Yeşilçam’ın kıyısında bir ‘auteur’: Ömer Kavur sinemasında ‘sessiz çığlık’
HABER MERKEZİ – Abdulcebbar Avcı, 12 Mayıs 2005’te aramızdan ayrılan usta yönetmen Ömer Kavur sinemasını, onun kendi filmografisinde de Türkiye Sineması’nda da ayrı bir yere sahip olan 1987 yapımı “Anayurt Oteli” filmini odağa alarak yazdı.
2005 yılında aramızdan ayrılan Ömer Kavur, Türkiye’de sinemanın zorlu yıllarında[1] nitelikli filmler üretmiş; kasaba filmlerinin, yol hikâyelerinin, arayışın yönetmeni olarak 1970’lerden 2000’lerin[2] başına dek Türkiye Sineması’nda yer almış, 1980’ler itibariyle de ‘en yaratıcı isim’ olarak nitelendirilmiştir. (ed. Smith, 2003: 746)
Prof. Şükran Esen Ömer Kavur’u “sinemamızda bir auteur” olarak konumlandırmış[3] (2015), Suner ise yeni sinemanın temellerini Kavur’un filmlerine de dayandırmıştır.[4] (2015; 42)
Yolun başlangıcı ve Kavur’un mekânları
Kavur’un bir şeyi anlatmaya başlamadan mekân eksenli ruh arayışı ve bunun üzerine inşa ettiği hikâyeler, onun en temel ayırıcı yönü olarak kendini göstermiştir.
Döneminin yazarlarıyla senaryo üretmesi, konuya yaklaşımı, anlatım biçimi onun diğer önemli özelliklerindendir. Öyle ki Onaran, Kavur’un Türkiye Sineması’nda pek sık bulunamayacak tadlar -fotoğraf düzenlemesi, kurgu, müzik, kamera kullanımı vs.- getirdiğini vurgular.[5] (1994; 166 ) Ayrıca “Kavur önemli filmlerini 1980’den sonra ortaya koydu” (1995: 117) diyerek de filmlerini şöyle sıralar:
‘Kırık Bir Aşk Hikayesi’ (1981), ‘Ah Güzel İstanbul’ (1981), ‘Göl’ (1982), ‘Amansız Yol’ (1985), ‘Körebe’ (1985), ‘Anayurt Oteli’ (1987), ‘Gece Yolculuğu’ (1987) ve ‘Gizli Yüz’ (1990). Kavur, 2000’e doğru: ‘Buluşma’ (1995), Akrebin Yolculuğu (1997) ve Melekler Evi (2000).
“Yeşilçam’ın kıyısında bir yönetmen”
2006’da yapılan Ömer Kavur Paneli’nde Prof. Esen, Yeşilçam’ın görüntü yönetmenleriyle çalıştığı halde Kavur’un filmlerinde atmosferin farklı olduğundan bahseder ve başka bir noktadan yaklaşır.[6]
Kavur’u Yeşilçam’ın kıyısında bir yönetmen olarak değerlendiriyorum. Yeşilçam temalarını işleyen, Yeşilçam’daki malzemeleri, oyuncu ve ekibi kullanan ama Yeşilçam’dan farklı bir dünya yaratan, Yeşilçam’ın izleyicisine seslenen ama o izleyiciden de hepsini elde edemeyen bir yönetmen.
Varoluş, zaman ve ölüm üzerine
1980 ertesinde varoluş, zaman ve ölüm üzerine çalışan Kavur’un formel yaklaşımı ve filmlerinin içeriği düşünüldüğünde, sinemayla kurduğu bütünlüklü ilişki ortaya çıkar.
