Ana SayfaGüncel“AKP, ‘Halkımız ‘evet’ dedi’ savunması hazırlamaya çalışıyor”

“AKP, ‘Halkımız ‘evet’ dedi’ savunması hazırlamaya çalışıyor”

HABER MERKEZİ – Referanduma ilişkin ‘şaibe’ tartışmasını değerlendiren CHP’li eski vekil Atilla Kart, siyasi iktidarın ‘Halkımız ‘evet’ dedi’ savunması hazırlamaya çalıştığını söylüyor. Kart’a göre AKP’nin ne zaman sona ereceği ise CHP’nin performansına bağlı.


Röportaj: ALTAN SANCAR


Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eski milletvekili Atilla Kart, referandum sürecini ve muhalefetin ‘şaibeli’ dediği referandum sonucunu Gazete Karınca’ya değerlendirdi.

Yaşanan usulsüzlüklerin seçimin meşruiyeti konusunda çok ciddi bulgular barındırdığını belirten Kart, uygulama ve açıklamaların hukuk dışı müdahalenin üstünü örtmeye çalışan bir ‘suçluluk telaşının’ göstergesi olduğunu söylüyor.

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) tartışmalı ‘mühürsüz oy pusulası’ kararın yazılı halinin gecikmesinin nedeninin yazılacak bir gerekçe bulamadıklarından kaynaklandığını da vurgulayan Kart’a göre yaşanan durum görev ihmali ve nüfuz suistimalinin ötesine geçmiş bir ortaklaşmaya işaret ediyor.

Kart, siyasi iktidarın “Halkımız ‘evet’ dedi” savunmasını hazırlamaya çalıştığına dikkat çekiyor.

Atilla Kart’ın Karınca’nın sorularına yanıtları şöyle:

“Yaşanan durum görev ihmali ve nüfuz suistimalinin ötesinde”

Getirilen değişiklik teklifi ile başlayacak olursak, anaysa değişiklik teklifini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yapılan değişiklik, bir sistem değişikliği değil; doğrudan demokrasinin özünü ihlal eden ve fiilen işlemez hale getirilen mevcut sistemin yok olmasına yol açan bir değişiklik. Ancak baştan söylemek gerekir ki böylesi bir referandum yapılamazdı, yapılmamalıydı. Toplum ve siyaset kurumu, böylesi bir teklifin referanduma dahi sunulamayacağına dair bir tavır takınmalıydı. Çünkü, demokrasinin özünü ve ilkelerini yok eden bir düzenleme, tıpkı temel hak ve özgürlükler hususunda olduğu gibi referandum konusu yapılamazdı. Çoğunluğun onayı ile toplumun temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılamaz, ilkesel olarak tartışılamaz dahi. Elbette ki siyasi iktidarlar demokrasinin özüne ters düşmeyen, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmayan biçimde kendi takdirlerini halk oylamalarına sunabilir, ancak önümüze gelen teklif doğrudan bunları hedef almaktaydı. Ancak kamuoyu koca bir bilgi kirliliği ile karşı karşıya olduğundan konunun bu yönünü konuşamadı ve dolayısıyla tartışamadı. Yani demokrasiyi oyladık ve konuşamadık. Akademik dünya ve basın konuşamaz hale getirildiği için, siyaset kurumu bunu dile getirecek zamanı bulamadığı için konuşamadık.

Referandum sürecine gelecek olursak, propaganda sürecinde yaşanan zorlukları, karşılaşılan engellemeleri nasıl değerlendirmek gerekli?

Referanduma ilişkin propaganda sürecine geldiğimizde ise Anayasamızın 67. maddesince belirlenen serbest seçim şartları bu süreçte sağlanamadı. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 No’lu Protokolü gereği taraf ülkelerin serbest seçim yapma zorunluluğunu belirleyen 3. maddesi de ihlal edildi. Türkiye olarak bu konuda denetim yapmasını kabul ettiğimiz AGİT ve Venedik Komisyonu’nun da raporlarının bu yönlü olduğunu görüyoruz.

