Ana SayfaManşet‘Masa dışılık’ ve Ağustos’a övgü! – Nejat Uğraş

‘Masa dışılık’ ve Ağustos’a övgü! – Nejat Uğraş


Nejat Uğraş


Montesquieu, bir kişiye yapılan haksızlığı, bütün topluma yöneltilmiş bir tehdit sayar. Bir halka topyekûn yapılmış bir haksızlığı biz neye sayacağız? Neresinden tutacağız?

Kalu beladan beridir bu topraklarda olan kadim bir halka reva görülen “misafir” olma durumunu bir kenara bıraktık diyelim, ya misafir olma hukukunun bile uygulanmadığı garabet bir hali gayri kime şikayet edelim?

Müşteki, şaki, öteki, beriki ama illaki kendisi olamayan, kendisi dışında hep bir şey olmaya razı gelmesi için fermanlar çıkarılan bir halkın sırf adının başında “T” değil de “K” olduğu için onulmaz acılara gark edilmelerini gayri hangi dilde anlatalım?

Masada ve sofrada yeri olmayanın “yersizliğini ve yurtsuzluğunu” gayri hangi filozofça açıklayalım?

Sahi “masa dışı” ilan edilmenin uğursuz tarihini hangi Vakanüvis yazdı?

Kadim bir halkı o tarihe mahkummuş sananlar tarihin hangi döneminde donup kaldılar?

Hatırlamakta ve hatırlatmakta her zaman fayda vardır!

Yeni bir devlet yaratılırken o’na uygun bir ulus yaratma paradigması, kendisi dışında kalan tüm etnisiteleri hiçleştirerek var oldu. Bu varoluşun bütün artçı sarsıntılarını 95 yıldır her gün hissederek yaşadık.

Egemenlerin, zihinlerimizi kuşatan reddiyeleri; ruhlarımızı yaralayan inkarları bir travma zincirine dönüştü. Bu zincir elimizin, ayağımızın prangası haline getirildi. Her şıkırtısında “bizim kim olmadığımızı” hatırlattı bize.

Hafızalarımıza reset çekerek, “resmi yalanlar”dan oluşmuş mayınlar döşediler yanımıza, yöremize, yamacımıza. Üzerine her basışımızda, her infilakta biraz daha eksilelim diye. Nisyana isyan etmeyelim diye…

Yeni “devlet-ulus” önce “kim olmadığımızı” söyleyerek işe başladı. Sonra da “kim olduğumuzu” söyleyerek galibin kibirli ceberutluğuyla. Önce Kürt değildik, sonra Türk idik. Bir yoktuk, hep yokmuşuz aslında.

Egemenlerin tarihi dondurma, sonunu getirme iştahları sömürgen halleriyle yakından ilintilidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu aygıtı için söz konusu “Türk” etnisitesi olduğunda geride kalan her şey teferruata dönüşür. Gerektiğinde tarihin sonu bile ilan edilebilir. “Hayali Kürdistan” beton bir mezarda meftun edilerek zafer sarhoşluğu da yaşanabilir. Bilimsel hiçbir kaygı gütmeksizin kendinden menkul tezler de yazabilir karların üstüne “kart kurt” diye. Ve hatta “Tunç” bir elle “Dersim” de zamanı dondurduğunu sanacak kadar “etrak-ı biidrakt” da olunabilinir.

Lakin tarihte son sözü kimin söyleyeceği egemenin kibrinden azade bir durumdur. Kurucu aygıtın yaşadığı bu akıl tutulmasının kökenindeki “Kürt fobisi” korkunun ecele bir faydasının olmayacağının kanıtı gibidir. Mezkur fobi, Ağustos sıcağıyla birlikte kendini devletin kahhar yüzüne faş ettiğinde kibrinden bir milim bile taviz vermeyenler mevzuyu “münferit hadise” derecesine indirgemenin gayreti içerisinde harap ve bitap düşeceklerdi. Artık başka zamanlardaydık ve tarihte son sözü “meftun” edilenler söylüyordu.

Galibin kibirli ceberutluğuna Mahsun’un nazarı değmişti bir kere… Resmi ideolojinin narkozunu yiyenler, narkozun etkisinden kurtularak “kim” olduklarını hatırlamışlardı bir Ağustos sıcağında ve ortasında. Artık “nisyan” zamanı değil, “isyan” zamanıydı. Zalimin “Tunç” elinin dondurduğu zaman “Mahsun”un Ağustos’ta yaktığı ateşle çözülüyordu. İşte o başka zamanların üzerinden tamı tamına otuz üç yıl geçti…

Otuz üç yıl önce meftun edilenler devletin kahhar yüzüne “kim” olduğunu haykıracak; otuz üç yıl sonra gasp edilmiş hak ve hukukunun tas tamamını “be mınnet” geri isteyecekti.

Sonuç da…

Resmi ideolojinin kütüğüne nakşedilen “makul ve makbul” ölçülerin birer müsveddeye dönüştüğünün herkes farkındaydı. Ortada büyük bir sorun vardı ve çözümü de büyük olmalıydı. Bu galibin ve egemenin bahşedebileceği bir şey değildir. Kaldı ki artık galip de değildir; egemendir sadece.

Kadim bir coğrafyanın kadim bir halkının yüz yıllık yalnızlığına, haksızlığına, hukuksuzluğuna kaynaklık etmiş bu egemenlik kendisini de bir ucubeye çevirmiştir icabında. Kürdü “masa dışı”nda tutayım diye, kendisi masa dışı olmuştur.

Sorun “masa dışı”nda değil masa başında hal yoluna koyulabilecektir. Masanın dışına itilmenizin bizatihi nedeni olanlar, şimdi sizi masalarına davet ediyorlar, sosyalist bir incelikle.

Bu inceliğe “masa dışı” ilan eden o kibrinizle cevap verdiğiniz sürece, Ağustos’un sıcağı da sizi yakmaya devam edecektir.

Kadim bir halkın hawarlarına kulak tıkayan öncüllerinizin akıbeti ve laneti bir heyula gibi başınızınız üzerinde dönmektedir artık. Bizden hatırlatması…