Kavur, sinemayla ilişkisini “Önceleri sinemayı bir meslek sanıyordum ama çok çabuk, bir ifade aracı olduğunu anladım” şeklinde ifade eder. (Esen, 2015: )
Kavur’un ifade aracı olarak altını çizdiği sinemayı, biçim ve içeriği örtüştürerek kullandığı ortadadır. Bu sayede içeriği önemsemeyen, biçimle de sinemanın ifade olanaklarından yeterince yararlanamayan sinemacılardan ayırt edilmesi kolaydır. Mükerrem’in de belirttiği gibi, “Biçim, ‘anlatım’ kategorisinin bir unsurudur; içeriğin ‘dış’ıdır; yönetmen ve görüntü yönetmeninin, yorumlama sürecinde kullandığı bir araçtır” (2015; 85)
Kavur’un filmografisindeki on dört film dikkate alındığında hepsi arasında bir bağ olduğu gözlenir: Farklı karakterler, farklı mekânlar, sınırları aşan fakat aynı zamanda bulunduğu sınırları ilgilendiren temalar.
1987 yapımı olan “Anayurt Oteli” ise onun sinemasında ve Türkiye Sineması’nda ayrı bir yere sahiptir. Çünkü ondan sonraki filmlerinde ve diğer yönetmenler üzerinde etkilidir.
Anayurt Oteli: “Bi odanız var mı?”
Adım Zebercet, Ze-ber-cet, bu otelin yöneticisiyim.
Film Zebercet’in sureti ve bu cümlesiyle başlar; onun mahpus olduğu Anayurt Oteli ve kimsesizliği henüz başlangıç sahnesinde açık edilir; Kavur’un bu ön deyişi onun sinemasının öncesi ve sonrası açısından düşünüldüğünde etkileyiciliğini arttırır.
“Yatık Emine”de sürgün edilen kimsesiz kadın, “Yusuf ile Kenan”da İstanbul’a gitmek zorunda kalan iki kardeş, “Göl”de trenle seyahat eden ve yabancı olduğu bir kasabaya iş için giden yalnız kadın, “Gizli Yüz”de isimsiz ve yalnız fotoğrafçı vs.
Yusuf Atılgan’ın aynı adlı eserinden uyarlanan “Anayurt Oteli”, kapalı mekân dokusuyla, Zebercet ve çevresinde dolaşan karakterlerle; yabancılık, yalnızlık ve Kavur’un filmlerinin genelinde olduğu gibi arayış -sevgiyi arayış- eksenlidir. Scognamillo “karamsar ve tedirgin edici boyut değiştirmenin en belirgin, en açık ve çarpıcı örneği” olarak tanımlar filmi. Ona göre Kavur’un filmografisinde ve Türkiye’de kahraman, yan karakter ve mekân anlatımı açısından film benzersizdir.
Zebercet’in yolculuğunu ve arayışını izlerken bir ‘psycho’, ‘bir paranoya olayının iç yüzünü veren “Anayurt Oteli”, yönetmenin daha önce de denediği[7] ruh bilimsel gerilimin adeta eksiksiz bir klinik portresini çizmektedir. (2003; 344-45)
Kavur ‘açısı’ndan “Anayurt Oteli”
Tanımsız bir ‘kasaba’ ve aileden kalma bir ‘otel’ yalnız insanlarla çevrelenmiştir; doğup büyüdüğü kasabada yabancı olan Zebercet ise bir otelci olarak yaşamını ‘bir yere kadar’ devam ettirecektir; öyle ki küçük bir kasabada berberin “Buralı mısınız?” diye sorabileceği kadar çevresine yabancıdır.
Esen, Zebercet’i “Zorunlu ilişkiler dışında, kimseyle ilişkisi olmamış. Duygusal yönden, cinsel yönden aç, insan sıcaklığına hasret” olarak tanımlar. Yan karakterler açısından ise yalnızlık küçük detaylarda, görüntülerde açık edilir; meyhane, horoz dövüşünün yapıldığı alan, Zebercet’in sinemaya gittiği demirci çırağı Ekrem bunlara örnektir. (Esen, 2015)
Zebercet ve diğer yalnızlar
Kavur, bir karakter üzerinden iç gerilim aktarırken aynı zamanda geçmişten gelen, toplumu etkileyen, olaylara da yine Zebercet’in ağzından, yani bir yaşam öyküsüyle, politik çerçeve oluşturur.
