Ana SayfaManşet‘Kağıt insandan daha sabırlıdır’: Çocukların kayıp geleceğinin sembolü; Anne Frank

‘Kağıt insandan daha sabırlıdır’: Çocukların kayıp geleceğinin sembolü; Anne Frank

HABER MERKEZİ – Savaş ve baskının en yoğun yaşandığı yıllarda zulme yazarak direnen bir kız çocuğu; Anne. Onun kaleminden dökülen satırlar bugün hala savaş ile burun buruna yaşayan çocukların yaşadıklarında tekrar ediyor. Tarihten Kadın Portreleri’nde bu hafta Nazilerden saklanmak için ailesi ile birlikte uzun süre kaldığı dairede yazdıklarıyla ölümsüzleşen Anne Frank var.

“Hatıra defteri tutmak benim gibi biri için tuhaf bir duygu. Yalnızca daha önce hiç yazmadığımdan değil. İleride ben de dâhil hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Ama aslında bunun hiçbir önemi yok, ben yazmak ve daha da önemlisi kalbimden geçen bir sürü şeyi ortaya dökmek istiyorum. Ellerimi başıma dayadığım ve tembellikten dışarı mı çıksam, evde mi kalsam bilemediğim, sonuçta aynı yerde pinekleyip kaldığım hafif melankolik günlerimden birinde canım sıkıldığında ‘Kâğıt insanlardan daha sabırlıdır, sözü içime işledi.”

Anne Frank

Hangi çağda, hangi milletler arasında olursa olsun ‘Savaş’; üzüntü, yıkım, göç, ölüm ve vahşet demektir.

Dünyada, kendi ülkelerindeki savaş koşullarından dolayı başka bir ülkede güvenlik ve yeni yaşam arayan veya kendi ülkelerinden zorunlu göçe maruz bırakılıp yerlerinden edilen milyonlarca mülteci bulunur. Ve bu mülteci nüfusunun yarısını çocuklar oluşturur.

Binlerce çocuğun hayalleri elinden alınır ve yaşamları büyüklerin savaşlarında son bulur.

Günümüzde, dünyanın pek çok köşesinde savaşlarda ya da savaşlardan kaçarken ölen küçücük çocukların günlük tutmaya vakitleri bile olmuyor. Ya da varsa bile ulaşılamıyor. Onları ancak sahile vurmuş cenazelerinde ya da yanmış, parçalanmış fotoğraflarından tanıyoruz.

Bu anlamda, 16 yıllık yaşamında doğduğu coğrafyada, insanlık tarihinin en büyük katliamlarından birinin ortasında kalıp, “Her şeye rağmen insanların kalplerinde iyi olduklarına inanıyorum” diyen Anne Frank’ın hatıra defteri, savaş çocuklarının yaşadıklarını anlatan en etkili belge niteliğini taşıyor.

Anne, Holokost’ta yaşamını yitiren çocuklardan biriydi

Tam adı Anneliese Marie Frank olan Anne Frank, Holokost’ta yaşamını yitiren sayıları bir milyonu aşkın Yahudi çocuktan yalnızca biridir.

Holokost’ta hayatını kaybeden çocukların kayıp geleceğinin sembolü haline gelen Anne, Otto ve Edith Frank’ın kızları olarak 12 Haziran 1929’da Almanya’nın Frankfurt kentinde dünyaya gelir.

Beş yaşına kadar Frankfurt eteklerinde bir apartman dairesinde annesi, babası ve ablası Margot ile birlikte yaşayan Anne, 1933 seçimlerinde Nazilerin iktidara gelmesinin ardından ailesiyle birlikte Hollanda’nın Amsterdam kentine kaçar.

Frank’lar, Hollanda’ya yoğun bir Yahudi göçünün olduğu 1933-1939 yılları arasında Almanya’dan Hollanda’ya kaçan yaklaşık 300.000 aileden biridir.

‘İkinci sınıf insan’

Amsterdam’da Anne, İtalyan ekollerinden olan Montessori okulunda eğitim görürken ablası Margot ise devlet okuluna gider. Anne, Montessori’de aldığı eğitim boyunca okuma ve yazmaya olan ilgisini keşfeder.

1940’ın Mayıs ayında Hitler, Hollanda’nın kontrolünü de ele geçirir. O döneme kadar Almanya’da işleyen kurallar hemen Hollanda’ya da entegre edilmeye başlanır; çocuklar tek bir okulda eğitim görmeye başlar. Yani Frank kardeşler de eğitim gördükleri okullardan alınırlar.

Anne ve ablası, Hollanda’da kendileriyle aynı kaderi paylaşan çocuklarla, sadece Yahudilerin okuduğu özel bir okula gitmeye başlar. Okuldaki tüm öğrenciler gibi Anne ve arkadaşı Nanetta da ‘ikinci sınıf insan’ muamelesi gördüklerinin farkındadır. Yaşadıkları kötü günlerin üstesinden gelmeye çalışarak, birbirlerine destek olurlar. Ancak içlerinden bir ses, sürekli bir daha asla evlerine dönemeyeceklerini ve belki de öldürüleceklerini söyler. Bütün sınıf gibi iki kız çocuğu da günlerini endişe içinde geçirir.

Korkularını, umutlarını ve yaşadıklarını kaydettiği bir günlük

Alman yetkililer ve onların Hollandalı işbirlikçileri 1942 yılının Temmuz ayında, Yahudileri Hollanda’dan Alman işgali altındaki Polonya’da bulunan ölüm merkezlerine sürmeye başlar.

