Ana SayfaYazarlarHasan DoğanDurdurulamaz bir öfkenin sonu; Kürt-Türk çatışmasına doğru – Hasan Doğan

Durdurulamaz bir öfkenin sonu; Kürt-Türk çatışmasına doğru – Hasan Doğan


Hasan Doğan


Son bin yıllık tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinde artık bir dönüm noktasına gelindiği iyice ortaya çıkmaktadır. Şimdiye kadarki ilişkilerde Türk ve Kürt egemenleri konjönktürel çıkarlar temelinde ittifaklar geliştirmişlerdi. Bunun hem iki halk ve hem de bölge halkları açısından getiri ve götürüsü fazla önemsenmiyordu. Şimdi Afrin sorunuyla birlikte bu dönemin yani egemenler arasındaki çıkar ilişkisi döneminin artık kapanmaya gittiğini görmekteyiz. O nedenle Afrin’e “Savaş çıkacak mı çıkmayacak mı?” çerçevesinden bakmak bizi oldukça yanıltıcı bir noktaya götürür.  Eğer dikkat edilirse “AKP Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ne dedi?”, “Rusya-ABD nasıl yaklaştı?” şeklinde bir retoriğe girilmiş bulunulmaktadır. Yani bölgenin içinde bulunduğu durum sanki egemenlerin aralarındaki ilişkilerle sınırlı imiş gibi bir hava esmektedir. Hâlbuki durum hiç de böyle değil…

Peki, buradaki “egemenler arası ilişki”den kasıt nedir? Tarihte Kürt ve Türkler anlamında üç temel dönem anılmaktadır. Savaşlarla anılan bu üç dönemde de hem yurt edinme hem bölgeye yayılma ve hem de yok oluşun eşiğinden kurtulmada Kürt egemenleri Türk egemenleri için stratejik anlamda destek sunmuşlardır: Malazgirt, Çaldıran-Mercıdabık/Ridaniye savaşları ve son Kurtuluş Savaşı. Bu savaşların kazanılmasının temelinde önce Kürt egemenleri ile kurulan diyalog belirleyici olmuştur.

Şimdi öyle anlaşılıyor ki tarihsel bu gerçeğin Kürt egemen ayağı çökmüştür. Yani Türk egemenleri desteğini alacakları Kürt egemen sınıfı bulamamaktadır. Irak Kürdistan Bölgesi’nden alınan geleneksel destek de artık önemini kaybetmiştir. İşte bu noktadan sonra tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinin egemenler bazında yeniden sağlanması olanaksız hale gelmiştir. Çükü şimdi Kürtler halk olarak “Ben varım artık” demektedir. Kuzey Suriye gerçeği de bunu açık ortaya koymaktadır. Egemenler değil halklar birbiriyle ilişki kurmaktadır. Tarihin eski zamanlarından, Demirci Kawa’dan bu yana bu durum bölgemizde belki de ilk defa yaşanmaktadır. İşte bu nedenle Türkiye’deki “İttihatçı iktidar” Kürtlere karşı savaş açmış bulunmaktadır. O nedenle yaşanan bu Kürt fobisi ile Afrin arasındaki bağlantı önemli olmaktadır. Bunun için de sorun Afrin’de ne olacağından çok “Türkiye nereye gidiyor?” şeklinde ele alınmalıdır.

Neden Afrin?

