Ana SayfaÇeviriNobel Ödüllü Kazuo Ishiguro anlattı: ‘Günden Kalanlar’ı 4 haftada nasıl yazdı?

Nobel Ödüllü Kazuo Ishiguro anlattı: ‘Günden Kalanlar’ı 4 haftada nasıl yazdı?

HABER MERKEZİ – 2017 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Kazuo Ishiguro’nun belki de en dikkat çekici eseridir “Günden Kalanlar”. Roman, 1989 yılında Booker Ödülü’nü kazandı; hatta, yazarın bu kitabıyla eriştiği nokta çeşitli eleştirmenler tarafından “Bir yazarın varabileceği en yüksek mertebe” olarak görüldü. Peki edebiyat tarihinin köşetaşlarından biri nasıl yazıldı ve kitabın ilham kaynağı neydi? Sizler için çevirdiğimiz ve yazarın kendi elinden çıkan bu yazıda, Ishiguro, edebiyat tarihinin köşetaşlarından biri olan eserinin oluşmasındaki ‘sıradışı’ süreci anlatıyor ve Tom Waits’in “Ruby’s Arms” şarkısıyla kitabın kahramanı Stevens arasındaki bağı bizlere açıklıyor.


Kazuo Ishiguro

Çeviri: Tolga Er


Çoğu kişi uzun saatler boyunca çalışmak zorundadır. Ancak konu roman yazmaya gelince, genel görüş, kesintisiz çalışılan dört saatin ardından verimin giderek azaldığı yönündedir. Ben de öyle ya da böyle bu görüşe katılıyordum; ancak 1987 yılının yazı yaklaştığında daha etkili bir yaklaşımın gerektiği konusunda ikna olmuştum. Eşim Lorna da benimle aynı fikirdeydi.

O günlerin beş yıl öncesinde düzenli işimi bırakmıştım ve o ana dek çalışma ile verimlilik açısından istikrarlı bir ritim kurabilmiştim. Ancak ikinci romanımın başarısının telaşı beraberinde bir sürü dikkat dağıtıcı şeyi getirmişti. Kariyer ilerletici teklifler, akşam yemeği ve parti davetiyeleri, cezbedici yurtdışı seyahatleri ve yığınlarca e-posta ‘gerçek’ işimin sonunu getirmişti. Yeni romanımın giriş bölümünü bir yaz öncesinde yazmıştım; aradan geçen bir yılda ise hiç ilerleme kaydedememiştim.

Günden KalanlarO yüzden Lorna ve ben bir plan tasarladık. Nasıl olduysa adına “Çarpışma” dediğimiz bu planda, ben, dört haftalık bir zaman dilimi için ajandamı acımasızca boşaltacak ve uzaklaşacaktım. ‘Çarpışma’ sırasında pazartesiden cumartesiye kadar sabah 9’dan akşam 10 buçuğa kadar çalışacaktım. Öğle yemeği için bir, akşam yemeği için ise iki saat ara verecektim. Bırakın biriyle görüşmeyi, telefonunun yanına bile gitmeyecek, e-postalara cevap vermeyecektim. Kimse eve gelmeyecekti. Lorna, dolu takvimine rağmen benim yerime ev işi ve yemek yapacaktı. Böylelikle sadece nicel olarak daha fazla iş tamamlamış olmayacaktım, aynı zamanda kurgu dünyamın gerçek hayatımdan daha sahici olacağı bir ruhsal duruma geçecektim.

O zamanlar 32 yaşındaydım ve ilk defa kendimi çalışmalara adadığım Londra’nın güneyindeki Sydenham’da bir eve taşınmıştık (İlk iki romanımı yemek masasında yazmıştım). Aslında taşındığım yer yarı düşmüş büyük bir dolaba benziyordu; kapısı da yoktu, fakat kağıtları istediğim gibi etrafa yayabileceğim ve her geçen günün ardından toplamak zorunda kalmayacağım bir alana sahip olmaktan dolayı oldukça sevinçliydim.

‘Günden Kalanlar’ı aslında böyle yazdım işte. “Çarpışma” esnasında, ne yazı stiline aldırdım ne de öğleden sonra yazdıklarımın sabah oluşturduğum kurguyla çelişmesine takıldım; öylece yazdım. Öncelik; düşüncelerin yüzeye çıkması ve gelişmesiydi. Berbat cümleler, korkunç diyaloglar ve hiçbir yere ilerlemeyen sahneler; hepsinin olduğu gibi kalmalarına izin verdim ve devam ettim.

