Ana SayfaGüncelHaykır Saraybosna: Savaşa hayır!

Haykır Saraybosna: Savaşa hayır!


SUZAN DEMİR


Herkes olayların birkaç gün içerisinde biteceğini düşünüyordu. Yürüyüşler, protestolar ve imzalar, her zamanki gibi… Başlangıçta kimse olayların bu noktaya varacağını tahmin etmemişti. Çoğu kişi ne olduğunu uzun süre anlamadı. Ama artık sadece bir iki yerde değil, her yerde bombalar patlıyor, her noktada keskin nişancılar önlerine çıkan tüm canlıları hedef alıyordu… Bunlar hızla savaşa giden bir ülkenin halet-i ruhiyesi. Bize de çok uzak değil…

Mart 1992’de başlayıp yaklaşık 3 yıl süren Bosna Savaşı, 100 binden fazla kişinin ölümüne sebep oldu. Yaraları geçen yıllara rağmen, iz bıraksa da sarıldı. Evet, savaşta sağ kalan çocuklar da büyüdü. Peki, savaş boyunca nasıl yaşadılar? Sadece sığınaklara saklanarak, iki tarafın da mermilerinin bitmesini mi beklediler? Sahi savaşta nasıl yaşanır? Yanı başımızdaki Suriye’de insanlar nasıl hayatta kaldıktan sonra ne yapıyor?

Unutulmaz bir konser…

36’ncı İstanbul Film Festivali programında gösterilen Haykır Saraybosna / Scream For Me Sarajevo, işte tam da bu sorunun cevabını anlatıyor. Savaş sadece haritaları değiştirip evleri ya da insanları yok etmiyor. Aynı zamanda koca bir yaşam pratiğini de ortadan kaldırıyor. Fakat tamamen bitiremiyor. Gündelik yaşamın tüm alışkanlıkları artık kendini dayatan başka bir mekanizmanın altında yeniden şekilleniyor.

Saraybosna’da da yaşananlar tam olarak böyle. Yaşam artık eskisi gibi değil ve kendini yeniden şekillendiriyor. Elbette hayatta kalmanın tek yöntemi mermilere hedef olmamaktan ibaret değil. Saraybosna’da yaşayanlar için de durum farklı değildi; evet, cepheye gidip savaşıyorlardı ama eve döndüklerinde müzik de yapıyorlardı.

Tarık Hodzic ve Jasenko Pasic’in birlikte yazdıkları ve kamera arkasında Hodzic’in önünde ise Pasic’in  yer aldığı belgesel, bir Iron Maiden ya da Bruce Dickinson hikayesi değil. Bu bir savaş belgeseli. Ama savaşın farklı bir yüzünü gösteriyor.

Belgesel başta 14 Aralık 1994’te Saraybosna BKC Konser Salonu’nda verilen konser öncesini anlatıyor. Konseri izleyenler, o dönem müzikle uğraşanlar ve bu işi ayarlayanlar anlatıyor. Herkesin ilk söylediği ortak şey, ülkelerinde bir savaş çıkacağını bilmiyor ve hatta ihtimal vermiyor oldukları. Fakat savaş 3 yıl aralıksız en vahşi şekliyle devam ediyor.

İşte tüm bunların arasında, insanlara hem moral hem de destek olması için Bruce Dickinson, ülkeye konser vermek için davet ediliyor. Dickinson, o günleri anlatırken “Ne kadar kötü olabilir ki en fazla BM tarafından korunaklı bir şekilde oraya varırız diye düşündüm” diyor. Tabii oraya gidişileri hiç de sandıkları gibi olmuyor. Kuşatma altındaki Saraybosna’ya gitmek onları da açık hedef haline getiriyor ve elbette sanıldığı gibi BM’nin korunaklı araçlarıyla oraya varmıyorlar.

Hayatınız için koşun!

Saraybosna’ya o dönem giden tek sanatçılar onlar değil, Bono ve Susan Sontag da savaş süresince destek verenlerden. Fakat Dickinson ve Iron Maiden’ın onlar kadar aktivist olmadığını düşünürsek (Ki Bono’nunki de tartışılır) Heavy Metal’in en önemli gruplarından birinin solistinin oraya gitmesi gerçekten inanılmaz. Hele de oradaki sevenleri açısından.

Belgesel bu duyguyu her iki taraf açısından da son derece hissedilir bir şekilde veriyor. Konser kulaktan kulağa yayılarak ve büyük de bir risk altında olmasına rağmen gerçekleşiyor. Orada olanların bir daha unutamayacağı şekilde… Dickinson’ın gitaristi Chris Dale’in Bosna’ya gittikten sonra hayatının nasıl değiştiğini anlatması gibi.

Haykır Saraybosna’nın gösterdiği en güzel şeylerden biri de direnişin sanatı bırakmayışı. Yeraltı tiyatroları, gizlice duyurulan bir konser ve dahası. Savaş diyalektik açıdan bakıldığında sancılı da olsa yeni bir formu ortaya çıkarıyor. Bazen metal gibi öfkeli ve sert, bazen de içli bir ağıt olarak…

Bu belgeselden sonra Türkiyeli dinleyicilerinin aklına (tabii gittilerse) Bruce Dickinson’ın İnönü Stadyumu’nda, Gezi sonrası “Fear of the Park” deyip ne tarafta olduğunu göstermesi gelecek.

Bir Bono(!) ya da BM iyi niyet elçisi sanatçısı olmasa da Dickison’ın çığlıkları arasında savaş karşıtlığını duyanlardanız. Dickinson’ın Iron Maiden’ın Kızılderili katlimlarına karşı yazdıkları Run to the hill şarkısında söylediği gibi “Run to the hills, run for your life!*”


* Tepelere doğru koşun, hayatınız için koşun
Previous post
Attila İlhan Edebiyat Ödülü başvuruları başladı
Next post
Biber gazı taşımak yasak mı?