Şimdi Ergenekon-MHP payandalı AKP iktidarı ile birlikte Yeni Osmanlılar  “derin bir strateji” ile Halep’e yönelik dolaylı seferler düzenlemektedir. Diğer yandan bu saldırı konsepti temelinde İdlip’te sıkışan çetelere nefes aldırmaya çalışmaktadır. Daha dün İdlip üzerine fırtınalar koparan AKP iktidarı bugün neden Afrin demektedir? Afrin’den ya da Kuzey Suriye’nin herhangi bir yerinden Türkiye’ye bir saldırı mı olmuştur? Daha kısa bir süre önce IŞİD’in yaptığı gibi atılan toplar yüzünden Kilis neredeyse boşalır hale mi gelmiştir. Veya Alevi, Hıristiyan, solcu ya da laik olduğu için kelleri kesilerek onlarca insan mı katledilmiştir? Hayır; bunlar, yanıtları tümden olumsuz olan sorular. Geriye ise “Neden Afrin?” sorusunun tek bir yanıtı kalıyor: Afrin Kürt’tür ve kadın özgürlükçüdür. Afrin’de Kürtler kendi iradelerinin temsili anlamında Araplarla, Türkmenlerle, Çerkezlerle, Hıristiyan topluluklarla birlikte demokratik kantonal bir yaşam inşa etmektedir. Öyle ki normalinde nüfusu 500 bin bile olmamasına rağmen aldığı iç göçler nedeniyle bir buçuk milyona ulaşmıştır. Orada bu göç dalgasıyla gelenler kadınlar ya da çocuklar pazarlarda satılmamaktadır. Gemilere doldurulup denizlere gömülmemektedir. Başka halkların üzerine tehdit olsun diye salınmamaktadır. Ucuz iş gücü olarak pazarlara sürülmemektedir. Gerektiğinde milliyetçiliği güçlendirmenin aracı anlamında hedef gösterilmemektedir. Kısacası etnik- inanç ve cins kimliği ne olursa olsun bu insanlar orada insanca muamele görmektedir. Ve oranın eşit-özgür yurttaşları olarak yaşamın her alanında etkinlik yürütmektedir. Orada çıkarlar üzerinden en kutsal değerlerin satılmasına prim verilmemektedir. Afrin başta olmak üzere tüm Kuzey Suriye’de tüm dünyayı aydınlatacak özgürlük ve demokrasi penceresi açılmaktadır. Yani orada yeni bir tarih, halkların tarihi yazılmaktadır. İşte bu nedenle bu durum AKP ve onun destekçileri Ergenekoncuların hoşuna gitmemektedir. Bu durum küresel güçleri de oldukça tedirgin etmektedir. İşte bu nedenle AKP iktidarı ve onun payandaları olan Ergene-sol ve Ergene-sağ, sadece ve sadece özgürlükçü ve demokrat Kürt olduğu, insanca bir yaşam kurmaya çalıştığı için Afrin’e saldırı sinyalleri vermektedir.

Türkiye’yi neler bekliyor?

Kürt ve halklar karşıtlığı üzerine kurulmuş Yeni Osmanlı projesinin gelmiş olduğu nokta itibarıyla aslında bugün tartışılması gereken Afrin’e ne olacağından çok Türkiye’yi nelerin beklediği olmalı. Bu nedenle şimdi bir de Türkiye gerçekliğine bakalım.

Geçtiğimiz günlerde yepyeni bir haber dünya ajanslarına düştü; artık Türkiye dünyada özgür olmayan ülkeler kategorisinde ele alınacakmış. Yani dünyaya demokrasi nutku atanlar aynı zamanda Türkiye’de özgürlüğü gasp edenlermiş. Bu durum hem Türkiye ve hem de bölge için büyük bir tehlike anlamına geliyormuş. Birkaç gün önce Mersinden silah cephane yüklenerek Libya’ya giden bir gemi Yunanistan tarafından yakalanmış. Bunun üzerine Libyalı yetkililer “Türkiye’nin Libya’daki cihatçıları silahlandırdığını” söylemiş. Sadece bu iki olay bile AKP iktidarının dünyada görünen yüzü anlamına geliyor.

Kadın cinayetleri ve kadına yönelik hak gaspları her geçen gün daha da artıyor. Çocuk istismarları devletin resmi kurumlarının adeta kararlarından güç alarak gelişiyor.  İşyerleri kapanırken hapishaneler neredeyse ülkenin bütün ilçelerinde boy gösterir hale geliyor. Bir yandan “milli ve yerli” tartışması yapılırken diğer aynı “milli ve yerli” unsurlar sermayelerini yurt dışına kaçırıyor. Hani derler ya batan gemiden ilk fareler kaçarmış, işte onun gibi batan ekonomiden de ilk önce sermaye kaçmaya başlıyor. Fareler de kaçmak için anını bekliyor.

Bunlardan dolayı da Türkiye’deki anket kuruluşları şimdi seçim olsa AKP ve Erdoğan’ın başkanlık seçimlerini kazanamayacağını gösteriyor. İnsanlar ekonomik sıkıntılar, işsizlik ve açlık nedeniyle kendisini Meclis önünde yakıyor ya da çırılçıplak caddelere çıkıp protesto eylemi yapıyor.

Enflasyon yükselirken zamlar birbirinin peşi sıra geliyor. Tutuklamalar bütün hızıyla devam ederken olası protestolara engel olmak için sivil milis güçleri silahlandırılarak kamplarda eğitiliyor. Daha iyi eğitim görsünler diye İdlip gibi yerlerde pratiğe gönderiliyor. Şimdi Afrin saldırısı bu amaca hizmet eder hale getirilmek isteniyor. Kanun Hükmünde Kararnamelere karşı sadece muhalefet değil AKP içinden de homurdanmalar yükseliyor.

