Ana SayfaKültür-Sanatİnsanın bastırılmış karnı ve içinde sıkışan gürültülü benlik

İnsanın bastırılmış karnı ve içinde sıkışan gürültülü benlik


Şilan Avcı

“Sinemanın Kadınları” dizisi


Evelyn, elindeki çikolatayı ufak ufak ısırıp açlığını bastırmaya çalışırken, kapanmış bir retoranın yazılarını okuyup, daha da acıktığını hisseder. Çeşitli yemek isimleri ve özellikle kızarmış yeşil domatesler yazan kapının ardında saklı yüzlerce anının, onun için henüz hiçbir önemi yoktur. Evelyn hep açtır. Kilolu ve cüretsiz, iyi bir ev kadını ve talepsiz, çırpınıp duran bir mücadelesizdir. Üstelik orta yaşlarda ve muhtemelen menopoz dönemine giren Evelyn, tıpkı kızarmış yeşil domatesler gibi, hayatının olgunluk döneminde ve iç bir bulantıyla gezinir.

Daha filmin ilk sahnesinde bize en zayıf noktasını elinde kemirip durduğu çikolatayla gösteren Evelyn, yüzündeki umutsuz ifadeyi, tam olarak hayatının her köşesine taşır. Uğradığı bütün köşelerde kabul gören Evelyn, sıradan bir idare edendir.

Sıradanın vahşiliğinin değil, sıradanın kimliksizliğinin daha çok yakıştığı Evelyn’in en iyi yaptığı şey ise farkında olmadan, aslında her geçen gün kendini yemektir. Bir türlü doyuramadığı karnının sancısında sakladığı bastırılmış onlarca duygunun, vahşi doyuranıdır Evelyn ve kendini keşfetmedikçe de asla doymayacak/doyuramayacak olanı. İnsanın bütün entrikası karnında mı saklıdır?

Sıradanlaşmış acımasızlığın ırkı; kötülük

Altmış yıl öncenin anılarını ardında saklayan bu kırık dökük kapının önünden, bastıramadığı açlığıyla beraber çekip gider Evelyn.

Kocasının teyzesini bakım evinde ziyarete gittikleri bir gündür. Onu görmek istemeyen ve odasından kovan huysuz teyze sayesinde, hayatını değiştirecek bir kadınla tanışacaktır. Odadan kovulurken dahi gülümseyen ve sorgulamayandır, alttan alan ve kızmayan, kabullenen ve haketmediği tavra en ufak bir karşılık vermeyendir. Edilgendir Evelyn, edilene boyun eğendir.

Bekleme salonunda her zaman olduğu gibi abur cubur tüketir ve sinik tavrıyla dalgın halde otururken, Niny tanışmak için yanına gelir. Kendi tabiriyle seksen iki yaşında ve dul bir kadın olan Niny, ona gençlik anılarında tazecik duran iki kadının hikayesini anlatmaya koyulur. Idgie ve Ruth’un hikayesidir bu. Onlarla beraber, çevrelerindeki siyahların da hikayesidir. Yüzyıllardır büyük acılar çektirilen bir ırkın, bir Amerikan kasabasında 1920’lerde hala zulümkar bir tavra maruz kalan siyah dostlarının da hikayesidir.

Sıradışı bir çocuk olan Idgie, tek anlaştığı kişi olan abisi Buddy’e hayranlıkla bağlıdır. Ona hayallerden taşan hikayeler anlatan ve dünyasına dokunan bir dille yaklaşan abisinin,  gözleri önünde ölümüyle sarsılır Idgie. Buddy’nin, aşık olduğu Ruth’la, ablasının düğününde tanışır. Ruth’un uçuşan şapkasının peşinden tren raylarına gidip ayağı sıkışınca da trenin altında kalan Buddy, Idgie’nin çığlıklarını duyar en son. Arı kovanına kolunu sokup, her defasında bir parça petek balı kavanozlayıp abisinin mezarı başına koyacak kadar, sevgisini bildiği gibi gösterendir Idgie. Başlarda kızgın olduğu Ruth’la barışması birkaç yıl sonra Ruth’un evlerine gelmesi sayesinde olur. İki farklı karakterde kadının, gittikçe derinleşen dostluğunun hikayesi aslında yeni başlar. Karşısındakinin sevgi dilini anlamak, saygı duymak ve huzurlu bir şölenle ilişkinin içine uzanmak. Pek çok insanın başaramadığını başarır bu iki kadın.

