Ana SayfaÇeviriDavid Hume ve Adam Smith: Özgün tuhaf ikili

David Hume ve Adam Smith: Özgün tuhaf ikili

Her ikisinin de özgün alanları ve aralarında da gerçek fikir ayrılıkları mevcuttur, özellikle de, Hume’un yararlılık ve Smith’in de zarar vurgusu yaptığı adalet hususunda. Ancak ikisinin genel yaklaşımı aynıdır: Sadece çıkarımlar vasıtasıyla bile olsa dinin savlarını söndürmek ve bu savların yerine, tanınabilir insanî uygulamalara, duygulara ve alışkanlıklara dayalı genel açıklamalar koymak.


Çeviri: Banu Barış


4 Temmuz 1776 tarihinin ününün başka haklı nedenleri de var elbette. Ancak, Thomas Jefferson, John Adams, Benjamin Franklin ve onların devrimci dostları, Bağımsızlık Bildirgesi’ni yayımlamak ve Atlantik çapında yeni bir ulus kurmak adına Philadelphia’da bir araya geldiğinde, daha da büyük bir entelektüel saygınlığı olan gizli bir toplantı devam ediyordu.

David Hume ölmekteydi. Hızlı bir biçimde eriyip gidiyordu; bu sahiden de o kadar hızlıydı ki Şubat ayında, yakın arkadaşı Adam Smith’e, ‘Tam 32 kilo verdim.’ demişti. Hume, birkaç yıl öncesinde, New Town/Edinburgh’da, (kendi sözleriyle) “aşçılıktaki, yani hayatımın kalan yıllarını adama niyetimin olduğu bilimdeki büyük yeteneğimi sergilemek” için yeterince büyük bir eve yerleşmişti. Şimdi ise, sonunun yakın olduğunu bildiğinden, birlikte son bir akşam yemeği yemek için Smith’i ve diğer birkaç arkadaşını kendi etrafında toplamıştı.

Ne var ki, Hume’un o meşhur semiz yapısı gitmiş olsa da, aynı derecede ün yapmış mizah anlayışı kaybolmamıştı. Smith o akşam, Hume’u onlardan alan Dünya’nın zalimliğinden yakındığında Hume şöyle cevap verdi: ‘Hayır, hayır. Ahlakî, siyasî ve dinî husumeti alevlendirmek üzere hesaplanmış her tür konu hakkında yazmış olan ben, buradayım; yine de hiç düşmanım yok, daha doğrusu, tüm Whig’ler, tüm Tory’ler ve tüm Hristiyanlar dışında’.¹

Hume, Thomas Hobbes’la beraber, İngilizce dilinde yazan gelmiş geçmiş en büyük filozof, Smith ise büyük ölçüde “İktisatın Babası” olarak görülmüştür. Ancak bu tanımlamalar bile onların başarılarının derecesinin önemini olduğundan az gösteriyor; Hume aynı zamanda en büyük tarihçilerden biri ve Smith de aynı hakkaniyetle sosyolojinin babası olarak sayılmalıdır. John F. Kennedy bir keresinde, Nobel Ödülü kazananların yer aldığı bir yemekte, Jefferson’ın yalnız başına yediği yemekten beri onların Beyaz Saray’da görülen en olağanüstü yetenek koleksiyonunu oluşturduklarına dikkat çekmişti. Oysa Jefferson bile, Smith ve Hume’un entelektüel zenginliğiyle kıyaslandığında hayli yetersiz kalır.

Hume ve Smith pek çok yönden “özgün tuhaf ikili” idi. Smith’ten 12 yaş büyük olan Hume, dünyevi, açık, hazırcevap, pür muhabbet, şakacı ve keskin bir kavrayışa sahip, iskambil oyununu seven, boğazına düşkün ve çapkın bir adamdı. Smith ise, her ne kadar arkadaşlar arasındayken gevşeyebiliyorsa da, toplum içerisindeki tutumunda aksine mesafeli, şahsî ve çoğu kez epey ciddiydi. Bu bireysel farklılıklara rağmen ya da belki de onlar nedeniyle, bu iki adam sıkı dost oldular ve fikirleri de İskoç Aydınlanması’nın merkezî entelektüel motoru haline geldi.

