Ana SayfaÖzelHDP adayı Ahmet Şık: Gezi düşünü kurduğumuz yaşamın bir özetiydi

HDP adayı Ahmet Şık: Gezi düşünü kurduğumuz yaşamın bir özetiydi

HABER MERKEZİ – HDP’nin İstanbul adayı Ahmet Şık, Yeni Yaşam’dan Emre Tansu Keten’in sorularını yanıtladı. Gezi’den medyaya, seçimlerden HDP ve adaylığına dek açıklamalarda bulunan Şık, “Gezi, tam da tarif edip düşünü kurduğumuz bir yaşam biçimini özetliyordu” dedi. Şık, HDP’nin barajı geçmesinin önemine de şu sözlerle vurgu yaptı: “HDP’nin barajı geçmesi demek, AKP’nin meclisteki sayısal çoğunluğunu kaybetmesi demek. HDP’li olmayan seçmenin de aklı ve vicdanı ile hareket edip, HDP’nin mecliste olmasını sağlayacağını düşünüyorum.”


Röportaj: Emre Tansu Keten


Ahmet Şık, 2011’de, Cemaat’in devlet içerisindeki örgütlenmesi üzerine yazdığı İmamın Ordusu başlıklı kitabı henüz yayımlanmadan, Cemaat tarafından hedef alınarak tutuklandı. Kardeşlerin kavgaya tutuştuğu, bu kavganın silahlı bir hal aldığı altı sene sonra ise bu sefer “FETÖ propagandası yapmak” ile suçlanarak yine cezaevine gönderildi.

Cezaevinde kaldığı sürece, hedef alınmasına neden olan doğruları söylemeye devam eden, çıktığı duruşmalarda verdiği cesur ifadeler geniş kesimler tarafından takip edilen Şık, özgür kalmasının ardından yeniden kolları sıvadı. Ancak bu sefer siyaset kürsüsünü tercih etti.

HDP’nin İstanbul 2. Bölge 1. Sıra milletvekili adayı olan Ahmet Şık’la, Gezi İsyanı, medyanın hal-i pür melali, seçimler, HDP ve adaylığı üzerine konuştuk.

Gezi’nin beşinci yıl dönümündeyiz. Gezi sizin kişisel yaşamınız içinde ne ifade ediyor? Sizce bugün Türkiye’ye kalan bakiyesi nedir Gezi’nin?

Sadece benim için değil bu ülkede yaşayan herkes için birçok anlamı var Gezi’nin. O isyanı başlatan, o direnişe katılanlar için bir anlamı olduğu gibi, o isyanın neye ve kime karşı başlatıldığının da ayrı bir anlamı var. Katılanların arasından baktığımızda bu anlam bütününde bir kayma yok. Sadece iktidara ve o çekirdeğindeki bileşenlerine sorulduğunda onlar hep aynı şeyi söyleyeceklerdir: “vatan hainleri, teröristler, devleti yıkmaya çalışıyorlar”. Bu saçma sapan bir söylem üzerine kurulu. Onların niye öyle dediğini de biliyoruz zaten, sırf böyle dedikleri için o iş başladı.

Gezi, Türkiye siyaset tarihinin gördüğü en büyük sivil itaatsizlik eylemiydi. Şiddet yanlısı değildi. Çok haklı nedenlerle “farklılıklarımızla bir arada yaşayalım”ı talep eden bir anlayıştı ve bu kimsenin itiraz etmeyeceği bir şeydi. O açıdan manası çok kıymetlidir. Tam da tarif edip düşünü kurduğumuz bir yaşam biçimini özetliyordu.

Gezi benim için ise bir hesaplaşma süreci. Ben o zaman Bilgi Üniversitesi’nde çalışıyordum. Genç insanlarla bir aradayız. Ve kendi durduğumuz yerden insanlara dair kafamızda bir şablon oluşmuş. Hep apolitik diye tanımlanan bir kuşağın en yoğun şekilde bulunduğu yerlerden birindeydim ve doğal olarak ben de o ezbere inanmıştım. Bizim durduğumuz yere göre aynı siyasal ve entelektüel birikime sahip olmayanların çoğunluklu olduğu bir yerdi ama o öğrencilerle gezi isyanı sırasında karşılaştım ve çok utandım gerçekten ezberim nedeniyle.

Gezi, sonrasına politikleşen ve siyasete katılma heyecanı taşıyan bir gençlik bıraktı diyebilir miyiz?

Bu aslında politikleşmeden ne anladığımıza bağlı. Gençler bilmem ne partisinde ağır politika yapan abiler, ablalar gibi olmak zorunda değiller. Kendi durdukları yerden bir değer tarifi yapıyorlar. Devletin laik olması, seküler yaşam, hukukun üstünlüğü, modernizm, eğitimin torna gibi görünüp, iktidarın söylemiyle ‘dindar ve kindar nesil’ değil birey hukukunu önceleyen insanlar yetiştirmeye yönelik bir anlayışa sahip olması vs. gibi bir dolu değerleri var o insanların. Ona dair bir politika belirlediler. Bunu da çok ağır politik jargonla değil çok farklı bir biçimde söylediler.