Bunlar sadece Türkiye gerçekliğinin birkaç başlık altındaki görünen yüzü. Kısacası doğusuyla batısıyla Türkiye artık yönetilemiyor. Yani Saray bütün direkleriyle sallanıyor. İşte Afrin seferi bu durumu gözlerden gizlemenin ve ırkçılığı daha güçlü hale getirmenin bir gerekçesi olarak gündeme getirilmiş bulunuyor. Fakat görünen o ki, bu savaş naralarını sadece ve sadece ergene-sağ ve ergene-sol alkışlıyor. Erdoğan iktidarı işte şimdi, yarın nerede kime karşı nasıl duracağı belli olmayan bu çevreler tarafından pohpohlanarak Kürtlere karşı Afrin’de “Pirüs Seferi”ne hazırlanıyor.

Türkiye’de bunlar olurken başta ABD ve Rusya olmak üzere tüm dikkatler bu gelişmeler üzerine yoğunlaşmış bulunuyor. Demokratik Suriye Güçleri (DSG) yetkilileri “Biz hazırız, Suriye’yi nasıl IŞİD belasından kurtardıysak, bölgeyi de AKP belasından kurtaracağız” diyorlar. Anlaşılan bu açıklamalar ciddi olacak ki uluslararası sahada konuyu izleyenler “Türkiye Afrin’e geziye gider gibi gidemeyecek” şeklinde yorumlar yapıyor. Tam da bu sırada ABD Kuzey Suriye Sınır Güvenlik birliklerinin oluşturulacağı açıklamasını yapıyor. Ama diğer yandan sanki “Afrin’e gir ve Rusya ile kapış” dercesine “Orası bizi ilgilendirmiyor” diye açıklama yapıyor. Afrin’de askeri güçleri bulunan Rusya gelişmelerin çatışma düzeyine gelmemesini tavsiye ediyor. Diğer yandan da İdlip’teki operasyonlara hız veriliyor. Avrupa birliği ülkeleri bu işe dünden razı gibi bir duruşla Skyes-Pcot’un anısına bağlılık göstermeye devam ediyor. Bunlar olurken bölgede ciddi bir silahlanma hareketi olduğu da gözlerden kaçmıyor. Kimisi asparagas olan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla Afrin Savunma Güçleri de bu silahlanma kapsamında kendisini donatıyor.

Bölgede genel olarak da durum bu. Şimdi bu gelişmeler üzerinden olasılıklara bakalım.

ABD ve Rusya’nın tutumu

Şu ana kadar olan bitenlerden de anlaşıldığı kadarıyla Osmanlıların derin stratejisi tutmadı ve tutmayacağa da benziyor. Çünkü belki ABD ve Rusya’nın göz yumduğu oranda TSK Afrin’e girmek isteyebilir. Kuzey Suriye yönetiminin Suriye’nin ve kendi bölgesinin geleceği açısından hem küresel ve hem de bölgesel denklem üzerinden kurduğu çoklu ilişki hiçbir tarafın fazla hoşuna gitmiyor. O nedenle Kuzey Suriye yönetimi sürekli olarak bu güçler tarafından tehdit politikası üzerinden yönlendirilmek isteniyor.

ABD-DSG ve ABD-Türkiye ilişkileri kadar Rusya-Türkiye, Rusya-DSG ilişkileri hep bu tehdit diplomasisi üzerinden yani “ölümü göstererek sıtmaya razı etme” üzerinden yürütülüyor. Özellikle Türkiye’nin Kürt karşıtlığı üzerinden girdiği tüm ilişkilerde bunu görmek mümkün. “Kürtler ve bölge halkları kazanmasın” politikası üzerinden ilişkilerini geliştiren AKP-Ergenekon iktidarı bunun için her şeyini satılığa çıkarmış bulunuyor. O nedenle Rusya ve ABD’den yeterince destek bulamaması onu Avrupa’ya yöneltmiş durumda. Bu temelde Ruslar bir yandan Soçi diyalog kongresi hazırlığı yaparken diğer yandan da oradaki partneri olan Türkiye tarafından ciddi bir zorlanma sürecine girmiş bulunuyor. Yani Saray iktidarı “Ya ben ya Kürtler” noktasına gelme anlamında İdlip’ten ve her taraftan Afrin’i kuşatmış bulunuyor.

