Ana SayfaYazarlarHasan KılıçHDP, depolitizasyon ve Üçüncü Yol – Hasan Kılıç

HDP, depolitizasyon ve Üçüncü Yol – Hasan Kılıç


Hasan Kılıç


Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana yargı erkine havale ettiği, kriminalizasyon söyleminde alt-insan statüsüne koyduğu, basın ambargosu işlettiği HDP’nin “siyasi ceset”[1] olduğunu iddia etmişti. HDP ise çeşitli açıklamalarında kendilerinin tüm baskılara rağmen ayakta kaldığını, yeni dönemin sıçrama süreci olacağını ama AKP’de çatlamaların ve dağılmaların başladığını ifade etmişti.[2] İki siyasi aktörün açıklamalarının yanı sıra kamuoyu araştırmaları, HDP’yi baraj sınırının hemen üstünde, AKP’yi ise tek başına hükümet kurma çoğunluğunda gösterse de, derinlikli sorulara verilen cevaplarda çeşitli politik-sosyolojik göstergelerde değişiklik görmek mümkün. 2015 ve 2016 yıllarında kamuoyunun  temel gündeminde “şiddet/terör” gibi başlıklar açık ara öndeyken, son dönemlerde ekonomi merkezli “işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk” gibi başlıklar öne çıkmaya başladı. Her siyasal hamlenin zamana tabi fayda-maliyet analizi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, 2015’te başlatılan çatışma-ayrıştırma konseptinin, genel siyasal iklimin değişmesi ve bölgesel-küresel konjonktürdeki değişimler ile marjinal fayda açısından sorun yaşadığı sonucu çıkarılabilir. Ama HDP’nin zamana tabilik olgusu açısından, yeterli manevra ve hamleleri sağlayıp aradaki zamanı kısaltamadığı ve siyasal denklem kurma ile ilgili hükümeti gidişattan geri çevirme ya da durdurma hamlelerini yapamadığı tartışması da yürütülebilir.

Söz konusu tartışmalar ve çıkarımlar arasındaki salınımda, analiz yapabilmek için Levinas’ın bir sözüne başvurup izlek oluşturmak yararlı olabilir. Emmanuel Levinas Tanrı, Ölüm ve Zaman[3] adlı eserinde “Sorgulanır olmak, var olma fiilinin statüsüdür; onun destanının, jestinin oluşum tarzıdır” der. HDP açısından sorgulanır olmak da böyle bir tarza işaret eder. HDP’yi sorgulanır kılmak ise statüsü ve oluşumu üzerine kritik yapmaktır.

Depolitizasyon süreci  

Geldiğimiz süreçte, HDP’nin ivmesini 7 Haziran öncesinde kazandığı liberalleşme, temsili demokraside başarıyı siyasal hedefinin merkezi haline getirme, esnek ittifak zeminini kazanç ittifakı kurma şeklinde transfigüre etmesi, ciddi bir depolitizasyon sürecinin zemin kazanmasına neden oldu. Depolitizasyon, bir süreç içerisinde gerçekleşti. Ne karakteristik bir apolitikleşme ne de politize kalma durumunu var etti. Apolitikleşme olmadı çünkü tabiatı gereği siyasetin içerisinde mücadele edilmekteydi. Sorunun başlangıcı politize kal(a)mama durumuydu. HDP kendisini var eden simgesel şiddeti, tarihsel belleği ve toplumsal gerçekliği, tarihin anda kendini bulduğu siyasal gerçeklikleri politik söyleminin kılcal damarlarından büyük ölçüde arındırdı. Sokağa Çıkma Yasaklarının yaşandığı yerde, oradaki olaylara müdahale edip rapor yazdırmak-yazılanı pratiği ile belirlemek- yerine, sivil toplum alanına ait olan rapor yazma faaliyetinin, siyaset kurucu yapı olan siyasi parti tarafından gerçekleştirilmesi kılcal damarlardan damıtılanın minyatür bir göstergesiydi. Şüphesiz ki, sivil toplumun işlevini tam olarak yerine getiremediği dönemlerde rapor yazma işini üstlenmek, tarihe kayıt düşmek önemlidir. Ve fakat tarih kayıtları özne olarak tarihi yapanı işaretler ve siyasi özne işaretlenmenin fiili politik adayıdır. Bu kapsamda, yaşanan acı gerçeklikler, hem yapan hem de yazan gibi ikili büyük bir sorumluluk istemekteydi. Abluka bölgelerinin yeniden sömürgeleştirilmeye tabi tutulduğu ve bedenin pornografik teşhirinin on yıllara yayılmış mücadelenin sonucu olarak yaratılan Kürt kişiliğini teslim alma çabası olduğu gibi gerçekliklere rağmen bu olayları da giyinik sevme gibi bir pozisyona düşülmesi bu depolitizasyon sürecinin tırnak içerisine alınmış bir başka örneğidir. Tırnak içerisine alınmış bu örnek bize, ablukalarda harekete geçmiş olan karşıt gücün, siyasal durumu tanımlama ve yaklaşım düzeyinin doğru tespit ve teşhir edilemediğini gösterir. Rakibini tanıma ve anlama hususlarında yaşanan tıkanıklık, liberal depolitizasyonun bir semptomu olarak görülebilir.

