Ana SayfaYazarlarBahadır AltanFırıncı işçi çocuklar… – Bahadır Altan

Fırıncı işçi çocuklar… – Bahadır Altan


Bahadır Altan


Ocak ayının son günü çalıştıkları fırında sabaha karşı ölü bulunan biri çocuk 4 işçi unutuldu bile. “…24 yaşındaki Adem Porsuk ve kardeşi 17 yaşındaki Oktay Porsuk, Suriye uyruklu Agıl Reşit ve Pakistan uyruklu Hikmet ismindeki soyadı tespit edilemeyen işçi…”

Haberde işçiler böyle ifade ediliyor. Adem ve Oktay Porsuk kardeşler Siirt’ten göç etmişler, Reşit, Suriye’den; Pakistan uyruklu olanın ise soyadı bile bilinmiyor! Otopsi raporundan sonra ölüm nedenlerinin kesin anlaşılacağı, karbonmonoksit gazından zehirlenme olduğunun tahmin edildiği gibi sözlerle devam ediyor haber.

Tabii ne sigorta, ne kayıt, ne de bir sosyal güvence var. Yine Ocak ayında Cumhurbaşkanının kendisinden kadro isteyen işçiye “Ne kadrosu yahu, çalışıyorsunuz işte!” yanıtını verdiği bir ülkede “Sigorta yok mu?” diye soran işçiye fırın sahibinin “Ne sigortası yahu çalışıyorsunuz ya işte!” demesinde bir anormallik aramak da yanlış olur artık!…

Fırınlarda eskiden teni neredeyse un renginde, beyaz saçlı beyaz bıyıklı yaşlı yüzler görülür, ‘fırıncı babalar, dedeler’ olurdu. Ama artık boğaz tokluğuna ya da fırın sıcaklığına çalışan mülteci çocuklar var!

Yukarıdaki fotoğraf Türkiye ve bölgedeki savaşın doğal sonucu aslında. Savaşı alkışlayan, yangına körükle giden herkesin, ülkemizin ucuz emek ve iş cinayetleri cehennemi haline gelmesinde payı olduğu kesindir. Ucuzlayan, teferruat haline gelen sadece emek de değil. Çocukların yaşamlarının da değeri bunlara paralel olarak düşüyor. Hatırlar mısınız Ağrı’nın Diyadin ilçesinde 15 Ağustos 2015 tarihinde iki çocuk fırın işçisi daha katledilmişti. Bu olay iş cinayeti değildi. Fırın isçileri 15 yaşındaki Muhammet Aydemir ve 18 yaşındaki Orhan Aslan özel harekât timlerince öldürülmüş ve sonra “terörist” ilan edilmişti. Cinayeti inceleyen heyetin raporu şöyle diyor:

“Heyetimiz tüm bu bilgi ve gözlemler ışığında Aydemir ve Aslan’ın sivil ve silahsız gençler olduğu, ölümlerinin kazai vesilesinin özel hareket timleri tarafından çalıştıkları sokağa yapılan baskın esnasında dışarıda olmak olduğu ve sığındıkları yerde savunmasız bir halde kasten ve nefret duyguları ile infaz edildiklerinin şüpheden vareste olduğuna kanidir.”

Bu raporu hazırlayan heyet mülki amirler tarafından tehditlere maruz kalıyor. Vali’nin “Siz niye Emniyet’e, Jandarma Komutanlığı’na yapılan saldırıları kınamıyorsunuz da bu olayın peşine düşmüşsünüz!”dediği, raporda da yer alıyor. Bu tehdit amacıyla sarf edilen sözlerde açığa çıkan infazı, çocuk katliamını olağanlaştıran dile itiraz eden kimse yok. Vali şöyle mi deseydi acaba? “Emniyete jandarmaya saldırılar dururken ne önemi var iki Kürt çocuğunun!” İşte valinin dilinin altındaki budur ve o tarihten beri bu anlayışın icraatlarına tanık oluyoruz.

‘Sorumlu’ olarak değerlendirilen Ağrı Valiliği hakkında suç duyurusunda bulunulduysa da bugüne kadar ne Vali ne tetiği çekenler hakkında yapılan hiç bir işlem olmadığını tahmin etmek zor değil. Bu tarihten bu yana ne acılar yaşandı, ne ocaklar söndü kaç çocuk zırhlı araçlarla ezildi. Araçları kullanan memurların hiçbirinin ihmali bile bulunmadı. Bu cehennemi de çocuklar katledilirken susarak hepimiz yarattık!

Ağrı Diyadin’de öldürülen 15 yaşındaki Muhammed Aydemir ve 16 yaşındaki Orhan Aslan

Türkiye’de son 3 yıldır “vatan, kan, kahraman, şehit” sözcükleriyle körüklenerek ve Kürt düşmanlığı üzerinden sürdürülen milliyetçilik, Afrin savaşıyla gemi azıya almış durumda. “Cumhur İttifakı” estirilen bu rüzgârla kuruluyor. Yelkenler daha da şişsin diye çok küçük yaştaki çocuklar şehit olmaya özendiriliyor. Bu iş hem de devletin en tepesinden, Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılıyor. Öyle ki gecen hafta Maraş’taki bir törende Recep Tayyip Erdoğan kamuflajlı üniforması cebinde bayrağı ve bordo beresiyle 3-4 yaşındaki çocuğu sahneye alıp “Şehit olduğunda inşallah bayrağı da üzerine örtecekler!” diyebiliyor.

Bu gidişle büyüdüğünde ne olacaksın sorusuna doktor, mühendis pilot vb diyen çocuklar artık “ÖSO’ya katılıp Burseya dağında terörist avlayacağım, sonra şehit olup üzerime Türk Bayrağı örtecekler” diye yanıt vermeye başlarsa şaşmayalım!

Rüzgârı tersine çevirecek anahtar ise çocukların ana babalarının ellerinde. Evlatlarına şehit olmayı bir ödül gibi vadeden iktidara, siyasetin çocukları öldürmek için değil barış içinde yaşatmak için yapılması gerektiğini hatırlatmak onlara düşüyor.