Radikal bir medya eleştirisi olarak tanımlayabilir miyiz Gezi’yi?

Kesinlikle öyle. Ama o eleştiriyi yapmalarına rağmen milyonlarca insanın, hâlâ o ağır şekilde eleştirdikleri medyanın diline bakarak pozisyon aldıklarını söylemem hatalı olmaz herhalde. En basitinden o zaman var olmayan şiddet ortamı yeniden hayatımıza girdi. Kanlı bir darbe kalkışmasının arkasından bütün memlekette baskı rejimini yaygın, görünür kılmak ve kendi planlarının önünü açmak için ilan edilmiş bir OHAL var, ama ona itirazını dillendiren kimse yok.

Madem medyaya itirazınız vardı, orada olmadığını düşünen, bunu söyleyen ve tarifleyen gazeteler var. O zaman onları almalısınız. Yeni Yaşam çıktı şimdi 4 gazete oldu. Oradaki isyanın temel ruhuna sahip olan, eksiğiyle gediğiyle, hatasıyla Cumhuriyet, Evrensel, BirGün ve Yeni Yaşam var. Toplamda 60 bin satmıyor. Bu durum çok vahim. Elbette tatminkar olmuyorlardır, ama bunların da istenilen seviyeye gelmesi için maddi olarak destek sağlamak gerekli. Buraları güçlü kılacak, sürdürebilir kılacaksın ki orda beklediğin haberleri ve yorumları görmeye devam edeceksin.

Sosyal medya mecraları, özellikle Twitter, insanlara belli bir ‘tartışma’ ve bilgilenme formatı dayatıyor. Seçim ortamıyla birlikte daha iyi gördüğümüz gibi, Twitter’da siyasi tartışma, amiyane tabirle, laf sokma yarışına indirgenmiş gibi. Bunun, nitelikli yayınları takip etme konusunda bir dezavantajı var mı?

İnsanlar artık hiçbir şeye zaman bulamıyor. Ben okumaya zaman bulamamayı anlamıyorum. Hoş, şu 20 gündür bir şey okuyamıyorum ama. En azından her sabah gazeteleri tarıyorum, önemli bulduğum yazıları okumaya çalışıyorum. Sosyal medya araçları bilgilenmek açısından doğru mecralar değil. Etkinliği büyük, ancak süzgeçten geçirilmemiş kirli bilgilerin çok kolay dolaşıma çıkarılması ciddi bir risk. Bir denetim mekanizması yok. Hapisten çıktıktan sonra Twitter’a bir hayli mesafeli duruyordum. Çünkü çok kirli bir alan haline dönüşmüş. Troll diye adlandırılan sahte hesaplar orayı neredeyse ele geçirmiş. Söylediğiniz doğru bir söz troll hesapların yaydığı kirliliğin arasında kayboluyor. Ancak elimizde başka etkili bir medya aracı da yok. O nedenle eskisi kadar olmasa da, kullanmaya yeniden başladım. Sosyal medyanın gücünü hiç tartışmıyorum. Gazeteciliğin teknolojiyle birlikte tanımının ve sınırlarının alt üst olduğunu biliyorum ve talep ediyorum. Ama oradaki bilgiyi denetim süzgecinden geçirmeden kimsenin yaymaması gerektiğini düşünüyorum.

Konda’nın “AKP Seçmeni” araştırmasında, aslında küçük bir AKP’li kesimin militan yandaş medyayı takip ettiği sonucu çıktı. Ellerindeki devasa güç düşünüldüğünde, yandaş medya bir işe yarıyor mu gerçekten?

Oralarda çalışan arkadaşlarım, “seçim sonuçları neyse bize gelen reyting tablosu da o” diyorlardı. Evet, belki A Haber az izleniyor ama onun dışındakiler de çok farklı değil ki. Türkiye’deki medya çok kanallı tek sesli. Türkiye’de toplumsal ve siyasal dizayn tamamen televizyon üzerinden kuruluyor ve ülkenin acil ihtiyacı bir ana akım medya. Burada televizyon önemli bir yer tutuyor. Gazeteciliğin evrensel ilkelerini eğip bükmeyen, geniş kitlelere seslenen bir ana akım medya yok şu an Türkiye’de. Ülkedeki medyanın durumunu hep iktidara yanaşan medyanın üzerinden tanımlıyoruz ama bence madalyonun öteki tarafına da bakmalıyız. Kimse kusura bakmasın ama kendisini iktidar karşıtı olarak niteleyen medyanın da kötü olduğunu düşünüyorum. Mevzuyu sığ bir AKP ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden çizeceğimiz bir yayıncılık anlayışı bilgiye değil duyguya hitap eder. Duyguya hitap gazetecilik de iyi bir gazetecilik değildir. Savaş konsepti bir şeyler dayatıyor olabilir ama tersinden bir savaş gazeteciliği yapmak da gazetecilik değildir.