Referandum oylaması sürecinde ortaya çıkan usulsüzlükleri iç ve dış hukuk açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşanan usulsüzlükler, seçimin meşruiyeti konusunda çok ciddi bulgular barındırıyor ve kaldı ki tamamı görüntüler ile somutluk kazanmış bulgular. Seçim Kanunu’nun 77. Maddesi 4. Fıkrası, 98. Madde 4. Fıkra ve 101. Maddesine göre ihlaller mevcut. Bu maddeler ile kanun koyucu zarfların mühürlenmesini dışarıdan müdahale yapılmasını engellemek adına seçim güvenliğinin temel unsuru olarak görmüş durumda. Bu kanun, seçimin nasıl yapılması gerektiğini kısa maddeler halinde değil, sayfalar haline uzunca anlatarak küçük bir açığa dahi yer vermiyor. Tam da bu noktada mühürsüz zarf uygulamasına yol açıldığında hukuksuz bir müdahaleye zemin hazırlanmış oluyor. YSK başkanının ‘zarfların dışarıdan getirildiği ispat edilmelidir’ sözleri de hukuk ile bağdaştırılmaz, çünkü sahte oyların engellenmesi devlete ve kendisine aittir. Uygulama ve açıklamalar aynı zamanda hukuk dışı müdahalenin üstünü örtmeye çalışan bir suçluluk telaşının da göstergesidir. Kararın yazılı halinin gecikmesinin nedeni de yazılacak bir gerekçe bulamadıklarındandır, çünkü kamuoyunu ve hukukçuları tatmin edecek bir gerekçe bulmak imkansızdır. Yaşanan durum görev ihmali ve nüfuz suistimali değil, ötesine geçmiş bir ortaklaşmadır.

Kaldı ki Venedik Komisyonu’nun referandumun OHAL şartlarında böylesi kritik bir oylamanın yapılamayacağını belirterek ertelenmesini talep ettiğini de biliyoruz. Ancak Türkiye’de siyaset, özellikle AKP döneminde hamaset ve şovenizm ile ilerlediği için Sayın Cumhurbaşkanı’nın AGİT’e ve Venedik Komisyonu’na meydan okuduğunu görüyoruz. Ancak bu kurumların Türkiye Cumhuriyeti olarak uymayı kabul ettiğimiz sözleşmelerin gereği olarak görevlerini yaptıklarını da unutuyoruz.

“Yargılanacaklarını biliyorlar, ‘Halkımız ‘evet’ dedi’ savunmasını hazırlamaya çalışıyorlar”

Meydan okumaların nedenini nasıl görmek gerek?

Meydan okumaların tamamının iç politikalara yönelik olduğunu düşünüyorum. Türkiye’yi yöneten siyasi eliti oluşturan kadronun, tüm bu sorumlulukları bertaraf etmekten kaçınmayan ve toplumu kutuplaştıramadan kaçınmayarak iç politikaya yönelik strateji yürüttüğünü düşünüyorum. Bu elit kadro, kendi kişisel çıkar ve kaygıları uğruna, Türkiye’nin barışını sabote etmekten, Türkiye’nin bütünlüğünün tehdit altına girmesinden, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği mekanizmalarından kopmaktan hiç de rahatsız değil.  Mevcut siyasi kadro, Avrupa ile olan ilişkilerin askıya alınmasına ilişkin hareketin ilk olarak Avrupa’dan gelmesini zorluyor. Bunu en net olarak idam konusunun dillendirilmesinde görüyoruz.

İdam referandum sürecinde de hemen ardından da dillendirildi. İdam tartışmasını bu noktada nereye konumlandırıyorsunuz?

İdam için referanduma gitmek gibi bir tartışma dahi bizi bugünün çok daha gerisine götürebilir. Kaldı ki FETÖ ile mücadele ettiğinizi belirtirken idamı dillendirerek iade beklediğiniz ülkelere yasal dayanak hazırlamış da oluyorsunuz. İstenen de bu çünkü yapılacak yargılama ile asli failleri siyaseten himaye eden, onlarla beraber yürüyen kadronun yargı zemininde ortaya çıkması durumu doğacaktır. Yani her ne kadar iade için girişimlerde bulunsa da aynı zamanda iadenin gerçekleşmemesi için çabalayan bir iktidarın da söz konusu olduğunu görmek gerek.

AKP’nin böylesi bir anayasa değişikliği teklifi ile karşımıza çıkma nedenleri nelerdir?

Türkiye’nin anayasal kurumları neredeyse 8 yıldır işlevini kaybetmeye başladı ve görevini yapamaz hale geldi. Türkiye, 8 yıldır bırakın hukuk devleti olmayı, kanun devleti bile değil; müesses bir düzene sahip değil. Bu düzen olmadığında da birilerinin kanunsuz emir ve talimatı ile yönetilir hale gelmiş durumda. Anayasal kurumları işlevini kaybeden Türkiye’de yaşanan ihlallerden sorumlu olmamak adına da bugün anayasal bir kılıf ve zemin yaratıldı. Getirilen teklif ile bahsettiğimiz siyasi kadro geçmişe yönelik olarak kendini ibra etmeye, yani örtülü bir af sağlamaya çalışıyor. İlerleyen dönemlerde yaşanabilecek bir iktidar değişikliğinde, onlarca anayasal ve yüzlerce adli nitelikteki suçtan dolayı yargılanacağını bilen kadro, “Halkımız ‘evet’ dedi” savunmasını hazırlamaya çalışıyor.

