskıyı artırırken, şu an sivil dayanışma zamanı” ifadesiyle sonlandırdı.

‘Bu gazete Türkiye’de yayınlanıyor olsaydı tümüyle boş yayınlanabilirdi’

Türkiye’de basın üzerindeki baskılara ve tutuklu gazetecilerin durumuna dikkat çekerek Guardian gazetesi üzerinden örnek veren Ash, şunları söyledi:

Eğer bu gazete Türkiye’de basılıyor olsaydı, bu köşe, tepede yazarının fotoğrafı ve büyük puntolarla yazılmış ‘124 gündür tutsak’ yazısının haricinde tümüyle boş yayımlanabilirdi. Ülkenin hayatta kalan en önemli muhalif gazetesi Cumhuriyet’in hapisteki köşe yazarları için yayımladığı şey bu. Önde gelen köşe yazarlarından Kadri Gürsel’in bir süre önce gönderdiği duygu dolu mektup şöyle başlıyordu: “Hepinize Silivri Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu 9 Nolu Cezaevi B Blok 25 nolu koğuştan selam ve sevgiler.”

‘Türkiye’ye gitmek karanlığa yapılan bir seyahat gibi’

Ash, OHAL’le birlikte yaşanan akademide ihraçlara ilişkin ise şunları yazdı:

Bugün Türkiye’ye gitmek, karanlığa yapılan bir seyahat gibi: On binlerce devlet memuru ve binlerce akademisyen görevden alınmış; diğer bütün ülkelerdekinden daha fazla gazeteci hapiste; ve ürpertici bir korku sisi söz konusu. Ülkenin en tanınan gazetecilerinden Hasan Cemal, Kürt PKK’nin bir lideri hakkındaki araştırmacı haberi nedeniyle – ki, rejimin ‘terör propagandası’ diye gölgelediği iyi bir gazetecilik örneğiydi – 15 ay ertelemeli hapis cezasına çarptırıldı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde katıldığı söyleşide öğrencilerin ifade özgürlüğü üzerine sorduğu sorulara da yazısında yer veren Ash, yazıya şöyle devam etti:

Öğrenciler bana üzerinde küçük kağıtlar bulunan şekerlemeler veriyor. Dilek kurabiyelerinin üzerindeki kağıtlara benziyordu bunlar ama üzerlerinde şaka yerine şu yazıyordu: “Boğaziçi Üniversitesi’nde ifade özgürlüğü aylardır tehdit altında! Sessiz kalmayın!” Ardından öğrenciler beni acil sorularla sıkıştırıyordu: “Ne yapmalıyız?” Keşke iyi bir yanıtım olsaydı.

Benim de kendi adıma iki acil sorum var. Öncelikle, 16 Nisan’daki anayasa değişikliği referandumu yaklaşırken, Türkiye’nin mevcut siyasi sisteminin en doğru tarifi nedir? İstanbul’da aldığım yanıtlar ‘katıksız otoriterlik’ten, Rusya’da Vladimir Putin’in veya Macaristan’da Viktor Orbán’ın daha yumuşak bir biçimde uyguladığı, aslen otoriter olan bir yönetim biçimini düzenli seçimlerle meşrulaştıran ‘seçilmiş otoriterlik’ arasında değişiyor.

Bu yeni nesil otoriterlerin repertuvarı artık tanıdık. Oligarklar ve holdingler aracılığıyla medyayı kontrol edersiniz. (Doğan Grubu’nun sahibi olduğu Hürriyet gazetesi kısa süre önce, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un referandumda ‘hayır’ oyu vereceğini söylediği söyleşisini yayımlamadı.) Neredeyse herkese dava açmanıza olanak tanıyacak esneklikte yasal düzenlemeler getirirsiniz. (Şu an Türkiye’de hem darbe sonrası olağanüstü hal, hem de bundan önceki bütün kötü düzenlemeler de yürürlükte.) Sindirilmiş bir yargı üzerinde siyasi kontrolü garanti altına alırsınız. Kendi popülist milliyetçi söyleminizi televizyon ve sosyal medyadan pompalarsınız, bu sırada da bağımsız medyayla yerel sivil toplum kuruluşlarını yabancı güçlerden para alan hainler olmakla suçlarsınız. Ve bu böyle gider…

Önerilen anayasa değişiklikleri Recep Tayyip Erdoğan’a hem son derece geniş çaplı yeni yetkiler veriyor, hem de 2029’a kadar cumhurbaşkanı olarak kalmasının önünü açıyor.

‘Kafka bu devirde yaşamalıydı’

Ash, Die Welt’in Türkiye muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanmasına ilişkin ise şu ifadeleri kullandı:

Son olarak, Alman gazetesi Die Welt’in bir Türk-Alman muhabiri tutuklandı. Geçen yaz düzenlenen darbe girişiminin arkasındaki önemli güçlerden biri olduğu şüphe götürmeyen Gülenci yapılanmayı ifşa etmiş gazeteciler, şimdi Gülenci olma suçlamasıyla hapse atılıyor. Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel şöyle yazıyor: “Gariptir hakkımızda hiçbir suç delili olmadığı için suçluyuz.” Kafka bu devirde yaşamalıydı.