Colin Crouch’un Post Demokrasi[4] adlı eseri, çağcıl dönemde siyasetin nasıl yapıldığına dair önemli doneler sunmaktadır. Eleştirel bir okumayla esere baktığımızda Crouch, siyasetin giderek bir Show-bussines’e dönüştüğünü ifade eder. Show-bussines, halkın teknik yöntemlerle ikna edilmesinin bir gösterenidir. Bu gösterenin icabı, tekniğin kullanımıdır. Yani mühendisleşme-mimarlaşma siyasetin temel yaklaşımı olurken, halk ise biyolojik entite olarak yontulmaya tabi halde tahayyül edilir. Burada bir başka nokta, tekniklerin kullanımı yoluyla hayalleri biçimlendirme makinelerinin üretilmesi ve dolaşıma sokulmasıdır. Kuşku yok ki, depolitizasyon süreci hayal kurdurma ve biçimlendirme açısından, belirleyici politik süreçlerin merkez adreslerinin değişmesinde oldukça etkili olmuştu. Kürt Meselesi ve demokrasi sorununun çözümünü, seçimlerde alınan oya endeksleyen anlayış yaygınlaştı. Çatışmasızlık döneminin yarattığı haleyle, temsili demokrasinin prosedürleri yerine getirilince (yüzde 10 barajı), tarihsel-sosyolojik-psikolojik-ekonomi politik zemini olan sorunların çözümü gelecek beklentisi vuku buldu. Oysaki büyük ölçüde prosedüre bağlanmış çözüm tarihin, siyasetin ve ekonomi politiğin birçok açıdan reddi anlamına gelmekteydi. Bu bakış açısı, aynı zamanda, Leviathan olarak Ortadoğu’da ulus devlet modelini ve iktidar ağlarını, kurucu ideolojilere olan tutucu bağlılıklarının politik spektrumun her birimine nasıl işlediğini es geçmeye, buradan bir zaaf türemesine neden oldu. Bu zaafa, siyasal sistem tartışmasındaki Show-bussines esintili çıkış da girince, zaafta derinleşme yaşandı. Depolitize edilen bir ideoloji gerçekliği ve sınıfsal öznenin yer değiştirmesi bu mimarlık-mühendislik ve devreye koyulan hayal makinelerinin işlevselliğinde gerçekleşti.

Vasatlık rejimi

Yakın geçmişin böyle okunmasının yanında, HDP’nin ayakta kaldık savunusu da incelenmeye değerdir. Şüphesiz ki, geriye gitmemek iki yıllık baskı sürecinde değerli bir duruma işaret eder. Ve fakat ileriye atılımın neden gerçekleşmediği çeperde değil, merkezde duran bir tartışma sorusudur. Neticede yerinde kalmak, yerinde saymak şeklinde de okunabilir. Buna kısmen, bir “vasatlık rejimi” denilebilir. Büyük idealler, büyük siyasal mücadeleler arka planda dururken, mevcut pozisyonda uzlaşmak, kokuşmuş uzlaşmadır. Einstein’in “Kokuşmuş uzlaşmalardan sakınınız”[5] uyarısı kulaklarda çınlarken, bu rejimin kendini gerçekleştirmesi gölge müdahalelere ve meyil vermelere açık bir zemin yaratır.  Böylece, devleti ele geçirdiğini sanan bir hükümet ile karşı karşıya gelinen arenada, vasatlığın kapsam ve karakterini hangi yol ve yöntemlerle, hangi siyasal öznenin belirlediği ayrı bir soru olarak duvara asılır.