Tok olma gayretiyle kendini yiyen insan

Zamanın iç içe kurgulandığı filmde, Evelyn Niny’den hikayeyi dinledikçe, kendi içinde ciddi sarsılmalar yaşamaya başlar. Evliliğini kurtarmak için kurslara giden Evelyn, çabasının tek taraflı olduğunu açık açık görür artık. Kendisine verilen romantik öğütleri bir bir uygulamaya kalkan Evelyn, her defasında kocasının ya alaycı tavrıyla karşılaşır, ya da  terslemesine maruz kalır. Eve gelir gelmez, onun için hazırlanan sofradan tabağını kucağına alıp, koltuğuna geçen ve televizyon karşısında bütün spor müsabakalarını izleyen kocasına bir türlü görünemez. Kendi evinde, hamarat bir hayalettir Evelyn.

Niny’den dinlediği hikayede, her geçen gün daha çok etkilendiği Idgie’nin hayata karşı güçlü tutumunu kendine örnek almaya başlar. Gittikçe genişleyen etinin üstüne, umutsuz ve edilgen tutumunun da bindiğini hisseder ve daha da ağırlaşır Evelyn. Tavırlarının, hayatı üzerindeki yıkıcı tutumunun farkına, kendisine aktarılan hikaye sayesinde vardıkça, sonunda kendisine karşı yapılan her türlü haksızlığa da sesini yükseltmeye başlar. Artık edilgen değil, tepkisini inandığı ölçülerde vermeye başlayan bir etken enerjidir Evelyn. Fedakarlığını, nezaketini ve kadınlığını kilolarına bindirmeyip, kendini yemekten vazgeçendir. Kızarandır Evelyn. Kızarıp kıvama gelendir; kendi yolculuğunda kendi varlığının yoluna girendir. Sadece bir yemeğin ortaya çıkmasında yağla muhataplık mıdır ya da olgunlaşmanın metaforu mudur filmde “kızarmak”? Kızarmış yeşil domateslerin tarlası mıdır, meselesi hiç bitmeyen insanlı hayat?

Vahşiler vahşisi insan eti ve insanın insana ettiği

Ruth’un ani evliliği iyi gitmez. Mutsuz ve hırpalandığı bir ilişkinin içindeyken, Idgie’nin bunu fark etmesiyle bütün hayatı değişir. Hamileyken kocası tarafından merdivenlerden itilen Ruth, artık evine geri dönmeyecektir. Kısa sürede kendilerine kasabada huzurlu bir hayat kurar iki arkadaş. Siyah dostlarıyla beraber açtıkları restoranda, barbeküleri ve kızarmış yeşil domates yemeğiyle ünlenirler ama siyahlara da yemek vermeleri, bazılarını rahatsız eder. Ruth’un kocası Frank’in de dahil olduğu bu acımasız tayfanın saldırması ise uzun sürmez. Frank’in vahşiliği bir türlü son bulmaz. Ruth’un bebeğini kaçırmaya kalkan Frank’in başına ızgara tavasıyla vurulur ve Frank olduğu yere yığılıp ölür. Hikayenin sonunda öğreniriz ki barbekü yapılıp onu arayan polise yedirilen Frank’in eti oldukça lezzetlidir.

Modern toplumun ilişiksiz mutluları mıyız?

Bencillikle birey olmanın, siniklikle nezaketin, çabasızlıkla kanaatin ve birbirine hem bedenen hem ruhen sürtünmeyle gerçek bir dokunuş eden ilişkinin, modern can’sızları mıyız?

Bunların ayırt edilmesinin zor olduğu tüm “modern” toplumlarda olduğu gibi, hayatın “sıradanlarından” biridir Evelyn. Oysa bir gün bir hikaye dinler ve hayatı değişir. Özgür ruhlu bir kız çocuğuyla başlayan hikaye, özgür ruhlu bir kadın olarak hayatını sürdüren ve etrafındaki herkesin hayatına da küçük mucizeler yağdıran Idgie’nin hikayesidir. Anlatılan hikayenin içinde hiç görmediğimiz Niny, belki de Idgie’nin bizzat kendisidir. Önemli midir insan hayatına dokunur bir hikayede, anlatıcı ya da anlatılan olmak?


1991 yapımı olan ve döneminde oldukça ses getiren film, sıradan bir ev kadını üzerinden, kendi içinde devleşen bir “kadınlık” hikayesini çıkarır bizi. Fannie Flagg’in romanından uyarlanan Kızarmış Yeşil Domatesler’de Oscar ödüllü oyuncular Kathy Bates ve Jessica Tandy’ye Mary Stuart Masterson ve Mary-Louise Parker eşlik eder. Filmin yönetmenliğini Jon Avnet yapmıştır.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Özgürlüğü Schelling'le düşünmek - Kenan Mutluer
Sonraki Haber
Mor Gabriel Kilisesi dahil Süryanilerin mülkleri Diyanet'e devredildi