Ash yazısında ‘başkanlığı’ da içeren anayasa değişikliği teklifine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu. Referandumdan ‘Hayır’ çıkabileceğini belirten Ash, oylama sırasında hem uluslararası hem iç gözlemcilerin geniş bir varlık göstermesinin de hayati önemde olduğunu vurguladı.

‘Referandumda gözlemcilerin varlık göstermesi hayati önemde’

İkincisi, öğrenciler gibi ben de kendime şunu soruyorum: “Biz ne yapmalıyız?” Benim sorumdaki ‘biz’le, Avrupa’yı, batıyı ve her yerdeki liberal zihinli insanları kast ediyorum. Referandumun sonucu kaçınılmaz değil. Anketler ‘evet’i kılpayı farkla önde gösteriyor. Bu vakada, ‘İngiltere’de kendini açık etmeyen Brexit yanlıları’ veya ‘kendini açık etmeyen Trump destekçileri’, pekâla ‘kendini açık etmeyen hayırcılar’a dönüşebilir. Dolayısıyla, oylama sırasında hem uluslararası hem iç gözlemcilerin geniş bir varlık göstermesi hayati önemde.

Avrupa ve ABD’nin daha geniş çaplı nüfuzu hakkında ne demeli? Türkiyeli arkadaşlarım, bu yüzyılın başında ülkenin sözümona ‘yumuşak İslamcı’ hükümetinin yönetiminde AB’ye katılabileceğine inandıkları ve AB’nin de Türkiye’yi kabul etmekte ciddi göründüğü altın çağı neredeyse acı veren bir nostaljiyle hatırlıyor. Bunların hepsi tamamen yok oldu.

Haklı ya da haksız, Almanya Başbakanı  Angela Merkel, genel seçimler öncesinde sığınmacı akınını engellemek için hâlâ Erdoğan’a muhtaç olduğunu düşünüyor muhtemelen. Fransa kendi seçimleriyle meşgul. Bu arada İngiltere Başbakanı Theresa May de, Trump’tan Erdoğan’a ve Hindistan lideri Narendra Modi’ye bir pazarlamacı gibi koşturup duruyor; Brexit İngilteresi’nin sözümona temsil ettiği özgürlük hakkında tek bir onurlu sözcük etmiyor. Trump’ın bizzat antitezini oluşturduğu değerler için sesini yükseltmesini de ancak bir kaçık bekleyebilir.

Eğer Türkiye’ye yardım edeceksek, bunu kendimiz yapmalıyız. Tamamen umutsuz olmasa da, AB, ABD ve hükümet düzeyinde başka yerlerden gelebilecek tepkilerin Türkiye siyasetinin yönünü değiştirme ihtimali düşük. Fakat daha az iddialı, daha alt seviyelerde yapılan müdahaleler bazen işe yarıyor. Sovyetler Birliği’nden muhalifler için bir zamanlar yaptıklarımızı hatırlatan noktaya geri dönmek iç karartıcı olsa da, durum bu.

Dolayısıyla dünya çapındaki üniversiteler, tanıdıkları akademisyenler ve kurumlar lehine devreye girmeli. Düşünce kuruluşları düşünce kuruluşlarına, tiyatrolar tiyatrolara ortaklık ve destek önermeli.

İstanbul’da duyduğum en iç karartıcı şeylerden biri, ülkeyi giderek daha az sayıda akademisyenin, yazarın, gazetecinin ve sanatçının ziyaret ettiği, meslektaşlarımızın yalnız hissettiği yönündeydi. Yapabildiğimiz zaman, gidip dinlemeli, haber yapmalı, sesimizi çıkarmalıyız. PEN’den bir yazar heyeti kısa süre önce tam da bunu yaptı.

‘Sivil dayanışma zamanı’

İnsan hakları kurumları baskı altındaki birey ve gruplar için ses çıkarmaya devam etmeli. Bu dayanışma hareketlerinden birini Twitter’da #FreeTurkeyJournalists etiketi altında ve freeturkeyjournalists.com adresinde bulabilirsiniz. Gazeteler ve dergiler de, uluslararası gazeteciliğin spot ışıklarını buraya yönelterek, Türkiye’de zor durumdaki meslektaşlarına destek olabilir. Hükümetlerimizin hiçbir büyük adım atmadığı alanlarda, bizim çok sayıda küçük adım atmamız her zamankinden daha önemli hale geliyor. Erdoğan baskıyı artırırken, şu an sivil dayanışma zamanı.

Previous post
Ebru Tireli'ye şiddet uygulayan Davut Kahraman tahliye edildi
Next post
İran'da 'umudu çalmak'la suçlanmıştı: Sansürlü film 26 yıl sonra ilk kez gösterilecek