Ana SayfaÇalışma YaşamıSÜRGÜN ÖĞRETMENLER – 2 | ‘Antik Yunan’da kölelerin yeri sürekli değiştirilirdi’

SÜRGÜN ÖĞRETMENLER – 2 | ‘Antik Yunan’da kölelerin yeri sürekli değiştirilirdi’


Nurhak Yılmaz


Çağın genel olarak bizi gündelik yaşama hapsettiğini düşünüyorum. Yaşadığımız bir sorunu, mesela sürgün sorununu daha çok güncel yaklaşım üzerinden ele alıyoruz. Bu da sorunu tam olarak anlamamızı engelliyor. Sonuç itibariyle bu bir politika. Ancak tarihi bilirsek gerçekten bazı şeylerin önünü kesebiliriz. Yani sürgün, göç, yerinden etme birbiri ile bağlantılı şeylerdir.

Dosyamızın dünkü bölümünde söz etmiştik, bu sözlerin sahibi olan Mehmet Nuri Özdemir 2016 yılında ihraç edilen öğretmenlerden. Aslında çalışma yaşamına ilk önce sağlık alanında başlamış. Ancak hastanede çalışırken anadilde eğitim talebini desteklediği için açığa alınmış. Bir buçuk yıl açıkta kaldıktan sonra mahkeme kararıyla geri dönmüş. Fakat döndükten sonra bu kez “işyerinde iç sürgün” yaşamış. Çalıştığı hastanenin dışında, “kulübe gibi bir yerde” çalıştırılmış. Sevk işlemleri yapmış. “Evrak işi” yani. Hastayla veya hastane çalışanları ile temas kurulmayan bir alan. Açığa alma ve iç sürgünle geçen 3 yılda hem çalışıyor hem üniversite okuyormuş. Okul bitmiş, öğretmen olmuş. 16 yıllık öğretmenlik de geçen yıl ihraçla son bulmuş. Nuri hoca “yaşayan bilir” sözünü kanıtlarcasına, sürgünü şu çarpıcı tanımla özetliyor;

Sonuç itibariyle bir insanın mahallede, iş yerinde, sokakta yani toplumsal karşılığı neyse, işte o karşılık sürgünle radikal bir şekilde değiştiriliyor. Başka bir yere taşınıyor ve köklü olarak değiştiriliyor. Bu nokta önemli.

“Antik Yunan’da kölelerin yeri sürekli değiştirilirdi”

Peki Osmanlı’dan cumhuriyete ve bugüne “bir politika olarak” devam eden sürgün ya da “yerinden etmenin” tarihini ne kadar geriye götürebiliriz?

Tarihte bir topluluğu yerinden etmenin ilk örneği Asurlar döneminde yaşanıyor. Sonra Yahudileri biliyoruz, Babil sürgünü var tarihte. Yehuda krallığı tümden Babil’e sürülüyor. Aslında Yahudilerin bugünkü noktaya gelişinin arka planında o sürgün var. Sürgünden sonra Yahudilik dünyanın her tarafına yayılıyor. Yahudiler sürgünü fırsata çeviriyor. Bana en trajik gelen ise Antik Yunan’da kölelerin yerlerinin sürekli değiştirilmesidir. Mal olarak alınıp satılan köleler farklı ülkelerden getirildiği için birbirlerinin dilini bilmiyorlar. Ancak uzun süre yan yana durduklarında birbirlerinin dilini öğrenecekleri ve o dönem “yurttaş” diye tabir edilen sınıfa karşı örgütlenebilecekleri ihtimaline karşı yerleri sürekli değiştiriliyor. Şu anda gönderilen öğretmen arkadaşlar için de sürgün kavramı kullanılmıyor, “yerinizi değiştiriyoruz” deniliyor. Son yüzyıla bakarsak Ermenilerin, Kürtlerin yaşadıkları var. Dersim göçleri bunlardan bir tanesi.

“Bizler ucuz işgücüyüz”

Mehmet Nuri Özdemir

15 Temmuz darbe girişimi ardından eğitim alanı başta olmak üzere, kamuda hemen hemen tüm meslek gruplarından binlerce kişi ihraç edildi. Ve bu rakamlar ister istemez, “boşluk oluşmadı mı” veya en azından “nitelikli kamu personeli sorunu yaşanmayacak mı” sorularını akla getirdi.

Yanıt ise, ekonominin dünyada ve Türkiye’de aldığı halde saklı. “Modern zamanların ilk dönemlerinde sermaye gruplarına ya da iktidarlara aykırı hareket edenler genellikle işten atılmıyordu. Çünkü emek gücüne ihtiyaç vardı. İhtiyaç olduğu için yer değiştiriliyordu, terbiye ediliyordu.” Şimdi değişen ne derseniz, Nuri öğretmenin anlatımıyla şöyle;

Şu anda niye rahatlıkla atıyor, niye sürgün ediyor? Çünkü artık bizler ucuz iş gücüyüz. Öğretmenler için de böyle, fabrikada çalışan işçi için de böyle. Çünkü bu ülkede işsizlik had safhada. Şu anda sürgüne gönderilen arkadaşların işten atılması için hukuken bir gerekçe bulamıyor. Sürgün ediyor. Sürgün bir cezalandırma biçimi olarak kullanılıyor.