ABD “Beni ilgilendirmez” diyerek Kürtlere Rusya’nın ne mal olduğunu göstermeye çalışıyor. Yani Rusya hem Türkiye ve hem de ABD tarafından Kürtlerle ilişkisinde ciddi bir sınava çekilmiş bulunuyor. Halen Afrin’deki güçlerini çekmeyen Rusya Kürtler konusunda bu sınavı nasıl atlatacak, şimdiden öngörmek mümkün değil. Fakat Rusya AKP’nin istediğini tümden yaparsa bu onun için bölgede ciddi bir kayıp anlamına gelir. Çünkü AKP iktidarı Suriye’nin en azından bir bölümünü Hatay örneğinde olduğu gibi kendi topraklarına katmak istiyor. Diğer yandan ABD, AKP iktidarının mutlaka burnunu sürtmek için bir fırsat kolluyor. Bunu ne zaman yapar bilinmez ama Afrin için ne kadar “Beni ilgilendirmez” derse desin Afrin’in aynı zamanda Kobani gibi bütün Kürtleri ve giderek tüm insanlığı ilgilendireceğini mutlaka öngörüyor. O nedenle ABD Afrin’e olası bir saldırıyı AKP iktidarının yıkılmasına vesile yapmak için fırsat kollayacağa ya da yaratacağa benziyor.

Bu anlamda Putin ve Trump arasında varılan Suriye mutabakatı da düşünüldüğünde Kürtler ve Kuzey Suriye halklarının kazanımlarının tümden gözden çıkarılması hem BOP ya da GOP ve hem de Avrasya stratejisine uygun düşmüyor. O nedenle üzerinde fırtınalar koparılan Afrin saldırısı ancak ne kadar izin verilirse o kadarıyla yetinilmesi gerektiği ölçüde gündeme gelebilir. Bu bir olasılık ve başta Kürtler olmak üzere tüm bölge halkları hazırlıklarını buna göre yapmak zorunda.

Savaş olursa ne olur?

Eğer böylesi bir savaş seçeneği ortaya çıkarsa ne olur? Şimdiye kadarki gelişmelerin de gösterdiği gibi küresel anlamda hiçbir güç mevcut AKP-Ergenekon iktidarını istemiyor. Başta Kürtler olmak üzere bölge halkları da aynı talebi ileri sürüyor. Türkiye’nin komşuları İran, Irak ve Suriye de benzeri bir politikayı güdüyor. İnsanlık açısından bu kadar teşhir olmuş bu iktidarın yıkılmasında Afrin savaşı güçlü bir zemin sunabilir.

Önemli olan bu zemin üzerinden başta Türkiye halkları olmak üzere bölge halklarının bu değişime hazır bir örgütlenme düzeyi içine girmesidir. Belki Suriye’de kervan yolda düzüldü ama her yer ve koşulda bu imkan yakalanmayabilir.

O nedenle şimdi görünen o ki şimdiye kadar Araplarla Kürtleri çatıştırmak isteyen Ergenekon destekli AKP–MHP iktidarı Kürtlerle bölgede kalıcı etkileri olan bir çatışma içine girecektir. Afrin savaşı bu nedenle son bin yılın en köklü ilişki değişimine yol açacaktır.

Bu değişim Kürtlerin en yoğun olduğu Kuzey Kürdistan ve Türkiye metropollerini ciddi oranda sarsacaktır. Kürt düşmanlığının geleceği bu noktayı önceden gören Saray iktidarının buna karşı silahlı milis hazırlığı da bir çözüm olamayacaktır. Yani Suriye’de sadece bir şehir olan Afrin’de yürütülen savaş tüm Türkiye’ye ve Türk devletinin resmi güçlerinin bulunduğu her yere yayılacaktır. Bu bölgede yeni bir durum anlamına gelmektedir.

BOP’un eşbaşkanı olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan bu durumu önceden görmelidir. Çünkü BOP projesi daha gevşek ilişkiler üzerinden birbirine bağlı her an dağılma potansiyeli olan federal devletleri ya da özerk yapılanmaları içermektedir. Yani var olan ulus devletleri reddetmektedir.  Avrasyacılık da aynı anlama gelmektedir. Yani bırakalım Osmanlı ya da Pers imparatorluğunu kurmayı eldeki devlet yapılanmasını önemli oranda gevşetmektedir. AKP iktidarlarının Libya’da, Irak’ta ve Suriye’de içinde yer aldığı BOP bu anlama gelmektedir. O nedenle AKP Suriye’de ve Irak’ta birer “Sünnistan” kurma çabası içine girmedi mi? Ya da Libya’da halen aşiretler üzerinden yaşanan siyasal bölünmeye hizmet etmedi mi? Yani bu anlamda Suriye’nin ya da Irak’ın bütünlüğünün dile getirilmesi ne kadar gerçeği ifade etmektedir. Aslında bu konuda CHP Milletvekili Öztürk Yılmaz’ın çok şey söylemesi gerekir. Eğer CHP mevcut iktidara karşı samimi bir mücadele içine girecekse bu konuda Öztürk Yılmaz’a da önemli görevler düşmektedir. IŞİD’in Musul saldırısı sırasında oradaydı. Ve yakın zamanda Çavuşoğluna “Bizi IŞİD’in elinde rehin bıraktınız” diye çıkıştı. Yine aynı Konsolosluk görevlileri Gre Spi yani Tıl Abyad’dan Türkiye’ye geçerken IŞİD de Kobani’ye saldırma aşamasında idi. İşte bugün Afrin bu nedenle yani IŞİD’in yapamadıklarını gerçekleştirmek için tehdit edilmektedir.

