Ana SayfaYazarlarAkın OlgunAcı eşiğinin sınırında – Akın Olgun

Acı eşiğinin sınırında – Akın Olgun

“Savaş tamtamları bastırıyor tüm çığlıkları. Eğlence yörüngesine bırakılan uydular eliyle görüntüler pompalanıyor üzerimize. Çığlıklar büyüdükçe, eğlencenin gürültüsü de büyüyor, acı, öfke, itiraz büyüdükçe, bayrakların ölçüsü de büyüyor.”


Akın Olgun


Savaş tamtamları tüm sesleri bastırıyor. Yine aşağıdakilerin sesi duyulmuyor, yine can çekişen bedenler, yüzler, dertler aşağıya, daha aşağıya itilerek göz önünden çekiliyor. Bağır bağır olmaktan sesi kısılanlar var, bir gece yarısı aramızdan alıp götürülenler, okulundan, işinden, ailesinden, eşinden, dostundan edilenler var. Her şey, savaş, milliyetçilik, şovenist horultularla çekiliyor gözümüzün önünden.

Postal ve kamuflaj giyme yarışında siyaset ahalisi. Hepsi sınırı işaret ediyor. Gittin gitmedin, giydin giymedin gürültüsü içerisinde, pörtlemiş gözler ve sulanmış ağızlar “aç aç” yarışında “Mehmetçik” diye uluyorlar. Elde bayrak koşuşturanı, çer çöp “ünlü” bulup, buluşturup taşıyanı, uzun havacısı, kumarcısı, düzenbazı yani kim ahlaksızlığını aklamak istiyorsa koşuyor askerin yanına.

Savaş tamtamları bastırıyor tüm çığlıkları. Eğlence yörüngesine bırakılan uydular eliyle görüntüler pompalanıyor üzerimize. Çığlıklar büyüdükçe, eğlencenin gürültüsü de büyüyor, acı, öfke, itiraz büyüdükçe, bayrakların ölçüsü de büyüyor.

Bir işçi, hafriyat kamyonlarından dökülen molozların altında kalıp ölüyor. Üç gün kimsenin haberi olmuyor. Bir başka işçi asansör boşluğuna düşüyor, bir başka işçi çatıdan düşüyor, bir başka işçi inşaat iskelesinden düşüyor, bir başka işçi yakıyor kendini ve “açım, aç” diyen sesinin üstüne biniyor “Ey Amerika, Ey Fransa, ey, eyyy, eyyyy” Alkışlar arasında “Reis bizi Afrin’e götür” diyen kuyruklar bir mizansen eşliğinde, birbirine vıcık vıcık ekleniyor. Her eklenen bir başkasını tutup çekiyor “ben varım, sen de var mısın?” dan kalan o suç ortaklığı çağrısı, bir kar topu gibi yuvarlandıkça büyüyor.

Hepsi kendi yalanını yaşıyor, hepsi kendi yalanında mutlu, hepsi kendi yalanında ot tıkıyor bir başkasının canına.

İşçi Mehmet, ekmeğinin sınırında can veriyor, işçi Hasan, açlığında tutuşturuyor bedenini, işçi Ali’nin derme çatma gecekondusuna bir tabut teslim ediliyor ve “bırakın acısını yaşasın” diyen siyaset düzeneği, el çabukluğuyla kameraları kendi üstüne çevirerek, yine kendini hatırlatma gösterisine dönüyor.

“AKP, MHP, CHP anlaştı Milletvekillerine ve Generallere yeni haklar” diye geçiyor haberler.

Bir işçi, üç gün bir molozun altında kaldı. Kaldı cansız bedeni. Kimse farkına varmadı. Ailesi arayıp, sormasa kimse hatırlamayacak, kimse umursamayacak, hiç kimse ondan bahsetmeyecekti. “Hiç kimse” olmak, bırakılmak başka nasıl tarif edilebilinir? inşaatları yükseldikçe, aşağıdakileri bir böcek gibi görenler, “bu milletin a..na koyacağız” diyerek, bu dönemin yükselen değeri ve dokunulmazı olduklarını biliyorlar elbette.

Doksanlı yıllarda, Kürt muhalifleri kaçırıp asit kuyularında eritenlerin, inşaat temellerine gömenlerin mirasıdır işte bu. İşçilerin cesetleri üzerinde yükselen o küstahlık, bir devlet tavrıdır hiç kuşkusuz.

Çalıştırdığı işçilerin kendi aralarında konuştukları dilden, yani Kürtçeden rahatsız olan ve “artık konuşulmayacak” ihtarı çekebilme cüretini gösteren o ırkçılık, o şovenlik, bilin ki devlet beslemesi sermayenin gerçek yüzüdür. Kürt işçileri yere yatırıp sırtlarında gezerek “ne yaptı ulan bu devlet size” diyen sesin de gerçek sahibidirler.

Panzer, Panter, Akrep ve türlü türlü isimler takmakta hünerli oldukları askeri araçlarla eziyorlar çocukları. “Bir çocuğa çarptı” diyen haberlerde “ölü” olarak ismi geçen çocuklardan geriye kalan tek şey “ölü” olmaları sadece. Ölümün onlar için sıradanlaştırılması, normalleştirilmesi bir coğrafyanın kaderiymiş gibi kabul gören vicdansızlık, içimizde resmigeçidini yapıyor adeta.

Biz vicdansız kalalım diye gençleri, öğrencileri, gazetecileri, akademisyenleri, yazarları, seçilmişleri, sendikacıları, devrimcileri, ilericileri cezaevlerinde doldurdular, dolduruyorlar.

Korkuyor muyuz? Evet.

Ama bizim korkumuz, gücü elinde bulunduranların korkularından daha az.

Milyonların kaybedecekleri azaltıldıkça, kaybedecek çok şeyleri olanlar daha çok korkarlar çünkü.

Acı, kendi eşiğinin sınırında artık ve sizin bekanızın sınırlarına hiç ama hiç benzemiyor bu. Çer çöp toplayıp karşısına çıkarak dindireceğiniz bir şey ise hiç değil…