Cezaevinden çıktıktan sonra gazetecilik yapma koşullarınız zorlaştı mı? Nasıl bir medya ortamıyla karşılaştınız?

Medya hep kötüydü, gittikçe daha kötüleşiyor, bunda iktidarın ceberutluğunun çok büyük bir katkısı var. Bu ceberutluğa destek olan yargının çok büyük payı var. Kendimizi ifade etme şansımızın olmayacağı koşullara doğru ilerliyoruz. Gazetecilik yapma koşulları tabii ki daha da zorlaştı. Ama yazmak istediğimi yazmama engel oldu mu, hayır. Cumhuriyet haberlerimi yayımlamaktan mı vazgeçti, hayır. Cezaevindeki gazeteci sayısı, demokrasinin çıtasının nerede durduğunu, basın özgürlüğünün nerede olduğunu gösteren bir tablo aynı zamanda, ama tersinden baktığınızda bu kadar zulme karşı direnenlerin de ne kadar çok olduğunun da göstergesi. Ama şöyle bir şey de var, dört tane muhalif gazete var, Yeni Yaşam, BirGün, Evrensel, Cumhuriyet, toplamı 60 bin satıyor. Ulaşmamız gereken kitlede çok ciddi bir daralma var. Siyaset kürsüsünde bunu giderecek bir ortam olacağını düşündüm.

HDP, 24 Haziran için ne ifade ediyor? Sizce, güncel siyasi alan için ne ifade ediyor?

HDP kurulduğundan beri nerede durduğunu söylüyor. En basitiyle her türlü egemenlik ilişkisini reddediyoruz diyor. Bu egemenlik ilişkisinin içinde kadın-erkek, sermaye-emek, sermaye-doğa karşıtlıkları var. Güçlünün güçsüze, çoğunluğun azınlığa baskısı var. Bu kıymetli bir şey. Bu ülkenin etnik, dini, kültürel çoğulculuk mirası var. O farklılıklarımızla bir arada yaşamayı mümkün kılabiliriz diyor HDP. Bunlara katabileceğimiz en önemli şey de, savaşın sona erip barışın gelmesi. Demokrasinin, tüm kurumlarıyla, evrensel hukuk normlarına göre inşa edilmiş, sivil anayasasıyla hayatımıza yerleşik kılınmasının yolundan bahsediyorum. Dolayısıyla, HDP’nin 24 Haziran’la ilk ortaya çıktığı yer arasında bir fark yok.

Ama yaratacağı sonuçlar dolayısıyla ortaya çıkacak olan fark şu: HDP’nin barajı geçmesi demek, AKP’nin meclisteki sayısal çoğunluğunu kaybetmesi demek. En önemli şey bu. HDP’li olmayan seçmenin de aklı ve vicdanı ile hareket edip, HDP’nin mecliste olmasını sağlayacağını düşünüyorum.

AKP rejimini nasıl tanımlıyorsunuz?

AKP eşittir mafya, altına başka bir şey yazmaya gerek yok. Eğer ayrıntısını merak eden varsa, sözlükleri açsınlar, mafyanın tanımı nedir diye baksınlar. Çok güzel mafya filmleri var, bir mafya ne yapar bu filmlerden öğrenilebilir. Hastanede ziyaret ettikleri Alaattin Çakıcı’nın, Sedat Peker’in kim olduğunu, ne tür faaliyetler yaptıklarını, yargılandıkları, hüküm giydikleri dava dosyalarından öğrensinler.

Adaylığınızı duyurduğunuz tweetinizde Birhan Keskin’in “Kargo” şiirinden bir bölüm paylaşmıştınız. O kargoda başka neler var?

Kargoda her şey var. Birhan Keskin’i ve o şiiri çok seviyorum. Herkesin karamsarlığa kapıldığı anda açıp okuması gereken bir şiir. Kızımın şahsında bütün gençlere seslendim bu şiirle: “Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kim bilir, birazdan uzanıp dokunursun”. Bu çok kıymetli bir şey. Bu ülkede gülüşlerimizi gasp ettiler. Ama umudumuzu hiçbir zaman çalamadılar, bizi ayakta tutan şey bu. Kargoda şu da var: “Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun”. AKP nedir anlatsan, doğayı sevmeyen ve ağaca düşman bir yapı dersin. HDP’nin de amblemi meşe ağacıdır, doğayı kardeşimiz olarak görüyoruz. Kargoda inat da var: “Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun”. Türkiye’de demokrasiyi, barışı önceleyen herkesi bunca yıldır ayakta tutan en önemli şey inat. İnatla umudumuza sahip çıkıyoruz. İnat etmeden bu ülkeye barış gelmeyecek.

Previous post
Üçüncü seçenek var – Bahadır Altan
Next post
Yıkılmak istemeyen okullar olalım* – Emre Tansu Keten