Kürtlersiz Türkiye mi?

Bütün bunlar çerçevesinde şu anda mevcut devlet sınırları içinde tüm farklılıkların eşit ve özgür birlikteliğini ciddi ve samimi olarak savunan Kürtler olmaktadır. İşte o nedenle Afrin ve Kuzey Suriye hedef tahtasına konulmaktadır.

Ama bölgede yaşananlar düşünüldüğünde ve tarihteki Osmanlı gerçeğinin bırakmış olduğu izler takip edildiğinde Kürtlersiz Türkiye’nin en zayıf hali kolayca tespit edilebilir. Dikkat edilirse 8 Ekim 1998’de benzeri bir askeri hareketlilik olmuştu Suriye’ye karşı ve arkasından bilinen 15 Şubat Komplosu gelişmişti. Komployla esir alınıp İmralı’ya getirilirken PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ilk sözü; “Bu komplo Kürt ve Türkleri yüzyıllık savaşa sokmak için yapıldı” şeklinde olmuştu. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit de “Öcalan’ı niye paketleyip bize getirdiler anlayamadım” demişti. Ve Öcalan savunmalarını bu savaşı derinleştirmek değil kardeşlik üzerinden güçlü bir Demokratik Cumhuriyet için kullanmak üzerine kurmuştu.

İşte şimdi Afrin seferleri üzerine nutuklar atılırken Öcalan’ın tecridi daha bir anlam kazanmaktadır. Afrin Kürtler için savunulması gereken kutsal toprak parçaları anlamına gelirken AKP iktidarı için bir tuzak gibi görünmektedir. Ergene-sağ ve ergene-sol Kürt düşmanlığının gözleri kararttığı bir ortamda Saray’ın altına bombayı koyup fitili ateşlemektedir. Acaba bu bombanın ateşlenmesinde YPG’ye destek vererek değil Kürt düşmanlığını körükleyerek hangi üst akıl rol oynamaktadır?

Diğer yandan bu iş geçmişte olduğu gibi “üç beş terörist” denilerek ele alınıp değerlendirilemez. Kürtler artık yeni dünyanın temel bölgesel aktörlerinden. Bunu Rusya da Amerika da kabul ediyor. Suriye çözümü üzerinden bu güçler Kürtleri önemli bir aktör olarak görüyor. Yani Skyes-Picot’un artık hükmünün kalmadığını görüyor. O nedenle başta askeri olmak üzere birçok alanda ortak iş yapma arayışı içine giriyor. “Skyes-Picot çöktü biz de IŞİD gibi bir bölgesel İslam Devleti kurarız” demenin sonucunun ne anlama geldiği de görülüyor. İşte Kürtler İslam Devleti kurma adı altında insanlığı kasıp kavuran IŞİD gibi bir insanlık düşmanını yenen halk olarak biliniyor. Yani küresel güçler bıraksa bile halkların vicdanında edindiği yerin bir küresel desteği açığa çıkaracağını da görmek gerekiyor. Yani Kürtler artık yalnız değil. “Ne kadar katledersen yanına kar kalır” deme dönemi kapandı.

“Bir gece ansızın gelebiliriz” demek belki şarkı tadında popülist bir etki yaratabilir. Diğer yandan aynı şarkı köle olmaktan ve kapıda ölmekten de bahsediyor. Şimdi İdlip’te çanları omuzlarında dolaşanların, Afrin sınırlarında çarmıhı sırtında toplaşanların sonu anlamında “Yolun sonu görünüyor” türküsünü söylemek AKP için en uygunu gibi geliyor.


Dün İran bugün İdlip ya da İdlib – Hasan Doğan

İran’da halkların zamanı mı? – Hasan Doğan


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
‘Erdoğan Afrin üzerinden mutsuzluğuna dikkat çekip, tabanını ateşleyerek seçime hazırlanıyor’
Sonraki Haber
Frederike Geerdink: Sınır dışı edilmekten korkan gazeteciler Güneydoğu'ya gitmiyor; bu, utanç verici