Türkiye, Ortadoğu ve küresel düzlemler, depolitizasyonu da vasatlık rejimini de kaldıramayacak enerjiyi biriktirdiğinde, çıkış yolu bulunamazsa, vekâlet ilişkisi tersine dönebilir. Parti kurgusunda tartışmalı temsil ilişkisine açık bir yapılanma hâlihazırda büyük bir sorun alanı olarak varken, enerji birikmesi ve sıkışması durumunda, halkın vekâletlileri (vekilleri), vekâlet ilişkisini ters yüz ederek söylem üretmeye başlarlar. Çünkü artık hayal makinesi, Türkiye ve Ortadoğu katı devlet gerçekliğinin sert duvarlarına çarpmış ve Show bussines’ın masum maskesinden geriye, halktan başka pek bir etkililik öznesi kalmamış olacaktır. Temsili demokrasi ile sorunların ihraç edildiği vekâleti alan özne siyasal süreç değişince, birikmiş sorunlarına kendi sorunlarını da ekleyerek vekâlet verene ihraç eden bir döngünün sahibi olur. Yani vekâletli asıl, asıl ise vekâletli olur. Esasında vekâlet ilişkisinin ters yüz olmasının yanı sıra burada gerçekleşen bir başka olay şudur: söylem kurucu olmaktan çıkmış, gösteren düzeyine geçmiştir. Kurucu olan olay ve eylemdir. Tarihin anda sirayeti gerçekleşmiş, tarih ve anın geleceği belirlemede etkin olduğu zaman zarfına girilmiştir. Artık politik öznenin yükü, vekâlet verilmeye çalışılan değil asıl olan ve toplumsal-tarihsel hafızasını kendisiyle birlikte taşıyan halkındır. Bu açıdan depolitizasyon sürecinin mimari faaliyetleri neticelerini yontmanın niteliği ile birlikte kendisini şu anda -değişen siyasal iklimde- göstermektedir. Geriye kalan ise ışığa aydınlanmak için mi, parıldamak için mi koşulduğu sorusudur. Bu sorunun cevabı, HDP’nin ve Kürt Siyasal Hareketinin parlamenter demokrasi mecrasına bakış açısını da netleştirebilir.

Öte yandan, hız dünyası olarak da adlandırılan ve post hakikat dönemi olarak ifade edilen çağcıllıkta, hakikatin manipüle edilmesi ile sayısızca ve mesafesiz şekilde yeniden üretilebilmesi siyasette, vasatlık rejimlerine meydan okur niteliktedir. Yani katı olan her şey buharlaşmasa da, mevcut katılıkta ısrar eden vasatın dayandığı tüm kurumsal ve pratik temeller bilgi üretim biçimlerinin ve bilgilerin yorumlanmasının çokçalaştığı bu gökkubede, yerinden edilebilir haldedir. Nitekim buradan çıkış yolu olarak felsefi düzeyde, çeşitli fragmanlar belirlemek, bu fragmanları bütün içerisinden çekip çıkararak doğru şekilde kurmak elden gelebilir. Şöyle ki vekalet ilişkisi ve vasatlık rejiminin idarecilik özellikleri çeşitli fragmanlar halinde ele alınarak çözüm uğratılma yöntemlerine tabi tutulabilir ise sonuç verme potansiyeline sahip olur.

Siyasi akıl toplumsal gerçeklik, mekânsal hal, zamana bağlı siyasal konumlar ile siyasal öznenin fantezisi arasındaki makasın genişliği/darlığı arasında belirlenip değerini kazanır. Toplumsal gerçekliğin kimlik siyasetine zerk ettiği, mekânsal hakikatin yeni sınırlar ve geniş mekânlar perspektifini gerektirdiği, zamanın hıza ve hakikatin sürekli oynanabilir/enerji yüklenebilir bir merhaleye dönüştüğü bu dönemde, liberal depolitizasyon da, vasatlık rejimi de kendi sistematiği içerisinde “tutarlı” gerekçelerle iki farklı patikaya işaret eder. Bu patikalar kendi mantıklarına, stratejilerine, ideolojik perspektiflerine sahiptirler. Aksi düşünülemez.