Abartıyor muyuz yoksa tehlike gerçek mi?

Ve Ağustos ayında yapılan zorunlu tayinlerin ardından çok konuşulan “öğretmenlerin can güvenliği tehdit altında” meselesine gelelim.

Bu sorunun yanıtını dünkü bölümde, 80’ler, 90’lar ve 2000’leri yaşayan öğretmenler “tecrübeleri” üzerinden vermişti. Nuri hoca da tüm yaşananlardan sonra “tehlikenin abartılmadığını” düşünüyor. Öğretmenlerin günlerce sosyal medya üzerinden ırkçı söylemlerle hedef gösterildiğini hatırlatıyor. Ve ekliyor;

Bu insanlar o şehirlerde yaşayabileceklerine inanıyorlar. Ben eminim arkadaşlarımız Türkiye’nin dört bir yanında öğretmenlik yaparlar, gayet de verimli olurlar. Ama mesele çok daha farklı bir kulvarda. Sosyal medya üzerinden tehdit ediyor, öldürmezsem şöyle yaparım diyor. Çok açık bir şekilde istemediğini söylüyor. Ve öğretmenler gidip bu insanların çocuklarına eğitim verecek. Bu insanların yüz yüze gelme ihtimali çok yüksek. Arkadaşlar diyor ki; “Gider çalışırız. Ama diyelim ki bir gün oraya bir cenaze geldi. Ya da diyelim ki o gün bir yetkili çıkıp açıklama yaptı. Biz o günü nasıl geçireceğiz?

Ne alakası var sürgünle asimilasyonun?

Abbas Şahin

Açığa alınan, haklarında ihraç ve zorunlu tayin kararı alınan eğitimcilerin neredeyse tamamına yakını Eğitim-Sen üyesiydi. Örneğin Diyarbakır’dan gönderilen 264 kişiden 8’i hariç, 254’ü Eğitim-Sen üyesiydi. Bunlardan 27’si farklı zamanlarda Eğitim-Sen yöneticiliği yapmıştı. Yine geçen yıl memuriyetten ihraç edilenler içerisinde 25 Eğitim-Sen yöneticisi bulunuyordu.

Eğitim Sen Diyarbakır 1 Nolu Şube Başkanı Abbas Şahin “sürgünle asimilasyon ilişkisine” dikkat çekiyor. “Ne alakası var sürgünle asimilasyonun” sorusunu ve sendikalarının neden hedefte olduğunu şöyle anlatıyor;

En temel hak anadilinde eğitim hakkıdır. Bizler anadilinde eğitim hakkını savunuyoruz. Bölge Kürt bölgesi. Buradaki insanların anadilleri Kürtçe. Çocukların kendi dillerini resmi anlamda kullanma ortamı zaten yok. Ancak buradaki bağlantıyı kimler kurabilirdi? Bizim öğretmen arkadaşlarımız. Eğer bu bağlantıyı ortadan kaldırırsanız, o zaman asimilasyonu daha kolay gerçekleştirirsiniz. Daha anlaşılır biçimiyle şöyle diyebiliriz; sürgün edilen bu öğretmenler okula yeni başlamış bir çocukla kendi ana dilinde iletişim kuruyorlardı. Çocuk bu iletişim sayesinde “güvenebileceği eller” olduğu duygusuyla okula geliyordu. Acılarını, sevinçlerini paylaşıyordu. Uğradığı tacizi veya başka sorunları anlatabiliyordu. Öğretmenin çocukların dünyasına girmesi, travmaları da engelliyordu. Çünkü bu bölgenin insanlarıydı o öğretmenler. Çocukla öğretmen arasındaki bu ilişki, asimilasyonun önünde engel olarak görüldü. Tehlike sayıldı.

“Listeler hazırlanırken arkadaşlarımızın nereye gideceği belliydi”

Geçen Ağustos ayında yaşanan sürgünlere kadar olan sürecin ise “adım adım geldiğini” söylüyor Abbas hoca. Başbakan Binali Yıldırım’ın 2016 yılının Eylül ayı başında şöyle bir açıklama yaptı;

Doğu ve Güneydoğuda maalesef terör örgütünün baskısı veya terör örgütü ile bir şekilde ilişkiye girmiş öğretmenleri değiştiriyoruz. Bu 14 bin civarında öğretmeni maalesef oradan başka yerlere almak mecburiyeti var.