Tufts Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Dennis Rasmussen, The Infidel and the Professor: David Hume, Adam Smith and the Friendship that Shaped Modern Thought(İmansız ve Profesör: David Hume, Adam Smith ve Modern Düşünceyi Şekillendiren Dostluk)’ta, onların arkadaşlığının hikayesini güzelce anlatmış. Kitabın adının fikir verdiği üzere, 18’inci Yüzyıl İskoçyası’nın dar sınırları dahilinde Hume ve Smith epey farklı hayatlar yaşadılar. Hume bir felsefe dehasıydı. İlk kitabı -bir başyapıttır- A Treatise of Human Nature (İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme), Hume yirmilerinin ortasındayken yazılmış ve 1738-40 arasında üç cilt halinde yayımlanmıştı. Hume, son otobiyografik anı yazılarından birinde, o çalışmasının “baskıdan ölü-doğmuş bir biçimde çıktığını” alaycı bir şekilde belirtmiştir. Bununla birlikte, aslına bakılırsa kitap büyük ölçüde kabul edilmişti, bilhassa da yazarının genç ve az tanınmış olması, kitaptaki fikirlerde bulunan şaşkınlık verici düşünsel tutku ve bu fikirlerin dinî anlamda incitmeye yönelik zengin potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda.

Ancak İnceleme, Hume’un onunla ilgili ya da kendisine dair umuduna kesinlikle son vermedi ve kendisine itiraf ettiği “edebî şöhret arzusu” öyleydi ki kitapta yer alan öncü fikirleri, sonraki 30 yıldan fazla süre boyunca diğer felsefî çalışmalarda yeniden biçimlendirdi ve genişletti; siyasî, iktisadî ve ahlakî konularda deneme yazarı olarak hatırı sayılır bir itibar kazandı; dinî skandalın çok büyük bir bölümünü kendi üzerine çekti; Fransa’daki edebiyat salonlarında rağbet gördü ve en çok satanlardan olan altı ciltlik İngiltere Tarihi ile de bir servet edindi. O bunları yaparken, önce Edinburgh ve sonra Glasgow üniversiteleri de tüm dönemlerin en büyük düşünürlerinden birini akademik bir iş konusunda geri çevirmenin kayda değer “ayrıcalığını” elde etmişti.

Smith’in yaşamı ise aksine tam bir “akademik olaysızlık” örneğiydi. Önce Glasgow Üniversitesi’ne ve sonra – hem etkin olmayışı hem de barındırdığı İskoç nefreti nedeniyle Smith’in hiç sevmediği- Oxford, Balliol College’a ve kısa bir aranın ardından da Glasgow’a profesör olarak döndü. Bilahare, nihayet Gümrük Komiseri sıfatıyla göreve gelmeden önce, genç Buccleuch Dükü’nün akıl hocası olarak Fransa’yı gezdi. 40 yılı aşkın süre boyunca The Theory of Moral Sentiments (Ahlakî Duygular Kuramı – 1759) ile An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations(Ulusların Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Üzerine Bir Araştırma – 1776) ve diğer pek az şeyi yayımlamıştır.

Smith eylemsiz değildi, hem de hiç. Bu kitapları sürekli gözden geçirdi ve sonraki yıllarında, ‘İki başka eser, hazırlık aşamasında; teki, bir anlamda, edebiyat, felsefe, şiir ve hitabetin tüm farklı dallarının felsefi tarihi; diğeri ise bir tür hukuk ve siyaset bilimi kuram ve teorisi.’ demişti. Ancak iki eser de onu tatmin etmedi, yaşlılık ve gümrük işinin angaryası ona ağır geldiğinden ikisi de tamamlanamadı ve ölümünden kısa zaman önce, vasiyetinin uygulayıcılarına, iki eseri ve belki de bilinmeyen diğer çalışmalarını yakma talimatı verdi; onlar da öyle yaptılar. Smith’in hukuk felsefesi üzerine verdiği derslere ilişkin öğrenci notlarından oluşan iki tam set ise mucizevi şekilde bütünüyle kurtuldu. Ne var ki Smith yayımladığı ürünlerin sayısı konusunda neredeyse hasisken, Hume savurgandı.