Üçüncü günün akşam molasında Lorna garip davranışlar sergilediğimi gözlemledi. Boş günüm olan ilk pazar gününde Sydenham sokağına çıktım, dışarıda gezindim ve yokuştan aşağı inenlerin kendi kendilerine tökezlemelerine ve yokuş yukarı çıkanların nefes nefese kalmasına kıkırdadım (Bunu, Lorna sonradan söyledi bana). Lorna daha üç haftam daha olmasından dolayı endişeliydi, ancak ona iyi olduğumu söyledim ve ilk haftanın başarıyla geçtiğini anlattım.

Bu rutini dört hafta boyunca sürdürdüm; en sonunda da neredeyse tüm romanı bitirdim. Her ne kadar düzgün bir şekilde her şeyi yazabilmek için daha çok zaman ihtiyacım olduysa da, önemli yaratıcı dönüm noktalarının hepsi ‘Çarpışma’ sırasında geldi.

‘Çarpışma’ serüvenime ilk başladığımda, hali hazırda önemli miktarda ‘araştırmayı’ özümşemiştim. Britanyalı hizmetçiler tarafından yazılmış ve onları konu eden romanlara, savaşlar arasındaki siyaset ve dış politikalara ilişkin kitaplara, Harold Laski’nin ‘Beyefendi Olmanın Tehlikesi’ üzerine yazdığı denemeler dahil olmak üzere o dönemden kalma denemelere, yazılara ve el yazılarına bakmıştım önceden… 1930’larden 50’lilere uzanan yıllarda İngiliz kırsalını anlatan rehberler için yerel kitapçılarda ikinci el raflarını taramıştım. Romanı gerçekten ne zaman yazmaya başlayacağım ile ilgili – hikayenin kendisinin oluşturmaya başlayacağım zaman – karar benim için her zaman önemlidir. Yazıya başlamadan önce ne kadar bilgi sahibi olunması gerekir? Erken başlamak ne kadar zarar vericiyse, geç yazmaya başlamak da keza öyle. Bence ‘Kalanlar’da şansım yaver gitti; ‘Çarpışma’ya doğru zamanda, yeteri kadar bildiğim anda başladım.

Geriye dönüp baktığımda, her türlü etki ve ilham kaynağını görüyorum. Ancak görünürde nispeten daha az beliren iki ilham kaynağı şunlar:

I.

Francis Ford Coppola’nın yönettiği gerilim filmi ‘The Conversation’ı 70’li yılların ortasında daha gençken izlemiştim. Gene Hackman bağımsız bir takip uzmanıdır bu filmde. İnsanların konuşmalarını gizlice kayıt altına almak için aradıkları isimdir. Hackman aşırı bir istekle alanında en iyi olmak istiyordur – “Amerika’daki en harika takipçi” -, ancak güçlü müşterilerine verdiği bu kayıtların cinayet de dahil olmak üzere karanlık sonuçlara yol açabileceği düşüncesi ona gittikçe musallat oluyordur. İşte, Hackman’ın oynadığı bu karakterin başuşak Stevens’ın erken bir modeli olduğuna inanıyorum.

II.

‘Kalanlar’ın sonuna geldiğimi düşünüyordum; ama bir akşam Tom Waits’in “Ruby’s Arms” şarkısını söyleyişini duydum. Şarkı; uykudaki sevgilisini trenle gitmek için günün erken saatlerinde terk ederek yola çıkan bir asker üzerine yazılmış bir balattır. Bu hikayede alışılmışın dışında bir şey yok. Ancak şarkı; duygularını açıkça göstermeye alışmamış Amerikalı kaba bir berduşun sesiyle söyleniyordu. Ve şarkıcının kalbinin kırıldığını söylediği o an geliyordu; o hissin kendisiyle, söylemek için aşılan o büyük direncin arasındaki gerilim neredeyse dayanılmaz bir şekilde dokunaklıydı. Waits, mısraları mükemmel bir şekilde söylüyordu ve bir yaşam boyu sürmüş bıçkın adam stoacılığının kahredici hüzün karşısında parçalandığını hissediyordunuz. Şarkıyı duydum ve vermiş olduğum kararı değiştirdim; Stevens acı son gelene kadar duygusal olarak suskun kalacaktı; katı savunması bir an için – bu anı dikkatlice seçmek zorundaydım – çatlayacak ve o ana dek gizli kalmış trajik romantizmi görünüverecekti.


2017 Nobel Edebiyat Ödülü’nü Kazuo Ishiguro kazandı


Kaynak: Guardian

Previous post
Erdoğan: ‘Yeni bir Kobani yaşamak istemiyoruz’
Next post
Sinema Yazarları Derneği'nden sansür uygulayan Sony Pictures'a açık mektup