Bunun ardından Frank ailesi baba Otto Frank’ın Prinsengracht’taki ofis binasının arkasında bulunan gizli bir bölgede saklanmaya başlar. Beraberlerinde yakın dostları dört kişi daha vardır. İki yıl boyunca bu ofisin arkasındaki apartmanın çatı katında hapis hayatı yaşarlar.

Bu dönemde Otto Frank’ın sekreteri MiepGies ailenin dış dünya ile ilişkisini sağlayan kişi olur. Saklandıkları süre boyunca Anne, babası Otto’nun 13. yaş gününde kendisine hediye ettiği deftere, korkularını, umutlarını ve yaşadıklarını kaydettiği bir günlük tutar.

Anne’nin sonraları yetmişten fazla dile çevrilecek ve 30 milyondan fazla kopya satacak olan günlüğü, Frank ailesinin saklanmasına yardım eden MiepGies tarafından saklanır. Savaştan sonra ise bu günlük, pek çok dilde yayınlanır ve tüm dünyada binlerce ortaokul ve lisenin müfredatına alınır.

Anne’nin günlüğünde yalnızca olan biten yazılı değildir, deneme ve kısa hikâyeler de vardır.

Westerbork geçiş kampı

4 Ağustos 1944’te ise kimliği belirsiz bir Hollandalı’nın ihbarı üzerine, Gestapo (Alman Gizli Servisi Polisi) ailenin saklandığı yeri bularak burada yaşayanları tutuklar.

Yakalandıktan bir gün sonra Huis van Bewaring’e nakledilen aile, bundan iki gün sonra ise neredeyse günde 100.000 Yahudi’nin gönderildiği Westerbork geçiş kampına sevk edilir.

Kamptaki ağır iş bölümüne gönderilmelerinin sebebi olarak da saklandıkları için ‘suçlu’ olmaları gösterilir.

3 Eylül 1944’e kadar Westerbork geçiş kampında beraber kalan aile, o gün babaları Otto’nun Auschwitz’e gönderilmesiyle ayrılıklarının başladığını ve birbirlerini son görüşlerinin olduğunu anlar.

Genç oldukları için çalışmak üzere seçilen Anne ve ablası, 1944 Ekim ayı sonlarına doğru Kuzey Almanya’daki Bergen-Belsen toplama kampına gönderilir.

17 bin mahkûm yalnızca salgın yüzünden yaşamını yitirdi

1945’in başında Bergen-Belsen’de salgınlar baş gösterir. Toplamda 17.000 mahkûm yalnızca salgın yüzünden yaşamını yitirir.

Günlüğünü yazarken son günlerine kadar umudunu hiç yitirmeyen Anne, önce ihbar edilir, daha sonra gönderildiği kampta tifüse yakalanır. Auschwitz’teki şartları düşünen Anne, babasının ölmüş olduğunu düşünür. Ancak bu tahmini doğru çıkmaz çünkü babası Otto Frank orada hayatta kalmayı başarır.

Savaş bittikten sonra Amsterdam’a dönen Otto, ailesini bulmak için çok çaba sarf eder. Eşinin ölüm haberinden sonra kızlarının hayatta olma ihtimaline inanmak isteyen Otto’nun bu inancı da çok uzun sürmez.

Ne yazık ki Otto Frank iki kızının da, İngiliz Birliklerinin Bergen-Belsen kampına girdiği 15 Nisan 1945 tarihinden yalnızca birkaç hafta önce tifüs nedeniyle öldüğünü öğrenir.

Anne’nin bir arkadaşına emanet ettiği günlüğünü alıp saklayan MiepGies, onu Otto Frank’a verir. Kızının günlüğünü okurken onun hiç bilmediği yönlerini öğrenen Otto, Anne’in her zaman bir yazar olmak istediğini göz önünde bulundurarak günlüğü kitap halinde yayınlatmayı düşünmeye başlar.

Kitap ilk kez 1950 senesinde Almanya ve Fransa’da basılır. Pek çok yayıncı tarafından reddedildikten sonra 1952 senesinde de İngiltere’de basılır.

Dünyanın en çok okunan günlüklerinden bir tanesi

Kitap, Avrupa dışından ise en çok ilgiyi Japonya’da görür. Kitabın ilk kopyası 100.000’den fazla satar ve Anne Frank kısa sürede Japonya’da savaş esnasında gençliğin yıkımını gösteren bir sembol haline gelir.

Anne’nin günlükleri tiyatro sahnesinde

Bir süre sonra Frances Goodrich ve Albert Hackett bu kitabı tiyatroya uyarlar ve oyun ilk kez Broadway Sahneleri’nde oynanır. Daha sonra Münih Kommerspiele Tiyatrosu’nda tek dekorlu bir tiyatro olarak Alman tiyarocu Christia Keller tarafından canlandırılır.

Anne Frank’ın ailesiyle birlikte saklandığı ev bugün Amsterdam’da hala ziyaretçilere açık.

Kitap ise bugün hala dünyanın en çok okunan günlüklerinden bir tanesi olarak yerini koruyor. Tıpkı Anne’nin de dediği gibi; “Kâğıt insanlardan daha sabırlıdır.”


Bu yazının orijinal hali Ekmek ve Gül‘de 12 Haziran’da yayınlanmıştır.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
HDP’nin Suruç raporundaki tanık: Hastanenin içinden ‘Öldürdük’ diye bağırıyorlardı
Sonraki Haber
Yönetmen Jim Jarmusch ile "Kırık Çiçekler" üzerine