Farklılıklarına karşın, Smith ve Hume sıkı dosttular.

Aynısı, hususi mektupları için de geçerli. Tüm yakınlıklarına rağmen, -Rasmussen’in kaydettiğine göre yıllar içerisinde “Sayın Beyefendi”den “Sevgili Smith”e ve “Sevgili Hume”a, sonunda da, yalnızca birbirlerine özgü bir yakıştırma olan “En Kıymetli Dostum”a geçmişlerdi- bu iki adam hiçbir zaman aynı şehirde yaşamadı ve aslına bakılırsa birbirlerini de epey az gördüler. Başka koşullar altında, bu durumun mektuplaşmayı teşvik etmesi beklenebilir. Yine de, ikisi arasında yazılmış 56 mektup mevcut -bunların yaklaşık dörtte üçü Hume’dan- ve kaybolmuş diğer pek çoğuna dair de fazla bir iz yok.

Bu, dedikodu, siyasî haberler ve kişisel tavsiyelerden, yüksek felsefe içeren kısa anlara kadar farklılık gösteren, küçük ve bazen müthiş olan bir mektuplaşma. Bu mektuplaşmanın cevherleri arasında, Londra’daki Hume’un, Ahlakî Duygular Kuramı’nın yayımlanmasından sonra kitabının nasıl karşılandığı konusunda Glasgow’daki Smith’i dönüşümlü olarak konudan saptırıp ona takıldığı, delicesine komik bir itişme yer almakta. Ancak, 25 tuhaf ahbaplık yılı dahilindeki 56 mektup, düşünsel olanınki şöyle dursun, bir dostluğun biyografisini yazmak için bile zayıf bir dayanak; bilhassa da yazışmalarda, birkaç mütevazı istisna dışında, Hume ile Smith gerçekten de bir argüman olarak tanımlanabilecek herhangi bir konuyla iştigal etmemişken.

Dolayısıyla onun yerine, bu iki adamın bizatihi eserlerine dönülmeli. Gerçi burada da bir mesele var, epey farklı bir türde. O da şu ki, Hume her şeye sahipti fakat Smith’le tanışmadan önce, İngiltere Tarihi dışında, yazmayı ve kitap yayımlamayı bırakmıştı. Hume, Smith’in diğer tüm düşünürlerden çok daha fazla hayal ettiği muhataptı; Smith tarafından yazılmış ve Hume’un gölgesinin ya da hiç değilse etkisinin hissedilmediği sayfa sayısı az; esasında Smith’in, aralarındaki sayısız farklı noktaya karşın, Hume’un bir takipçisi olduğunu söylemek abartı olmaz. Nitekim, akış büyük ölçüde tek yönlü.

Bu iki meseleyi beraber ele aldığınızda şu sonuçtan kaçmak zor oluyor: Bu dostluğun Smith’in düşüncesini tek başına ne denli şekillendirdiğini mektuplara bakarak söyleyemeyiz ve en azından yayımlanmış çalışmaları hususunda, Smith’in Hume’un düşüncesini şekillendirmediğinden de gayet emin olabiliriz.

Bunun neden mühim olduğunu kendimize kısaca hatırlatalım. Hume ve Smith’in düşüncelerinin merkezinde, büyük bir aydınlanma projesi ya da belki Büyük Aydınlanma Projesi yer almaktaydı. Bu, Hume’un İnceleme’sinin girizgahında “insan bilimi” olarak betimlediğini gerçekleştirmekti: İnsan hayatı üzerine, tüm ana cihetleriyle, az sayıda temel öneriden türetilmiş, yalnızca matematiği ve bugün pozitif bilimler olarak adlandırılabilecek bilimleri değil, felsefe, din, ekonomi politik, hukuk felsefesi ve güzel sanatları da içeren ve prensipte insan bilgisinin diğer her dalı için bir taban vazifesi görebilecek, Newton usulü birleşik ve genel bir anlatı. Bu insan bilimi, çok önemli şekilde gözlem ve deneye dayandırılacaktı – doğal hukuk, tanrısal ilham ya da dinî dogmaya değil.