Kitapta yaratılmış olan dünya, filmde farklı bir zamana taşınmış ama gücünden hiçbir şey yitirmemiş. Kitabın 1960’lı yılları, 1980’lere aktarılmış filmde. Ama kitapta anlatılan, insan kişiliğine etki eden baskıcı ortam, Zebercet’in şekillenmesini sağlayan Tanzimat’tan, Meşrutiyet’ten, Cumhuriyet’e kadar gelen Keçecizadeler sülâlesinin yapısıyla filmde anlatılan 1960 ihtilali, 1971 muhtırasının baskıcı ortamı ve 1980 askeri darbesinin boğucu havası ile Zebercet kişiliğine yansıyan Keçeciler sülâlesinin yapısı çok da farklı özellikler göstermiyor. Kısaca Zebercet’i yaşatan ortam filmde de kitapta da aynı güçte yansıtılmış. (Esen, 2015: 224-25)
Filmde yan karakterler de normalin dışındadır. Mesela Zebercet’in emekli subay sandığı fakat aslında kızını öldürdüğü için gizlenen adam. Bu noktada, sıradan insanın dramı göze çarpıyor. Öyle ki “otel müşterilerinin dramlarını düşünmeye sevk ediyor yönetmen, yabancılık, yalnızlıkla çevrelenmiş insanlar…” (Esen, 2015: 224)
Tek başına kalan Zebercet ölmeyi düşündüğünde, onun için her şey aslında hazırdır. “Zebercet’in yuvarlak masayı bambaşka bir amaçla 1 numaralı odaya taşıması; emekli subayın odasına çamaşır ipinin, Zebercet’i bağlamak isteyen adamlarca getirilip bırakılması gibi.” (Esen, 2015: 228)
Zebercet’in yolu, arayışın sonu gibidir. (Bir yerden sonra, istasyona yakın otelinde ağırladığı müşterileri de istemez; çünkü onun üzerinde büyük etki yaratan gizemli kadın dönmez.)
Ankara ekspresiyle gelip otelde bir gece kaldıktan sonra yeniden geleceğini söyleyip bir türlü gelemeyen; anısı belleğine kazınmış; yattığı odaya başkası sokulmaksızın kullandığı eşya olduğu gibi saklanan gizemli bir kadının hayali Zebercet’e teselli verir. Ne temizlikçi kadınla cinsel ilişkisini sürdürüp sonunda tatminsizlikle onu boğması; ne de başka ilişkiler ona doyum sağlamaz. Sonunda oteli tümüyle kapatıp gizemli müşterisinin kaldığı odanın tavanına kendisini asar. (Onaran, 1995: 121)
Çekmek istediği son filmi neydi?
Prof. Dr. Şükran Kuyucak Esen, “Ömer Kavur | Sinemamızda Bir ‘Auteur’” adlı kitabında, Kavur’un her filmine detaylı şekilde, hikâyeleriyle-çözümlemeleriyle yer verir. Ayrıca her film için, Kavur’la yaptığı röportajlar da kitabında yer alır. Esen, hastane ziyaretini, Kavur’la son görüşmesini ise şu şekilde aktarır:
Ömer beyle son görüşmemiz, onu hastane odasındaki ziyaretim sırasında oldu. Bu görüşmede, üzerinde çalıştığı yeni filminden heyecanla söz etti. Bu filminde, babaları aynı, anneleri farklı ve birbirlerinden haberleri olmayan iki kardeşi ele alacak; biri Türk milliyetçisi, diğeri Kürt milliyetçisi olarak büyütülen bu kardeşlerin bir gün karşılaşıp tanışmalarını anlatacaktı. Vücudu halsiz de olsa, sesi enerji doluydu. Ama bu filmi çekemedi. Çekebildiği son filmi olan Karşılaşma’nın kahramanları gibi Ömer Kavur da yıllardır kanserle savaşım içindeydi. Bu hastalıkla savaşımını, ne yazık ki 12 Mayıs 2005 tarihinde kaybetti. (Esen, 2015, s.434)