“Yapılan siyasi darbeye YSK de iştirak etmiştir”

Türkiye’nin bir parti devletine doğru sürüklendiğini mi söylüyorsunuz?

Uzun yıllardır Türkiye’nin parti devleti haline geldiğine yönelik uyarılarda bulunduk ve bu anayasa teklifi de tam olarak bunun yasallaştırılması anlamına gelmektedir. Anayasal kurumların işlevini kaybetmesi ile de YSK, Türkiye’nin parti devleti haline gelmesine ilişkin darbe sürecine iştirak eder duruma gelmiştir. Net olarak söylemek gerekir ki iktidar eli ile yapılan siyasi darbeye YSK de iştirak etmiştir.

“AİHM’e gidilebilir”

Ortaya çıkan usulsüzlükler karşısında hukuki, siyasi ve toplumsal açıdan neler yapmak gerekiyor?

Ortada asgari düzeyde de olsa bir hukuk düzenin olup olmadığı noktasına gelip kilitleniyoruz ki burada siyaset kurumunun inisiyatif alması gerekmekte. Siyaset kurumunun, darbe niteliğindeki bu hukuksuzluğu kararsızlığa düşmeden ve geri adım atmadan anlatması, topluma mal etmesi ve demokrasinin özünü hedef alan ve şaibeli biçimde kabul edilen bir anaysanın sürdürülemeyeceğini anlatması gerekiyor. Yine Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na ters düşmeden, şiddete başvurmadan sivil direniş ile kararlılıkla dile getirmek gerekiyor.

Türkiye’deki anayasayla kurumların işlevini kaybetmesiyle doğan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre ‘etkili başvuru yollarının tükenmesi’ biçiminde karşılık bulan hakkın doğduğunu görüyoruz ki bu noktada iç hukuk yollarını tüketmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilebileceğini bilmek gerek. Seçim gibi bir konuda zaman oldukça önemli olduğundan, iç ve dış hukuk yollarına başvuru tercihleri birlikte kullanılmalıdır.

“AKP’nin ne zaman sona ereceği CHP’nin performansına bağlı”

Siyasi açıdan ortaya çıkan ‘Hayır’ ortaklaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca bunun sürdürülmesi açısından kim nasıl bir siyasi sorumluluk almalı sizce?

‘Hayır’ diyenlere baktığımızda, çok farklı duruşlara sahip olan siyasi partiler, kuruluşlar ve bireyler olduklarını görüyoruz. Tüm bu farklılıkların demokraside, demokrasinin ortak payda olduğunda birleştiğini görüyoruz. Tam da bu noktada içi dolu, temel hak ve özgürlükleri koruyan, eşit yurttaşlık hukukuna dayanan bir demokrasinin toplumun ortak bir talebi haline geldiğini görüyoruz. Buradan hareketle Türkiye’nin yeni bir anayasanın temellerini atabileceğine inanıyorum. Dönüşümlerin böylesi karanlık anlarda ortaya çıktığını iyi biliyoruz ve ortaya çıkan bu hayır dayanışması bu değişim ve dönüşümün öncülüğünü yapmalıdır. Öncülük noktasında da başat sorumluluk siyaset kurumuna düşmektedir. Tam bu noktada CHP’ye ciddi bir sorumluluk düşmektedir, çünkü iç ve dış dinamiklere sahip bir proje olan AKP’nin ne zaman sona ereceği CHP’nin performansına bağlıdır. MHP bu noktada konuşmaya değer bir konumda değil, HDP sistemin dışına itilmiş durumda. Ancak belirtmeliyim ki HDP’nin, demokrasi ve toplumun barışı adına ne olursa olsun TBMM’de temsil edilmesi zorunludur. CHP bu noktada demokrasi söyleminin içini doldurarak, hamasi söylemlerden kaçınarak, eşit yurttaşlık hukukunun alt yapısını oluşturarak Türkiye’nin tüm yurttaşlarına hitap edecek tutarlı bir söylemi yöntem haline getirmelidir. CHP’nin bunu başarması halinde Batı’daki yurttaşların tedirginliğinin giderileceğine, Doğu’daki yurttaşlarımızın da aidiyet duygularının pekişeceğine inanıyorum. Sayın Kılıçdaroğlu bahsettiklerimizi yakalamak için tarihi bir fırsat ve sorumluluk ile karşı karşıyadır.

Gün demokrasi saflarını sıklaştırma günüdür. Unutulmamalıdır ki her dönemde Bolu Beyleri’ne karşı Köroğulları, Hızır Paşa’ya karşı Pir Sultan Abdallar olacaktır.