Bu açıklama, “zorunlu tayinlerin” resmi ağızdan ilk işaretiydi. Açıklamadan sonra Eğitim Sen cephesinde yaşananlar ise şöyle;

Önce 11 bin 301 arkadaşımızı açığa aldılar. Daha sonra kademe kademe iade ettiler. İade ederken de bir kısım arkadaşımızı ihraç ettiler. Ama bizim örgütlü yapımızda dayanışma var. İhraçlara karşı hem hukuki, hem maddi dayanışma ortamı oluşturduk. Bununla baş edemeyince de sürgünler gündeme getirildi. Sürgün uygulamasından önce okullarda idareciler ve okul çalışanları vasıtasıyla iş yeri barışını ortadan kaldıracak şekilde ispiyonlayama ortamı yaratıldı. Sürgün listeleri böyle hazırlandı. Listeler hazırlarken bu öğretmenlerin nereye gidecekleri belliydi zaten.

Eğitim Sen, çoğunlukla İç Anadolu ve Karadeniz bölgesine tayin edilen öğretmenlerin, “görev bölgelerine gitmeleri” yönünde kanaat belirtti. “Öğretmenlerin tehdit edildiği böylesine hassas bir dönemde sendika neden böyle bir karar aldı” sorusunun yanıtını yine Abbas hocadan dinleyelim;

Arkadaşlarımızı pasivize etmek, bıktırmak ve istifa etmek hedeflendi. Şark Islahat Planı’nın revize edilip baştan uygulanmasıydı yaşanan. Fakat biz üyelerimizin kendilerini yalnız hissetmemeleri için önceden bir çalışma yaptık. Gönderildikleri illerde bulunan tüm şubelerimizi aradık. O şehirlerdeki üyelerimiz çok ciddi bir duyarlılık gösterdi. Giden arkadaşlarımıza kalacak yer ve diğer tüm konularda yardımcı oldu. Ancak arkadaşlarımız orada halen ırkçı güruhların saldırısına maruz kalabilir. Bölgede yaşanan çatışmalı bir durumda ilk hedef kim olacak? Bölgeden giden öğretmenler olacak.

 “Toplum bu kadar politize olmamıştı”

Son söz ve “kıyaslama” niyetine bir kez daha 1980’lere gidersek, Hüseyin Barış’ın hikayesi var.

Hüseyin Barış, Diyarbakır 78’liler Derneği’nden. 12 Eylül fırtınasında 1981 yılında tutuklanmış. İnsanlık dışı uygulamalarıyla “meşhur” olan Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 10 yıl kalmış. Öğretmen değilmiş ama Zirai Donatım Kurumu Nusaybin Şube Müdürlüğü’nde çalışıyormuş. Memurmuş. O yıllarda Diyarbakır Cezaevi’ne giren insan profiline dair şunları söylüyor;

DİSK dönemiydi. Çok sayıda memur tutuklanıyordu. “Komünist” denilerek ya açığa alınmışlardı ya da işten atılmışlardı. Cezaevinden tahliye olduktan sonra bölge mahkemelerine başvuruyorlardı. Göreve tekrar başlayan çok oldu.

Hüseyin Barış

Hüseyin Barış tutuklandığında memuriyet derecesi “8’in 2’siydi. Cezaevindeyken bu derecesi devam etti. Hatta maaşının üçte ikisini almaya devam etti. 27 Kasım 1990 tarihinde cezaevinden çıktı. Göreve başlamak için çalıştığı kuruma yeniden başvuru yaptı. Ancak genel müdürlüğün hukuk müşaviri “Buraya bir PKK’li nasıl girer diyerek” Barış’ı kovdu. 1991, 1993 ve 1995’te üç kez daha işe başlamak için kurumun kapısını aşındırdı. Ancak “aynı gerekçeyle” işe başlatılmadı.

Ancak memuriyetten de atılmadı. Tam 16 yıl “bu pozisyonda” bekledi Hüseyin Barış ve bunca yılın ardından 2006 yılının sonunda emekli oldu. Peki nasıl oldu da bunca yıl memuriyeti devam etti? Bu sorunun yanıtını bugünle kıyaslama yaparak veriyor Hüseyin Barış;

Toplum şu andaki kadar politize olmamıştı. Bürokrasi için de bu geçerliydi. İdari olarak beraber çalıştığınız amirin tavrı belirleyici oluyordu. Senin hakkında kötü bir rapor vermemişse memurluğun devam eder. Böyle kovulmadık.


SÜRGÜN ÖĞRETMENLER – 1 | ‘Dua et bir cenaze gelmesin’


 

Previous post
BM'den İspanya'ya Katalonya referandumu uyarısı: Tedbirler endişe verici, haklara saygı duyun
Next post
Ege bölgesi de 'çılgın projeler'in hedefinde, İzmir 'İstanbullaştırılıyor'