Ana SayfaEkolojiKaz Dağlarının eteğinde alternatif bir ekonomik model: ‘Kolektif Sürü’

Kaz Dağlarının eteğinde alternatif bir ekonomik model: ‘Kolektif Sürü’

HABER MERKEZİ – ‘Kolektif Sürü’ isimli proje, ekolojik olarak doğru bir üretim ve tüketim modeli yaratmayı amaçlıyor. Kaz Dağlarının eteklerinde bu modeli inşa etmeye çalışan Ute Lina Kılıç ve Arif Şen bu alternatif ekonomik modeli anlatıyor.


Röportaj: KUTBETTİN CEBE


Kaz Dağlarının eteklerinde ekolojik bir yaşamın temellerini atan Ute Lina Kılıç ve Arif Şen, alternatif bir deneyimin kapılarını aralıyor.

Almanya’nın Stutgart kentinden Türkiye’ye gelen Ute Lina Kılıç, uzun yıllardır Türkiye’de yaşıyor.

İki isim, “Köprü” olarak adlandırdıkları projeleri ile Kaz Dağları eteklerinde herkesin katılımıyla ‘kollektif bir sürü’ oluşturmayı hedefliyor.

Üretici ve tüketicinin bir araya gelerek oluşturacağı ‘Kolektif Sürü’nün sloganı ise şöyle: “Gelin, sizin de Kaz Dağlarında bir sürünüz olsun. Gelin, ekolojik olarak doğru bir üretim ve tüketim modeli yaratalım.”

Projenin amacı üretici ile tüketici arasındaki derin uçurumu kapatmak.

Bunun bir ‘model’ olduğunu dile getiren ikili “Bu, toplumsal bir harekettir. Temeli, karşılıklı güvene dayalı, katılımcı bir ilişkiye dayanan bir model” diyor.

‘Kolektif Sürü’yü, bu alternatif deneyimi Ute Lina Kılıç ve Arif Şen’den dinleyelim.

Kaz Dağlarında alternatif bir yaşam

Öncelikle Kaz Dağlarında yaşama serüveninizi öğrenebilir miyiz? Çünkü toplumun bir kesimi sizlere ‘toplumdan uzaklaşan ve kendi kabuğuna çekilen insanlar’ olarak ‘tuhaf’ gözlerle bakıyor.

Ute Lina Kılıç

Toplumdan kaçmadım. Hayatım boyunca hiç şehirde yaşamadım. 80 nüfuslu olan bu köye gelmeden önce şehrin dışında küçük köylerde yaşadım. Almanya’da bulunduğum zamanlarda çocukken amacımız bir çiftlik kurup komün şeklinde beraber yaşamaktı. Bu 70’li yıllardaydı. Ama bu olanağa sahip değildik. Bu benim yaşam tarzım. Şehirde yaşamak istemiyorum, bu yüzden benim için bu, şehirden bir kaçış değildir.

Arif Şen

Kaz dağlarına geliş serüvenim toplumdan kaçmak değil, köklerime dönüştür. Ben köylü kökenliyim.  Daha öncesinden tarımsal biyoçeşitlilik konusunda çalışma yürütmüştüm.  Köylerde baya zaman geçirmiştim. Ve bu zaman içerisinde tarımsal biyoçeşitlilikle birlikte hayvan biyoçeşitliliğinin de hızla kaybolduğunu görmüştük. Ve bu konuda sivil toplum kuruluşları ve diğer kurum kuruluşların pek ilgisi yoktu. Biz de kendi bölgemiz olan kuzey egede bir sürü kurmaya karar verdik.

Kentten uzakta bir yaşam inşa etme fikri kulağa güzel gelse de insanlara uzak bir ‘hülya’ gibi geliyor. Bize kır yaşantısını anlatır mısınız?