Üçüncü Yol

Bunlara rağmen özellikle tüm taşları yerinden oynatan Suriye savaşı başladığında, Abdullah Öcalan bu süreci okuyarak patikaların, angaje olmaların aşılıp Üçüncü Yol siyasetinin etkin olması gerekliliğinin çözümlemesini yapmıştı. Rojava ve HDP üzerinden yapılan bu çözümlemeler, öncelikle kapitalizmin krizini, bölgesel kaosu, ulusal zorlanmaları görerek bir çıkış yolu yaratılmasının yol haritasını sunmaktaydı. Teorik-tarihsel okuması ve stratejik yaklaşımı belirgin olan bu çerçevenin, taktik hamlelerle ve doğru konumlamalarla devam ettirilebilmesi tamamen güncel ve dönemsel politika üretimleriyle alakalıdır. Bugün, HDP’nin kurulduğu siyasal zeminin yokluğu tartışmaları olsa da, Üçüncü Yol üzerinden tartışılan ve sonuç olarak varılan HDP perspektifinin felsefik-politik zemininin hala güncel olduğu tespitinin hakkını teslim etmek gerekir. Ölçek bazlı baktığımızda ulusal düzeyde İslami otoriterlik ile Cumhuriyetçi otoriterlik arasında Türkiye, statükocu otoriter yönetimler ile radikallik arasında Ortadoğu, Sağ Otoriter Popülizm ile sinik liberalizm arasında dünya ciddi çatışmalar ve sorunlar yaşamaktadır. Burada iki ana hat, bazen ideolojik/pragmatik bazen de karşıt konumlanma gereği zıt yerlerde demir atmaktadır. Halbuki ikisi de, sınıf-kimlik-cinsiyet-ekoloji eksenlerinde sömürgen güçlerdir. Ortak özellikleri ve ayrışma noktaları bulunan bu iki yolun dünya halklarına ve doğaya adil, demokratik, eşitlikçi bir sunum yapmaları imkan dahilinde değildir. Dolayısıyla burada sahih olan, Üçüncü Yolun siyasal zemininin olmadığı gibi felsefi düzlemden yoksun bir tartışma yürütmek yerine, patikalardan-dar çerçevelenmelerden sıyrılıp Üçüncü Yolun inşasına olan inanç ve politik perspektifi oluşturmaktır.

Belirli bir kaos aralığı görülerek yaratılan Üçüncü Yol olma fikri, siyaseten kurucu bir fikir olmakla birlikte sağlam temellere dayanmaktadır. Tarih felsefesi açısından Uygarlık Tarihi çizgisi esas alınırken, kapitalist modernleşmenin olumlu kazançlarını ret etmeyen bir çizgi benimsenmiştir. Bu modernite algısının olumlu nüvelerini ileri taşıma anlamında Demokratik Modernite, Rojava’da kadın savaşçılar ve eş yaşamın inşa edilmesinin dünya halkları gözündeki itibarının ne denli doğru-etkili sonuçlar doğurduğu gerçekliğini bir örnek olarak önümüze koymaktadır. Yine Üçüncü Yolun kapitalizmin meta-emek sömürüsü ile iktidarın merkezi totaliter sömürüsüne karşı öz yönetimi esas almasının zamanın ruhuna ne kadar uygun olduğunu Gezi Direnişine bakarak görebiliriz.

Nihayetinde, tarih ile an’ın buluşması olarak HDP, mevcut bölgesel ve küresel kaos aralığı işlerken, felsefi-politik zemini ile hala etkin bir siyasal özne olmaya devam etmektedir. Bu kapsamda, kaosta iyi örgütlenen geleceği belirlemede o denli etkin bir rol alır tespitinden hareketle, tüm politik enerjiyi seferber ederek Üçüncü Yolun inşasına devam etmek bugün tarihsel bir görev, güncel imkânların yaratım potansiyeli olarak durmaktadır.


[1] Recep Tayyip Erdoğan 8 Ekim 2017 tarihinde kriminalize edici söylemiyle birlikte HDP’yi şöyle tariflendirmişti: “Teröristler dağlarda birer birer imha edilirken onların uzantıları da birer siyasi ceset haline dönüşmüşlerdir.”          http://www.milliyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-birileri-siyaset-2533277/
[2] T24, 4 Kasım 2017, http://t24.com.tr/haber/hdpye-operasyonun-uzerinden-bir-yil-gecti-ayakta-kalmak-yetmez-daha-guclu-yurume-zamani,481993
[3] Emmanuel Levinas, Tanrı, Ölüm ve Zaman, Dost Yayınevi, 2011.
[4] Crouch Colin, Post-Demokrasi, Çev. A. Emre Zeybekoğlu, Dost Yayınevi, 2016.
[5] Avishai Margalit, Uzlaşma ve Kokuşmuş Uzlaşmalar, İthaki Yayınları.
Previous post
Türkiye tarihinde ilk kez Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı'na bir kadın atandı
Next post
Dan Brown'lık hadise: 'Da Vinci Şifresi' kitabı Silivri Cezaevi'ne alınmadı