Ana SayfaManşetMilliyetçilik ve dincilik kıskacında çözüm aramak

Milliyetçilik ve dincilik kıskacında çözüm aramak


Nejat Uğraş


21. yüzyılın ilk günlerinden itibaren dünyadaki bazı dinamikler ciddi değişikliklere uğradılar. Eski dünyaya ait pek bir şey kalmadı. Mevcut kurumlar, siyaset tarzları, ideolojik bagajlar ve ittifak biçimleri dahil her şey kabuk değiştirdi. Başlıklar halinde sıralamak gerekirse;

  1. Petrol ve hidrokarbon ekonomisi etkisini yitirme yönünde düşüşe geçti. Petrol fiyatlarındaki düşüşler ile yeni enerji ve yakıt seçenekleri farklı bir küresel güç ve ilişkiler dinamiği oluşturuyor.
  2. ‘Jeostrateji’ ve ‘jeopolitika’ kavramları dünya siyasetinde artık etkisini yitiren kavramlar olmaya başladı. Dünyadaki birçok ülke ulaşım, iletişim, teknoloji ve savaş kapasitesi alanlarındaki gelişmeleri iyi değerlendiremedikleri için halen eski kavramlarla anlamsız tekerlemeleri dillendiriyorlar. Rusya füzeleri Hazar Denizi’nden Batı Suriye’yi vururken, ABD uçakları Kobane üzerinde uçarken, artık küresel stratejilerle düşünmek ve bunun içinde yerele alan açmak gerekiyor. Türkiye’yi yönetenler de, Kürt siyasetini oluşturanlar da halen bu etkisini yitirmiş kavramlarla düşünmekten kendilerini alamıyorlar. “Ortadoğu dünya siyasetinin merkezidir” argümanı açıkladığımız duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir.
  3. Yakın dönemde dünya ekonomisinde iki eğilim belirginlik kazanacaktır: Artan işsizlik ve hızlanan finans akımları. İlk bakışta “eee ne olmuş” denerek bu gelişmelerin etkisinin ne kadar şiddetli olacağı çokça gözden kaçırılıyor. Bazı merkez ülkeler ve hemen hemen birçok çevre ülkede –buna bizim bölge de tümüyle dahildir- yoksulluk ve yer değiştiren finans kaynaklarının enkazı üzerinde dini, ulusal hatta kabilesel boğazlaşmaların yaşanacağı kanlı bir iklime doğru evriliyor. Yani üçüncü dünya savaşı daha başlamadı, pek yakında!
  4. Ekolojik yıkımın etkilerinin de aynı şiddette olacağını rahatlıkla öngörebiliriz. Petrol fiyatlarındaki kronik düşüşe, ekolojik yıkımın etkileri de eklenince Ortadoğu giderek daha da kanlı bir coğrafyaya dönüşüyor. Bütün bunların bilinen, sıkça duyulan genellemeler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öyledir de.Ancak sahadaki aktörler ve uygulamalara bakıldığında hem hareket tarzında, hem düşüne kalıplarında düpedüz “soğuk savaş” argümanlarıın halen  yürürlükte olduğunu görürüz. Herkes kendi siyasi diskurunu ‘denge’ üzerinden kurguluyor . Nispeten uzun süren -25 yıl kadar- bir geçiş dönemi sona erdi. 2009’larda “Marx yeniden” diyen birçok analiz de eksik kalmıştı. Evet ekonomi yeniden alanın başat unsuru olmaya başlamıştı. Fakat ekoloji de bir o kadar etkili bir unsurdu. Artık dünya siyaseti 2E’nin (ekonomi ve ekoloji) merkezi olduğu bir akımlar matrisine doğru yön alma eğiliminde. Her yıl birkaç ülkenin ekonomik ve ekolojik enkaz haline gelişine tanık olacağız. Irak, Suriye, Ukrayna, ya sonra?..

Bu bir kıyamet tellallığı değil, kapitalist modernitenin dinamiklerinin ortaya çıkardığı bir sonuç. Dünyada biriken bir üretim fazlası var. Bu birçok alanda reel sektörleri ve tarımsal üretimleri sürekli zemine çakıyor. Çok bilmişler, halen ezberden “bu toprakları eksen herkesi besler” diye maval okuyor. Komşu ülkenin kendisinin üretim maliyetinin yarısına ürün pazarlamasının ne demek olduğunu anlamak istemiyorlar. Bunun ortaya çıkardığı en önemli komplikasyonlardan biri de kar oranlarının hızla düşme eğilimine girmesidir. Uzun süredir şirketler kaynaklarını dünya yüzünde sürekli hareket halinde tutarak kar oranlarını yükseltmeye çalışıyordu. Bu da limitine ve sınırlarına ulaşmış durumda. Güney Kürdistan’da yaşanan referandum bile “Barzani’nin inadı” olarak yorumlanıyor. Petrol gelirleri dibe vurmuş, Rojava’daki seçenek ve ABD ilişkileri herkesin dikkatini celbederken, böylesi bir ortamda yerel aktörlerin elinde milliyetçilik ve dincilik dışında pek bir araç kalmıyor. Zaten yukarıda sıralanan hususların en belirgin sonucu artan milliyetçiliktir. Trump dahil Modi, Erdoğan, Putin, Orban, İngiltere’deki Breksit, Merkel ve hatta Kuzey Kore hikayesi vb. durumların hepsi bu milliyetçi zemin üzerinde yükseliyor.