Ute Lina Kılıç

Kır yaşantısının güzel bir hayat bahşettiğini düşünüyorum. Her şeyi tüketen kapitalist toplumdan mümkün olduğunca uzak duruyorsunuz. Eğer mümkün olsaydı tüm her şeyi kendim üretmek isterdim. Her şeyi satın almak zorunda olmamak benim idealim ve bunu gerçekleştirebiliriz. Mümkün olduğunca az tüketmeye çalışıyorum. Cep telefonlarının ve elektronik eşyaların olmadığı günleri hala hatırlıyorum. Kendinizi onlara bağımlı kılabilirsiniz ya da özgürleşmeyi seçebilirsiniz.  Ben daha doğal bir hayata dönmek istiyorum, örneğin güneşle birlikte uyanmak. Kırk yıldır saatim olmadan yaşıyorum. Almanya’dan ayrıldıktan sonra saatimi attım. Sadece aya ve güneşe göre bir yaşam sürdürüyorum.

Arif Şen

Kent hayatı bu mevcut medeniyete ait bir şey. Bir canlının hayatta kalabilmesinin ve kendisini iyi hissetmesinin üç temel koşulu var: Beslenmek, barınmak, güvenlik. Ve bu üçünü de kent üretmiyordu.  Şuanda bizim yaptığımız şey bir canlının en gereksinim duyduğu şey olan bir besinim elde etmek, iki barınma, bunu derme çatma bile olsa bir baraka ile hallettik, üç kendimizi güvende hissediyoruz. Kır bunu da sağlıyor aynı zamanda.  Gıda konusunda kendimizi güvende hissediyoruz. Yaşam konusunda kendimizi güvende hissediyoruz. Onun için bu hayat bize müthiş derecede iyi geliyor. Kent üretimin kendisinden koparılmış ve yabancılaştırılmış durumda. Her canlının doğayla bir metobolik bağı var. Bu metobolik bağ yabancılaşmış durumda. Fakat buraya geldiğimizde bir canlı olarak doğaya ne kadar bağlı olduğumuzu gördük.  Bundan da gayet keyif alarak yaşıyoruz.

Alternatif bir ekonomik model: ‘Kolektif Sürü’

Peki, bir projeniz var. Daha duyurduğunuz bir proje değil, ‘Köprü’ projesi. Bundan bahseder misiniz?

Ute Lina Kılıç  

Biliyorum ki buna benzer örnekler var dünyada, ama bizim için çok farklı başladı her şey. Üretici ve tüketici arasındaki uçurum problemini nasıl çözebileceğimize dair internette araştırmalar yapmadık. Düşüncelerimiz ve yaratmış olduğumuz model günlük hayat süresince gelişti. Şehirde yaşayan, artık hiçbir şey üretmeyenler ile politikacılarımız tarafından ölüme terk edilmiş, birçok problemle mücadele etmek zorunda kalan çiftçiler arasındaki uçurumu azaltmaya yönelik bir girişim.

Arif Şen

Bizim üretici olarak sorunlarımız var. Ve tüketicinin de sorunları var. Sağlıklı gıdaya ulaşım ve sağlıklı gıdanın üretimini organize edebilir miyiz diye düşündük. Bu köprü projesi bunun ürünü aslında. Bizim sorunlarımız var ve bu sorunları birlikte çözmek istiyoruz.  Aslında bu bir model. Ve biz bu modeli kollektif sürü diye tarif ettiğimiz sürü biçimiyle öneriyoruz.

Peki kentli ‘kollektif sürü’den bir inek mi satın alıcak?

Evet. Birincisi bir inek aldığınız zaman bu ırk korunacak, iki ineklerden ortaya çıkacak ürenler size ulaşacak. Üretim sürecinde nasıl davranmamız gerektiği, ya da nasıl beslenmemiz gerektiğini öğreneceğiz ve bu süreci birlikte organize edeceğiz. Örneğin bir ineğiniz varsa, onun ‘mülkiyetinden’, tırnak içinde ‘mülkiyetinden’ doğru konuya müdahil olacaksınız.

Siz köylüler, kırsal alandakiler kolektif bir sürü oluşturacaksınız. Ve bu sürü kentlilerle ortaklaşa bakılsın diyorsunuz. Bu modelle amaçladığınız şey nedir?