Gözlem ve deney sınavı, Hume’un kuşkucu ellerinde, bilhassa da aşkın insan benliği ya da tini fikirleri, nedenselliğin gözlemlenemeyen yasaları ve tanrısal adalet ile ilgili bir dizi yıkıcı eleştiriyi ve ampirik yeniden yapılandırmayı beraberinde getirdi. Smith daha az felsefî, daha pozitif ve yapıcıydı ve insan eyleminin amaçlanmamış sonuçlarına daha çok odaklanmıştı: Ahlakî Duygular Kuramı, ahlakî değerlerin, kişiler arası mukayeseleri etraflıca ele alan insanî duygudaşlıktan türediğini; Ulusların Zenginliği ise piyasaların, daha doğrusu ticarî toplumun, trampa ve takas güdüsünden kaynaklandığını ileri sürmektedir.

Her ikisinin de özgün alanları ve aralarında da gerçek fikir ayrılıkları mevcuttur, özellikle de, Hume’un yararlılık ve Smith’in de zarar vurgusu yaptığı adalet hususunda. Ancak ikisinin genel yaklaşımı aynıdır: Sadece çıkarımlar vasıtasıyla bile olsa dinin savlarını söndürmek ve bu savların yerine, tanınabilir insanî uygulamalara, duygulara ve alışkanlıklara dayalı genel açıklamalar koymak. Bunun sonucu, Darwin’den bir yüzyıl önce, hem tanınır biçimde modern hem de şaşılacak derecede güçlü olan ve temas ettiği her alana damgasını vuran çok çeşitli ahlakî, sosyolojik, siyasî ve iktisadî fenomenlerin evrimsel bir kavranışıydı. Tam ölçülerine ise henüz ulaşılamadı.

Bu tür fikirler, dini bir kenara bırakır gibi anlaşılmıştı; otoritelerin hiddetini nasıl harekete geçirebileceklerini de görmek zor değil. Esasında Hume ateistten ziyade agnostik olmuş olabilir fakat bu o dönemde fark etmiyordu ve Hume sürekli ihbar edilmekteydi. Her daim ihtiyatlı olan Smith ise bu yazgıdan paçayı kurtarmış gibi görünüyordu, ta ki şunu diyene kadar: “Merhum dostumuz Bay Hume’un ölümüne ilişkin yazdığım tek ve -benim düşünceme göre- gayet zararsız bir sayfa, Büyük Britanya’nın tüm ticarî sistemi üzerine yaptığım pek şiddetli eleştiriye kıyasla 10 kat fazla zarara uğramama neden oldu.”

Rasmussen’in gösterdiği üzere Hume, rakipleri karşısında son gülen oldu. Bir filozof gibi öldü, son ana kadar neşeli ve sakindi ve hiç kimse, buna ya da zekice altüst eden Dialogues Concerning Natural Religion (Doğal Din Üzerine Diyaloglar)’ının onun ölümünden sonra yayımlanmasına fazla imrenmedi. Ne var ki Smith’in muhteşem bir biçimde yazdığı, pathos’larla, paganizmle ve Sokratik arka-anlamlarla dolu Hume methiyesi, Smith’e felaket getirdi. O methiye, onların dostluğuna kusursuz şekilde yakışan, hem bir sevgi ve hem de vefa davranışıydı.


 17.-19. yüzyıllar arasında Birleşik Krallık’ta faaliyet göstermiş iki muhalif parti. Tory’ler muhafazakar, Whig’ler ise liberal kanadı oluşturmaktaydı. (ç.n.)

Kaynak: Prospect Magazine

Previous post
Afganistan'da çocuklara yönelik yardım kuruluşuna IŞİD saldırdı: En az 3 kişi yaşamını yitirdi
Next post
Gazeteci Mizgin Fendik serbest bırakıldı