Ana SayfaKitapSesi kesilen taşlar ve onların arasında bir şair – AZİZ YAĞAN

Sesi kesilen taşlar ve onların arasında bir şair – AZİZ YAĞAN


AZİZ YAĞAN


Miray Çakıroğlu’nun “Taşların Sesi Kesildi” adını taşıyan dosyası 2014 yılı Yaşar Nabi Nayır şiir ödülüne değer görülmüş. Dosya aynı yıl, aynı adla Varlık Şiir tarafından yayımlanmış. Kitabı yerde bulmadım, kaldırımdaki sergide, bir yazıda rastlamadım, rafta, sehpa, sedir, ekran ya da bir masada görmedim. Anne seslenişi ‘golala zerrin’in kaygan avucunda belirdi.

Sesi kesilen taşların arasında yaşamış şairin bazaltı da bilip bilmediğini merak ettim. Sesi kesilen taşların ağırlığı artar mıydı? Bir dokunuşla dağılıverir miydi yoksa daha mı dayanıklı olurdu? Taşlar kendi sesiyle mi anlatırdı, kendilerini mi anlatırdı, yarıklarından oyuklarından geçiveren uğultuları mı çığlıklardı, kırışık olan olmayan alınların mısralarını mı fısıldardı, kendi düşlerinden düşüşlerini mi yoksa kendi düşlerinden düşürülüşlerini mi sayıklardı? Sadece şaire mi sessizleşti o taşlar yoksa başka taşlara da mı sustular? Şairin içinde soluyan sesler, sessizlikler taşlardan ç/alıntı mıydı, ezelden gelen ve sonsuzluk kadar düşsel bir canlılığın bir şaire kıskıvrak yakalanışı mıydı? Şair sağırlaşmış, yanılsamış olamaz mıydı?

Ömürlük bir kalakalış anında “Şiir ölsün artık, harflerinden ip yapalım” diyen ben, kitaptaki alt altaların örgüsünü, döngüsünü, gönyelenememiş taşların sesini bilinciyle seyreden şaire danışmak, söyleşmek istedim, davrandım da! Artık klasikleşen geçerli bir yolu denedim, yanıt vermedi. Olsun! Sesleşmiş taşlarını artık aranmıyor belki de!

İlk mısrasına, ona en yakın yerdeki ‘Sıkı tutun, bütün dünya cehenneme gidiyor.’ sözlerinden sıçrıyor şair. Taşlarsa ikiye ayrılırmış, çatlağı olanlar ve olmayanlar diye!

Çakıroğlu pürüzün, yarıkların, girintinin, mesafesizliğin dolaylarında dolanıyor. Duvarlaşmış ya da duvarlaşmamış taşların yarıklarını fark edip dinlemek bir susuşa ortak olmak mıdır, şahit olmak mıdır? Sayfaları okurken Yevtuşenko’yu andım ve Yesenin’li Mayakovski’yi.

..

Arkadaşlar arasında kendimi kaybetmekle ünlüyümdür

Geç kalınca yolumu bulamadığımı söylüyorum

Bana artık alıştılar

Gidip yeni bulduğum bir köprüden kendimi atıyorum

Sonra ıpıslak gidiyorum yanlarına

Buna da alıştılar

..

“Kayayı başlangıcından ayıran ve tekrar huzursuzluğuna taşıyan” Sisifos’u sadece izleyen ve yine sadece bir sigara yakımlık zaman için bile olsa onu durdurmayı düşünen ama sadece düşünmekle kalan, -aksilik bu ya hem sigara yok yanında, hem de sigara alıp gelecek zamanı yok ya da belki Sisifos’un yanına sinen korkutucu gölgesidir diğer gölgesine insafla- ve yine sadece Sisifos’un durması, kayanın durması ve yine sadece ölümün, ölümlü ölümün.

..

Öldüğüm bir zaman oldu,

Sana yazdım, aldınsa mektuplarımı

Onlar hep başka bir hayattan atılmıştır.

Beyaz çaputlarımdan arındım.

Günleri saçlarımdan taradım, geçtiler.

Oğullarını öp Gustavo,

Uykuya bırakmadan önce onları öp.

..

“Ben bir eşyanın taklidiyim” diyor şair, o yan yanalardan birinin tortusunda. Alt altalar ise, hemen hemen aynı taşların birbirini arayan, bir şeyi aralamak isteyen, bir şeyleri yarıklardan çekip almak isteyen, yanlış umutları bari yanlış yerlere taşıyan, deniz kabuğu renksizliği halsizliğinde bir yerden seslerinin arasında dolanıp duruyor.

Dünya bir sis denizinin içinde

Gördün mü kendi nefesinde yüzüyor.

İnsani bilimlere tutunmanın, daha sağlam tutunmanın, karşılıklı tutuşmanın, insani bilimlere şiirin yanı sıra bazı bazı ve belki de daha çok düz yazıyla tutunmanın daha sağlam, daha ses kesici, dile getirici olduğunu şaire fısıldamak lazım. Taşları uykularından, denizinden, şekillerinin doğallığından ve doğasından, göğünün maviliğinden ayırarak kıpırtısızca seslerini kesişini belki siz de satır satır izlemek, bilmek, seslemek istersiniz! Sadece, lütfen Miray Çakıroğlu kendisini ilk benden duyduğunuzu ya da bir de benden işittiğinizi sesinizden, yüzünüzden, yazınızdan fark edemesin.

Taşların Sesi Kesildi kitabının ardından yıllar geçti. “Bir dilek hakkım daha varsa şiir olacak sözlere sahip olmayı isterdim.” diyen Çakıroğlu’nun bu dileğinin gerçekleşip gerçekleşmediğini merak etmemek mümkün mü?

Uykularından aldığım,

Başka bir şekli düşlerken

Uykularından, denizden aldığım

Taşların sesi kesildi.

Gökleri olan maviyi kaldırdım

Rüyasını gördükleri denizden onları ayırdım

Taşların sesi kesildi.