Ute Lina Kılıç

Gıdanın nasıl üretildiği ve nasıl tüketildiği üzerine düşünerek, bilgi sahibi olarak ve bilinçli bir şekilde üretip tüketerek yapabileceğimiz değişim büyük bir önem taşımaktadır. Ayrıca genel anlamda sistemin nasıl çalıştığını, bunun sosyolojik olarak hayatımızı nasıl değiştirdiğini de anlamamıza yardımcı olacaktır ve belki de bu anlayış muzdarip olduğumuz yalnızlık ve çaresizlik hissiyatına da bir yere kadar deva olacaktır. Bu sorunların pek çok çözümü var. Farklı boyutlarda çözümün bir parçası olunabilir. Mesele, ortak yarar gözetilerek, ahlâklı ve doğru bir yöntemle, doğru ilişkiyle gıda üretimi yapmak ve bu gıdalara ulaşabilmektir. Bizim amacımız mevcut sistemden bağımsız bir üretim ve dağıtım modeli oluşturmaktır.

Bu toplumsal bir harekettir. Temeli, karşılıklı güvene dayalı, katılımcı bir ilişkiye dayanan bir model.  Esas olan işbirliğidir, kent ve kır arasında, üretici ve tüketici arasında bir köprü kurmak, herkesin olanakları ve yetenekleri doğrultusunda karşılıklı birbirine yardımcı olmasıdır. Karşılıklı birbirinin istek ve sıkıntılarını dinleyip, karşılıklı çözüm üretmek temel motivasyonumuzdur.

Üretici ve tüketici arasındaki derin uçuruma bir çare

Anladığım kadarıyla yeni bir kültür yaratmaya çalışıyorsunuz.

Arif Şen

Öncelikle, tüketicilerin üretim aşamalarını hiç bilmiyor ya da eksik biliyor olmaları doğru bir üretim biçimini talep etmelerine engel olmaktadır. Kentliler, doğanın döngülerinden ve ekosistemin dengelerinden, öte yandan çiftçilerin ve zanaatkârların işlerinin zorluğundan habersiz olduklarından, üretim süreçlerine yabancılaşmışlardır. Bu yüzden mevcut ekonomik sistemin empoze ettiği alışveriş modellerine ve ürünlere mahkûm olan tüketicinin, doğru üretim yapan küçük çiftçilere ulaşması için bilinçlenmesi gerekir.  Kırsaldaki ise kentliden dünya ahvalini öğrenmesi gerekiyor. Çünkü kentli bu dünyanın ahvalini biliyor, durumunu biliyor, nereye gittiğini biliyor, köylü de üretim sürecini biliyor, sorunları biliyor. Kentliler ve köylüler birikimlerini birbirlerine sunarak karşılıklı, yeni bir popülasyon oluşturabilir diye düşünebiliyorum. Çünkü projenin başında şunu söylüyoruz, üretici ile tüketici arasındaki fark açılmış durumda, bizim isteğimiz ise bu aradaki farkı azaltmak. Yani üretim sürecinde hem üretici hem de tüketicinin sorunlarını bir araya getirip tartıştırmak ve yeni bir kültür popülasyonu yaratmak.

Endüstriyel üretime karşı

Peki, neden boz ırk sığırları. Bu türü seçmenizdeki gerekçe nedir ?

Arif Şen

Boz ırk, Türkiye’de korunma altına alınması gereken, sayısı her geçen gün azalan, doğada kendi halinde yaşayabilen güçlü bir sığır türüdür. Bu türün azalmasının sebebi ekonomik sistemin dışında kalmalarıdır, çünkü sistemi destekleyip, tekrar ettirmiyorlar. Yem ve ilaç sanayinin çarkına girmiyorlar çünkü hastalanmıyorlar ve doğal bir biçimde besleniyorlar yani meralarda, çayırlarda, ot, çimen, yonca, fi ve kışın da samanla besleniyorlar. Kültür sığırlarının kendisi endüstriye bağlı bir besinim zinciri oluşturuyor.  Bu da müthiş bir enerji tüketimine neden oluyor. Ve aslında biz dünyanın enerji kaynaklarını tüketiyoruz bu endüstri ile. Oysa bizim yerel ırklarımız elimizde var olan meralarla yetinebiliyorlar. Ve bunlar en kötü besinim kaynaklarını çok iyi değerlendirebiliyorlar. Siz kışın bu hayvanları bırakın dağlara, sığırlar bu parmak gibi odun parçalarını yiyerek ayakta kalabilirler.  Onun için yerel bir ırkı, boz ırkı tercih ettik burada. Hem ekolojik hem ahlaklı hem çok fazla enerji tüketmiyor.