Aynı gemide yol almak

Milliyetçilik genelde bir kimlik etrafında yorumlanıyor. Elbette tedavüle sokulan söylemin büyük kısmı etnik ve dini nitelikli kimlik unsurlarından oluşuyor. Ancak bu noktada milliyetçilik, çatışma veya çatışma imkanını ekonomiye tevil etmenin bir metodu olarak kullanılıyor. Reel üretimdeki tıkanmaları çatışma dinamiğiyle aşma yolu…

Türkiye’de söz konusu Kürt sorunu olunca sıkça kullandığımız “Gemi” metaforunun önemi burada ortaya çıkıyor. Aynı gemide olduğumuz ve Türkiye’deki iç savaş durumunda Kürtlerin de büyük kaybedeceğini düşünenlerin yanı sıra tersini düşünenler de bir o kadar çok. Hemen bir yakın dönem pratiğine, Kobane örneğine bakalım. Sorular şudur:“İŞİD’in o küçük kasabayı ele geçirmesi nasıl durduruldu?” ya da “Suriye’deki bugünkü mevcut gelişmeler bağımsız dinamiklerle mi oluştu?” soruları öyle teğet geçilecek sorular değil. Bu konuda Kürt siyasetindeki etkili aktörlerin bir kez daha Abdullah Öcalan’ın söyledikleri üzerine düşünmeleri gerekiyor. Pratik sahadaki bazı gözlemler uzağı görmeyi engeller. Kürt hareketinin 2000’lere girerken “bağımsız devlet” ve sadece kendilerini ilgilendiren seçeneklerden uzak durmaları sadece önemli olmakla kalmadı aynı zamanda tarihsel dönemin ruhuna dair doğru ve güçlü bir okuma olarak kayıtlara geçti.  Alandaki bazı güçlü aktörlerle girilen ilişkiler ve elde edilen bazı sonuçlar kimilerine göre “bağımsız seçenek” perspektifini güçlendirmiş olabilir. Ama bu bir yanılgıdır. Büyük güçler bir gün bırakıp giderler, geriye elde yine çatışma kalıverir.

Abdullah Öcalan’ın “Gemi” metaforunu andıran “birliktelik” ve “demokratik konfederalizm” seçeneği bugün çok daha önemli bir hale gelmiştir. Suriye’deki kazanımların bu teorik çerçevenin başarısı olduğu açıktır. Ama aynı zamanda 2014 sonrasında Türkiye’de olup bitenlerin “demokratik konfederalizm” konusunda sahadaki aktörlerin durumu hep kendilerinden yana yontmaları ve Abdullah Öcalan’ın çizdiği birliktelik çerçevesini taktik olarak ele alıp dibini oymalarıyla direkt bağlantısı olduğu da açıktır. Güney Kürdistan referandumundan “evet” çıkması kadim bir halkın kendi adına konuşması adına oldukça önemliydi. Ancak Barzani’nin yukarıda belirtilen ekonomik zemin ve milliyetçi dalganın oluşturduğu dinamikler üzerinden hareket ettiği de aşikardır. Dahası mevcut gürültü durulunca Barzani ve çevre ülkelerin Kürt siyasal hareketine çok daha tehlikeli bir tavır içerisine girmelerini de herkes beklemelidir. Yani “gemi” metaforunun 1999’dan beri bütün söylenenlerin hem ideolojik hem pratik perspektifinin en iyi ifadesi olduğunu yeniden bilince çıkartmak gerektiği de orta yerde durmaktadır.

Unutulan terim: Kardeşlik

Faşist seçenekler karşısında milliyetçiliğe savrulmak her zaman an meselesidir. Fransız Devrimi’nden beri özgürlük ve eşitlik üzerine çok şey söylendi ve yapıldı. Ancak her nedense üçüncü kavram hep unutuldu: Kardeşlik…Kardeşlik, hem çözümlerin, hem gelecek perspektiflerinin esasını oluşturur. Tabiî ki eşitlik ve özgürlük perspektifini yitirmeden. Mevcut milliyetçilik dalgaları ve küresel işsizlik ve yoksulluk durumları karşısında kardeşlikte ısrar etmek çok şey kazandıracaktır.

Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği çözüm ve komünalizm çerçevelerini kardeşlik ekseninde daha da radikalleştirmenin zamanıdır. Bu tezlerden uzaklaşan Kürt Siyasal Hareketi’nin -bütün bileşenleriyle birlikte- önünde Baaslaşma riskinin olduğunu söylemek gerekiyor. Rojava deneyimi halen bu tehlikeyi bertaraf etmiş değil. Devrim romantizmine kapılarak günlük olarak yaşanan bu tehlikeyi ve hatta eğilimi görmemek bir iktidar hastalığı olarak tezahür ediyor. İdeolojik ve teorik perspektif düzey, bu tehlikeyi tespit edebilir ancak pratik uygulamalar bunu ortadan kaldırmaya yetmiyor, aksine daha canlı kılıyor. “Başka seçeneklerimiz var” demenin reel anlamda bir çözüm perspektifi içerdiğini düşünmek tarafları rahatlatabilir. Lakin, zikir ve tekrarın en kötü yanı bir süre sonra söylenenlerin gerçek sanılmaya başlanmasıdır.

Tekrar edeceğim: 1999’dan beri söylenen ve yazılanlar iyi bir sempozyum konusu yapılıp, Ortadoğu çözümü ve mevcut ülkelerin demokratikleştirilmesi perspektifleri netleştirilmeli ve Öcalan’ın savunmalarının ruhuna mutlak surette sahip çıkılmalıdır. Aksi takdirde dönemsel bazı avantajlar ve kazanımlar bir yanılsamanın başlangıcına dönüşebilir. Bu yanılsamanın yaratacağı en yıkıcı sonuç yoksulluk, çatışma ve iktidar oyunlarından başka da bir şey olmaz!