Ana SayfaManşet‘Savaşı’ seyretmek – Leyli Doğan

‘Savaşı’ seyretmek – Leyli Doğan


Leyli Doğan


Afrin, tüm dünyaya, görünmez enerji ağları boyunca saniyeler içinde hızlıca yayılıyor. Bu hız, operasyonun hızı kadar hakkında yapılan haberlerin, analizlerin, son dakika haberlerin hızını da hatırlatıyor. Bu hız operasyonu düzenleyen tarafın haberlerinde daha da artıyor. Ne denli hızlı ve öfkeli olunursa, o denli galip gelinmiş varsayılıyor. Zararla, etraftakileri eze geçe işe kalkışılıyor.

Aklıma gelen bir benzetme var. Örneğin çocuğa bakım verenler, çocuklarının akıllı tablet veya bilgisayar oyunu bağımlılığını anlayamayacak denli duygusal körlük yaşarlar. Aynı körlük tüm medya sistemlerine kendini kaptırmış yetişkinler için de geçerli. Medyatik üretimin en hızlısı ve sayıca en fazlası izleyenleri ve şahit olanları duygusal olarak kör, sağır ve dilsiz eyliyor.

Benim bir önerim var. Olunacaksa da kaliteli taraftar olunmalı, ehlileşmeli biraz. Haberlere kapılmadan önce herkesin bir Afrin tarihine bakmasında fayda var:

  • Afrin’de önceden kim yaşardı şimdi kim yaşıyor?
  • Afrin antik kentinin sınır sorunu ne zamandan beri sorun haline gelmiştir? Bu sorunu kimler var etmiştir?
  • Savaşlar süregiderken değiştirilen ve ortaklaşmakta zorluk çekilen haritalarda ve sınır çekme politikalarında sıra neden Afrin’e gelmiştir?
  • Orada yaşayan halka yaşama değeri verilmeyecek denli hor görülecek bir şey varsa dahi bunları öğrendikten sonra karara varmak doğru olmaz mıydı?

Neyse ki, üzerlerine olabilecek en ciddiyetsiz operasyon ismi ile saldırılanların Orta Doğu politikası ve tarihi kavrayışları bir o kadar kapsamlı ve güçlü. Bunun bir yansıması olacak ki haberleri takip etmektense Tolstoy okumamızın faydalarından bahsediliyor. Aksine akıl ve gönül verenler için durum biraz farklı. Taraflar tutuluyor. Tutmayanlar da var. Sanki maç izliyoruz…

Saatler içinde lince hazır bekleyenler yerlerini alıyor. Günler içinde düşmanlıklar bir kez daha bilediği bıçağını arkasından çıkarıyor.

Gün be gün operasyon takibi yapılıyor yapılmasına da ulaşabileceği en değerli hali anasının rahmindeki hücremsi varlık olan kişiler, evine ekmek götürmek için falan değil, evine hayali ve gelip geçici bir lüks ve prestij götürmek için haber yapıyorlar.

Birkaç gün önce işçi kendini yakmış yakmamış… Sahi neden kendini yakmıştı? En iyi bildiği ve yaptığı işçiliği filler savaşında görünmez olmuş bir kişi neden boyun eğmiyor, onun bunun peşinde para ve güven kazanmak için yalapşap koşturmuyor da bedeninde ömür boyu taşıyacağı bir ize ikna oluyor? Çünkü en büyük günahkârlar ortaya çıkıyor, çünkü haberciliğe ana akımda soyunan kişiler için onur sadece yaygın bir erkek ismidir.

O kanalların sunucuları, o gazetelerin manşetini emireli yazan makinalar, milletin yüreğini hop yukarı hop aşağı bulamaça çeviren ana haber bültenleri… Aralarında bir tane ne olup bittiğini kavradığını düşünen var mı acaba? Oturup bir düşünen: “Bir dakika yahu, ben ne sunuyorum böyle?” diyen… Vardır elbet, 100 yıllık cumhuriyet marşında, 500 yıllık tiranlık marşlarında ezberletilen kapıdaki düşmanlardır cevap… Memleket, vatan sevgisidir cevap. Memleket, vatan sevgisiyle beslenmiş uzlaşmasız, kendinden korkan, aslan parçalarına ait bir zihniyet biçimi. Cevapları vardır elbet.

Bir soru daha: Onurlu yaşam deyince açlıktan korkanlar, istifa deyince neden korkarlar?

Günahkârlar kendilerini günahkar olmayışlarıyla bilirler. Öyle ya kim günahsızım derse günahkardır. Bu yaygaraya kendini verenler; kendinizle ve yaşamınızla barışık olmadığınız meseleleri düşünün, yahut bir askeri gönderirken neden çıldırmış gibi göründüğünüzü düşünün. Yok, hayır, böyle değil ise bu gerçekten sadece düşmanlara duyulan bir korku ise bilin ki huzursuzluğunuza bu dünyada hiçbir merhem bulamayacaksınız. Bulsanız dahi farkında olamayacaksınız.

Sizin ömrünüz bir arayıştır sürüp gidecek, kötülüklerinize yem olacaksınız