Ute Lina Kılıç

Benim için önemli olan şey tüm etik görüşlerin üzerindedir. Endüstriyel et üretiminde neredeyse dünya çapında tüketilen tahılların yarısı hayvanlara veriliyor bu yüzden yüz milyonlarca insan açlıktan ölüyor. Bu benim düşüncem ve endüstriyel et üretimi için muazzam enerji ve su tüketimi ve hayvanların kendileri makine olarak görülüyor, bir inek iki ya da üç defa doğurur ve üretmiş olduğu süt miktarı azaldığından kesilir. Boz ırkı ineklerin ömrü 25 ile 30 yıl arasında değişiyor ve 15 ya da 20 buzağıyı problem olmaksızın çok doğal bir şekilde doğururlar. Baktığınızda uzun vadede çok daha ekonomik, etik ve mümkün de. Arif’in de dediği gibi hayvanların otlanabileceği ve doğal yollardan kendilerini besleyecekleri çok fazla orman ve dağlar var. Onları antibiyotiklerle ve kimyasallarla besleyip makine gibi üretmelerini sağlamak gerçekten gereksiz.

Peki devletlerin sağlıklı bir gıda politikasının olması gerekmiyor mu? Bunu tek başınıza başarmanız zor değil mi?

Bir topluluğun ya da bir halkın doğru biçimde beslenmesinden devlet sorumludur. Fakat devlet bu sorumluluğu liberalizm ile üzerinden atıyor. Diyor ki bireylerin kendisine bırakıyorum. Hem üretimde hem tüketimde. Alın diyor, ekolojik tarım yapın, alın size doğru tarım yapın. Alın şunu yapın bunu yapın, endüstriyel olarak yapın. Bunlardan birini seçin diyor. Ama seçenekleriniz sizin doğru seçiminizi engelliyor beslenmede. Devletlerin toplulukların doğru beslenebilmesi için bir politikası olması gerekiyor. Bunun için mevcut bireylerin bilincinin farklılaşması lazım. Devletin yahut liberalizmin tercihlerine göre değil. Topluluk sağlıklı gıdaya ulaşabilmenin bir örgütlenmesini yapmalı.

Eğer biz bir araya gelip kolektif aklı örgütleyebilirsek buradan çok daha farklı bir şeyler çıkabilir. Tek tek bireylerin derdi olmaktan bu durumun çıkması lazım, doğru gıda ve sağlıklı gıdaya erişimin. Toplulukların sağlıklı gıdaya ulaşabilmeleri için bir yolu, bir yöntemi ya da bir yaklaşımı, bir bakışı olması lazım. Bizim ‘kolektif sürü’ adını koymamızın nedeni de bu zaten. Bu şekilde kolektif akıl da kolektif davanış da ortaya çıkar.

Kentliye çağrı

Peki, kentliye yüksek sesle çağrınızı yineler misiniz?

Arif Şen

Gelin sizin de Kaz Dağlarınızda bir ineğiniz olsun, sizin de bir sürünüz olsun. Gelin ekolojik ve ahlaki olarak çok daha doğru bir üretim ve tüketim modeli  oluşturalım. Gelin topluluk olarak gıda problemimizi birlikte çözelim. Hem üretim hem de tüketim boyutunda.

Ute Lina Kılıç

Geçen yüzyıla kadar her şey ekolojikti. Bunu tekrar kazanabiliriz. Bu modeli gelin birlikte geliştirelim diyoruz. Çünkü bu yalnızca proje kısmında. Ve bu projeyi birlikte tartışıp birlikte geliştirelim.

Previous post
Mart ayında 35 kadın öldürüldü, 213 çocuk istismara maruz bırakıldı
Next post
CHP’li Fikri Sağlar: Dengeyi öyle bir kaybettiler ki ‘Hayır’ diyenin üzerine polis gönderiyorlar